Başka bir kıtada, İstanbul’dan çok uzakta olmakla birlikte ne onunla ne de onsuz olmayacağı gerçeğini kabullenir kimi insan. Orada vefasızlık, burada kıyas kabul etmeyen bir düzen ve hırs hâkim. Burada konuşulan tek lisan, başka ırk ve dindekileri rahatsız etmediği gibi kapılarının önünde aynı bayrak asılıdır.

İstanbul’un saadeti bile ıstırap üzerine kuruludur. Zengin ile yoksulun, eğitimli ile eğitimsizin çarpışmasını, cahil ile cehaletin savaşını seyreder. Böylesine hor kullanılan bir şehir daha var mıdır bilinmez. Bilinse de ateş düştüğü yer yakar.

Havaalanına giderken Sivaslı şoför, şöyle yakınmıştı: “Eskisi gibi değil askerlik, ben yaptım ne vatan ne millet sevgisi aşıladılar bize. Bu gün savaş çıksa asker olup savaşmam!” Henüz yirmi dört yaşındaydı ve onun gibi yaşıtları da aynı düşüncedeydi. Anlaşılan o ki, bu kentte ülke bilincinin gelişmediği yığınla beyin, vatan ve bayrak sevgisinin yer almadığı yığınla kalp var. Onların vatan anlayışı, benim vatanımla çatışıyor.

Aynı lisanı konuşmuyor kimse, aynı toprakta ayrı lisan üzere doğsa bile aynı lisanı konuşmayı zulüm biliyor. Dil, lehçe, ahlak, tutum özleşmiş bozuk karakterlerle. Herkes kendi içinde gurupdaş olmakta. Bir şehri tüketmekte olan ortaklıklarını, birlikteliklerini kutluyorlar. Orada olmakla, yıkımı paylaşmakla kendilerini payelendirip egolarını cilalıyorlar.

Bu güruhta yer alan bireyler ve aileler sosyal bir vakadır. Bunların ortak yanlarından sadece biri; köylü kurnazlığı, doğuştan itibarense şiddete meyilli oluşudur. Ezelden aç gözlerini hiçbir şey doyuramamakta, yasalar ise onları cesaretlendirmektedir. Eğitimsiz her canlı gibi potansiyel suçlu olan adaylar: Dünü, bu günü ve geleceği karıştırmak için bir aradalar, “aynıyız” kelimesiyle yandaş toplamaktalar. Nasıl yani, koyun gibi mi?

Aslına bakarsanız aynı değiller. Sözde aynılar; özde ayrılar, onları birleştiren yalnızca çıkar duygusudur. Kendi aralarında bile anlaşmaktan, uzlaşmaktan uzaklar, fakat konu şiddet olduğunda yakındırlar. Oyun içinde oyun var.

Bilgisizliklerini inkâr etmekte, kendilerini aşırı önemsemeyle birilerine güvenmekteler. Kendilerine verdikleri süs, takındıkları değer üstlerinde eğretidir. Bir silgi alıp onu sildiğinizde cehaletiyle yüzleşir, aynadaki görüntüsü bir böcek kadar kalır.