Siz, acılarına ve korkularına minnettar olan bir insan tanıdınız mı?

Jinekolog, terapist Op. Dr. Gökçen Erdoğan; ‘Belki, Keşke, Neyse’ isimli kitabındaki hikâyeleri okurken tanıyabilirsiniz. Kitap, okyanuslara sığmayacak kadar engin, deryalar gibi coşkun, tsunami ölçeğinde dalga dalga, köpük köpük duygularla başlıyor.

O yalnız duygu insanı değil, sevgi insanı. Okuyan tamamlanıyor, tamamlanarak yaşamaya devam ediyor. Severek, incitmeden, kırmadan, dökmeden, mevcut ve muhtemel sancılarla barışarak… İyi olmayı öğütlüyor. Bu gün değilse bile bir gün mutlaka çok iyi olmayı…

14,2 X 21,8 santim ölçülerinde, 326 sayfalık ciltli ve sert kapaklı şık gömlekli kitapta 55 adet hikâye var. Deli dolu taşkın genç kızların… sevgileri kalbine, hayalleri kâinata, ihtirasları bedenine sağmayan genç kızların uçları mesken tutmuş hikâyeleri… Severek okuyan olur elbette. Fakat okuyanların pek azı, kızlarının o tür hikâyeler okumasını hoş karşılayabilir. Bâzıları doktor hanımın kliniğinde yaşanan, bâzıları da zengin bir muhayyilenin ürünü… Fakat yaşadığımız ülke ile hayatla bağlantılı. Her bir hikâye, insanın başına düşen değirmen taşı gibi. Okuyucu, ‘taşlar düşmeye devam etsin’ dercesine, bir sonrakine ışık hızıyla geçiyor. Hikâyeler alabildiğine sansürsüz. Çok cesur ifâdeler içeriyor.

Müstehcen mi? Bu soruyu ‘Evet’ diye cevaplandıran da olur, ‘Hayır’ Diyen de…

Cemil Meriç, ‘müstehcenliğin târifi yapılamamıştır’ diyor. İlhan Ayeverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te kelimeyi; ‘Çirkin bulmak, edep ve hayâ duyguları ile bağdaşmayan, edep ve ahlâka aykırı, açık-saçık’ şeklinde açıklıyor. Ötüken Türkçe Sözlük’te Yaşar Çağbayır; ‘Cinsel ilişkiye yönelik çağrışımlarla edep ve utanma duygularını inciten, şehvet uyandırmayı amaçlayan, yakışıksız, ayıp’ karşılığını veriyor. Doğan Büyük Türkçe Sözlük’te D. Mehmet Doğan: ‘Edep ve ahlak dışı, ahlâka aykırı, çirkin, uygunsuz, iğrenç’ diyor. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat’te net cevap veriyor: ‘açık saçık – edepsizce’ Peyâmi Safâ farklı düşünüyor: ‘Müstehcenlik mutlak değil, izâfî (şahıslara ve şartlara göre değişen) bir mefhumdur.’ Halk arasında ‘müstehcenlik şahsın kafasındadır’ görüşünü savunanlar var. Bu karmaşa ortamında karar verirken haksızlık etmemek için bir Anadolu sözünü hatırda bulundurmak faydalı olur: ‘Hekim ile hâkimden hiçbir şey saklanmaz.’ Sorulabilir: ‘Hekimler de görüp yaşadıklarını okuyucularından saklamama hakkına sâhip midir?’ Bu sorunun muhatabı, bu satırları yazan değildir.

Hastalardan müstear isimlerle bahsedilmesi sebebiyle Hipokrat yeminine aykırılık yoktur. Bilindiği gibi Hipokrat, M.Ö. 460-M.Ö. 370 yılları arasında yaşamış bir tıp doktorudur. O’nun adına atfen yapılan doktor yemininde; ‘Gerek mesleğimin icrası sırasında gerekse insanlarla gündelik ilişkideyken edindiğim bilgileri ortalığa saçmayacağım, bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.’ Cümlesi vardır. Kitabın diğer bölümleri ile alakalı olarak bâzı sorular akla gelebilir:

İnsan sevgisi elbette mukaddestir. İnsanlar birbirlerini elbette sevmeli. Bu düşünceye herkes katılır. Peki, teninin yanıklığı ve kokusu, gözlerinin rengi, saçlarının gürlüğü, sportmen yapısı için sevmek, iyi yaşamanın şartı, serbestçe kullanılabilecek bir hak olabilir mi? Aşk bir seçim midir, başa gelen midir? Aşkı, yüce bir duygu olarak kabul etmek ve aşka sınır tanımamak arasındaki çizgiyi belirleyecek irâde herkeste var mı? Hikâye ve romanda, sembolizmi doruklara çıkaran Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in ‘A’mâk-ı Hayâl’ ve Şeyh Galib’in ‘Hüsn ü Aşk’ isimli eserlerinin ve de Çerkezlerin Nart Destanları’ndaki güzeller güzeli Satenay ile yakışıklı çoban Sasrikuva aşkındaki sembolizmin şâhikası ifâdeler yerine gerçeküstü (sürrealist) akım temsilcilerinin kalem ürünleri, hayal ettiği seksi, mahkûmun hürriyeti özlediği gibi özleyen gençlerin sayısını artırabilir mi?

