Son yıllarda üst üste yaşadığımız travmalarla, bambaşka bir duygu yüklü olan bayramları, zevk alarak, heyecan duyarak, sevinçle yaşama imkânını maalesef elimizden aldılar. Hep bir sonraki bayramı daha güzel kutlayalım beklentisi ve ümidi içindeydik. Meğer beterin de beteri varmış.
Gerçi bilinmeyen bir şey değil, hepimiz bu sözü çok duymuşuzdur ama, insan başına gelmeyince, yine de tam olarak anlayamıyor bazı şeyleri…
Evet, geçen bayramdan bu yana köprünün altından çok sular aktı, hem de ne sular… Türkiye tarihte eşi menendi görülmedik bir bâdireden geçti. Gerçi henüz geçti mi geçmedi mi, onu da tam bilemiyoruz ya…
15 Temmuz kara bir leke olarak tarihteki yerini aldı. Ne yapsak ne etsek artık onu silemeyiz. Zaten silmememiz de gerekmiyor. Bu öyle unutulacak ve unutturulacak bir olay değil. Truva atından beter bir oluşum.
Düşünebiliyor musunuz, milletin “peygamber ocağı” diye nitelendirdiği ordumuzun içinde yuvalanan bir grup hain, “bizim askerimiz, bizim subayımız” gibi görünüp, vatandaşın dişinden tırnağından biriktirdiği vergilerle “düşmana karşı savunmak için kullanılsın” diye alınan silahları vatandaşa doğrultup 240 insanımızı şehit ediyor, yüzlercesinin de yaralanmasına sebep oluyor.
Düşmana karşı milletin güvenliğini sağlamakla görevli ordumuzun silahları, milletin üstüne kurşun yağdırıyor. Ne yaşadığımız bu kâbusu, bu hainliği anlatacak kelime var, ne de aldığımız bu yarayı sarıp sarmalayabilecek, derdimize derman olabilecek bir ilaç… Güvendiğimiz dağlara karlar yağmış.
“Darbe kalkışması”nın ülkemize verdiği maddi zararı hesaplamak içinse kaybedilen milyarlardan bahsetmek lâzım. Kalkınmakta olan ve kendi gayretleriyle ayakları üstünde durmaya çaba gösteren bir ülkeye bundan daha büyük zarar verilebilir mi?
Türkiye bir “general” yetiştirebilmek için acaba kaç dolar harcıyor, bir savaş uçağı ne kadar dolara alınıyor, hiç düşündünüz mü? Milletin parasıyla okuyan, yıllardır onun ödediği vergilerle üst seviyede yaşayan komutan kılıklı hainler, yine milletin parasıyla alınmış uçakları tepemizde uçurarak milletin kendisini de, meclisini de bombalayabiliyorlar.
Bunların asker üniformasını sadece kamuflaj malzemesi olarak kullanmış, en baştan beri planlı şekilde yetişmiş ve yetiştirilmiş hainler olduğunda şüphe yok ama, yine de gönlümüz derin bir acıyla burkuluyor.
En cahilinden en bilgesine kadar milletimizin dini değerlere verdiği önemi fark eden düşmanlarımız, kaleyi içeriden fethetmek için, bu sefer dini ve dindarlığı kullandılar. Bunu yaparken birtakım dinî terimlerin de içini boşalttılar. Kimileri bu dindar görüntünün etkisi altında onlara karşı hoşgörülü davranmaya devam ederken, kimileri de bu sayede dini değerlerin zarar görmesinden medet umdu.
Ne zaman ki, tepemizde uçaklar uçmaya, bombalar patlamaya başladı, devletin en mahrem ve en kutsal ocağına da sızdıkları anlaşılınca, kahpe plan ortaya çıktı. Çok geç kaldığımız ve hayli “uyuduğumuz” ortada. Yine de sanki ucuz kurtulduk. Bunu söylerken, “Allah’ın yardımı” demekten başka gerçekten insanın aklına bir şey gelmiyor.
Sokaklara çıkarak canları pahasına tankların önüne siper olan insanların hakkını elbette yiyemeyiz ve ödeyemeyiz. Onlara çok şey borçluyuz. Çoğumuz, “bakalım ne olacak” diye biraz endişe, biraz korku, biraz merak içinde evimizde bekleşirken, hele bazı “demokratlarımız!”, “fırsattan istifade belki Tayyip Erdoğan’dan kurtuluruz” beklentisi içinde, “darbe” gibi bir demokrasi karşıtı eyleme sessiz kalıp destek çıkarken, ölümü aklına getirmeden veya ölümden korkmadan birileri evlerinden sokaklara fırlayıp direnç gösterdiler.
Daha Cumhurbaşkanının çağrısından önce kendiliğinden oluşan bu demokrasiye sahip çıkma hareketi, Türkiye’nin gerçekten “eski Türkiye” olmaktan çıkma yolunda gösterdiği bir  merhalenin belirtisiydi. Erdoğan’ın çağrısıyla böyle bir hareketin güç kazanacağını, doğrusu kalkışmayı başlatanlar da, kalkışmadan başka türlü medet umanlar da sanırım düşünememişlerdi.