***

Gökçen Erdoğan’ın eserine dönersek Efendim, hikâyeler, gönüllere cemreler düşürecek zarif bercesteler örgüsü gibi cümlelerle değer kazanıyor. Onlardan birkaç örnek:

* Ezberi bozulan paralellerle meridyenler…

*Annemin sesi sabahlarıma güneşten önce doğardı.

*Gülüşünde bahçeler saklı.

*Yürüme ihtimali olana yolları göstereceksin. Kapıları değil!

*İyileşmemek için direnenler, ömür boyu hasta kalabilirler, yasta olabilirler. Kimse kimsenin aşkından ölmemiştir.

*Ayrılık sonsuz olabilir fakat acısı asla sonsuz değildir.

*Yanımda elini tutamayacağım bir yabancı, içimde elini bırakamayacağım bir tanıdık…

*Beş para etmez biri olduğumu biliyorum. Fakat bunun hesabını, üç para etmeyen birine vermek istemiyorum.

*Sevgilim, ağlama kotasını doldurdu.

*Eşime milyonlarca defa sürprizler yaptım… O’nu, on milyon şeyle şaşırttım. Fakat hiç çiçek almadım. Çünkü O’nun kadar güzel kokan çiçek bulamadım.

*Öyle içten bir ‘Allah râzı olsun’ duydum ki, yerine ne koysam olmuyordu.

*Ölecek gibi olmak, ölmekten kötüdür.

Ve şahsiyet geliştirme kitaplarına zarif bir gönderme: ‘Kişisel gelişim kitapları yok satarken, bunca gelişmemiş insan neden?

 ***

Neşter kullanan eli, kalem tutarken de mâhir olan Jinekolog yazar, aynı zamanda terapisttir: Mesleğini icra ederken an gelir, duvar gibi suskun hastasına kendisini çivi gibi çakar. Duvar dile gelip konuşur: ‘Neyi öğrenmek istersen anlatacağım.’ Doktor, istediği noktayı yakalamıştır. Umursamadan karşılık verir: ‘Hayır! Sen ne anlatmak istiyorsan, ben onu dinleyeceğim.’ Kitaptaki hikâyelerde hayatın bütün renkleri var: Sevinçler, kederler, ideal ve hastalıklı yapıda aileler, şefkatli anneler, anlayışlı eşler, mutlak bağlılıklar, mutluluğu ailesinde veya dışarıda arayan erkekler, sadistler ve mazohistler, çılgın bay ve bayanlar ve de mâsum çocuklar. İnsan hayatında sevgiler gibi hüzünler ve ıstıraplar da salkım salkım, hatta hevenk hevenktir. Mutluluk ve hüzün kardeştir. Birbirinden ayrılmaz. Göz ve yaş gibi… Gözyaşı dışa aksa da insanın içindeki kirleri, pasları temizler. Kitapta hepsi bol miktarda var. Okunmalı, iyilerden örnek alınmalı, kötülerden de dersler… ‘Şansı Aramak’ başlıklı hikâye, kitabın başarısını taçlandıran bir şâheser. İyileri örnek alıp, ‘iyi insan’ olmak her kişinin harcıdır. Kötüleri görüp iyiye yönelmek ise er kişinin harcıdır. ‘Er kişi’ olmak isteyenler… Bu kitap size de iyi gelecek.

Op. Dr. GÖKÇEN ERDOĞAN: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, ihtisasını Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalında yaptı. Kurucusu olduğu Diva Kadın Sağlığı Merkezi'nde, ekibiyle birlikte ana bilim dalına ek olarak eğitimlerini aldığı pek çok destekleyici tıp sâhasında söz sâhibidir. Bunlardan en önemlileri, cinsel terapi, aile terapisi ve hipnoterapidir. ‘Vajinusmus’ probleminin tanınması ve tedâvisinde en etkili isimlerden biri olarak bilinmektedir. ‘Özel bölge estetiği’ konusunda yurt içinde ve yurt dışında çalışmalarını devam ettirmektedir. Aile, kadın sağlığı, kadın erkek ilişkileri ve kadının toplumdaki yeri ile alakalı sosyal sorumluluk alanında da hizmet vermektedir. Bu kitabından önce ‘Gizli Kapaklı Şeyler’ ve ‘Sırra Kalem’ isimli kitapları yayınlanmıştır. Gökçen Erdoğan, evli ve iki çocuk annesidir.