*  *  *  * 

15 Temmuz darbesini planlayan hainlerin, yıllardır başımızın belâsı olan ve son yıllardaki bayramlarımızı bize zehir eden PKK ile işbirliği içinde olduklarını öğrenmek, gerçekten insanın kanını donduruyor. Elbette ki bu tespit, her şeyi çözümlemeye yeterli değil. Böylesine sinsice her yere girmiş ve en önemli özelliği “kendini gizlemek” olan kişilerden ülkeyi tez zamanda temizlemek lâzım. Ama nasıl?
Hemen her gün yeni bir dalgayla göz altına alınan, tutuklanan, işten çıkarılan her meslekten insan var. Bunların hepsinin FETÖ üyesi olması mümkün değil. “Kurunun yanında yaş da yanar” atasözümüz ne kadar da doğru… Düşünün ki üst kademede gizli bir hain, emrinde çalıştırdığı kişilerden kurtulmak istediklerinin adını vererek tam tersi bir kıyım harekâtına sebep olabilir. Bunun için çok dikkatli olunması gerekiyor.
Bizzat Cumhurbaşkanımız da  “at izinin it izine karışması” endişesini dile getirdiğine göre, devletimizin bu konuda çok hassas davranacağını ümit etmekteyiz.

*  *  *  * 

Bunları yazarken bir atasözümüzü daha hatırladım. “Bir musibet, bin nasihata bedeldir.”
Yaşadığımız bu korkunç olay, bakarsınız bazı şeylerin daha iyi gelişmesine vesile olur. Hani bilirsiniz, tarihte Osmanlı’nın yükselme dönemindeki en büyük mağlubiyeti olarak kabul edilen İnebahtı deniz savaşından sonra  Sokullu Mehmed Paşa’nın, Venedik elçisine verdiği bir cevap vardır: "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat traş edilen sakal daha gür çıkar."
Aynı cevabı biz de 15 Temmuz hainlerine vermiş olalım ve Türkiye’ye bu sayede daha güzel, daha mutlu, daha huzurlu günlerin kapısını açmış olalım inşallah…
Geçen bayram yazısını, bir dostumun bana gönderdiği tebrikteki cümlelerle sonlandırmıştım. Engin bey, “Demokrasinin özel hayata, inanca, düşünce ve ifade özgülüğüne olgunlukla yaklaşılması demek olduğunu bilerek elele verip birbirimize sarılalım” şeklinde bir temennide bulunuyordu.
Türkiye siyasi çalkantılarla gerçekten samimi olarak bu birlik ve beraberliği sağlayamamanın sıkıntılarını çekiyor. Umarız ki, yaşadığımız bu son olaydan sonra oluşan birlik-beraberlik duygularımız, gerçekten bu ülkenin vatandaşları olarak hepimizin sıkıca birbirine sarılmasına vesile olur da bir daha böyle kara günler yaşamayız.
Beterin beteri de varmış dedirten olaylardan bizi korumasını Allah’tan niyaz ederken, okuyucularımızın ve tüm Basın camiasının Kurban bayramını kutluyor, daha güzel bayramlar geçirme ümidimizin yok olmamasını temenni ediyorum.