DERKENAR: YANLIŞ KULLANILAN / UYDURULAN KELİMELER

Özgür - özgürlük: Kelimenin kökü ‘öz’ dür. Hürriyet ile hiçbir alakası yoktur. ‘Gür’ kelimesi ek de sıfat da değildir. Başlı başına bir kelimedir. Suyun bol akışını, ses tonunun yüksekliğini, ormandaki ağaçların ve bitkilerin sıklığını ifâde eder. Bunların da ‘hür’ ve ‘hürriyet’ kelimesiyle bir alakası yoktur. O halde bu nesebi gayri sahih kelime nereden çıkıp dilimize yerleşmiştir, bilinmemektedir.

Siyasal: ‘Siyasî’ kelimesinin yerine kullanılıyor. ‘Siyasî’ kelimesi Arapçadır. Sonundaki ‘î’ nisbet eki de Arapçadır. ‘l’ eki ise Fransızcadan alınmadır. Arapça kelimenin sonuna Fransızca ek konulduğunda kelime Türkçeleşmiş mi oluyor? Bu nasıl akıldır, Bu nasıl dil bilgisidir?

Tüm: ‘Bütün’ kelimesinin yerine kullanılıyor. ‘Bütün’ kelimesi Türkçedir. Hangi gerekçe ile atılıyor da yerine ‘tüm’ konuluyor. Üstelik yanlış yapılıyor. Çünkü ‘tüm’ kelimesi Kaşgarlı Mahmud’dan günümüze kadar ‘noksansız’, ‘tam’ mânâsında kullanılmaktadır.

Ya da: ‘veya’ ve ‘yahut’ edatlarının yerine kullanılıyor, Türkçe kelime kullanıldığı zannediliyor. ‘Ya’ kelimesi Farsçadır. ‘da’ ekiyle, aslen Farsça olan kelime Türkçe olmaz.

Yaşam: Hem ‘hayat’ hem de ‘ömür’ yerine kullanılıyor. ‘Hayata döndü’ yerine ‘yaşama döndü’ veya ‘ömür boyu’ yerine ‘yaşam boyu’ deniliyor. Böylece dilimiz fakirleşiyor. Türkçemizdeki her iki, üç veya beş kelimenin yerine tek kelime kullanırsak dilimiz, kabile diline dönüşür, kısırlaşır. 256.000 kelimelik lügatlerimiz, 1000 veya 1500 kelimeye düşer. Bir de ‘yaşamını yitirdi’ deniliyor ki o ne büyük fâciâdır: Kaybedilen nesne, anahtar veya para gibi maddî bir şey ise, aramakla bulunabilir. ‘Ümit’ gibi, ‘hayal’ gibi mânevî bir kavram ise, yeni ümitlerin doğması, daha mâkul hayaller kurulması yoluyla onlara da kavuşulabilir. Peki vefat eden insan, ‘yaşamını kaybetti…’ ise bulabilir mi? Diğer taraftan, ‘kaybetmek’ fiili, kaybedenin davranışı sebebiyle vuku bulur. ‘Yaşamını yitirdi’ ifâdesinde vefat edenin fiili, ancak intihar hâdisesinde söz konusu olabilir.

Zorunda, zorunlu, zorunluluk: Bu kelimeler; mecbur, mecburî ve mecburiyetinde mânâlarında kullanılıyor. Mecbur kelimesi Arapçadan dilimize geçmiş, yerleşmiş ve Türkçeleşmiştir. ‘Zor’ kelimesi ise Farsçadır. Farsça kelimenin sonuna Türkçedeki ‘n’ eki koymak suretiyle gûya Türkçeleştirilmiştir. Üstelik ‘yazın’, ‘kışın’, ‘geceleyin’, ‘sabahleyin’ gibi bazı kelimelerle bütünleşen ‘n’ eki, işlek bir ek değildir.

Devrik cümle: Türkçede devrik cümle vardır. Ancak, telaşlı, heyecanlı ve ne söyleyeceğini bilemez durumda olan kişiler tarafından kullanılır. Sâkin, telaşsız durumdaki insanların devrik cümle kullanması, ancak devrik cümle kullanmadan edebiyat yapılamayacağını zanneden dil fukaralarının sığınağı olabilir. Daha çok da; ‘Bayılırım ben devrik cümle ile konuşmaya’ diyen Türkçe katillerinin tercihidir.

KUŞBAKIŞI:

TÜRKLER HAKKINDA GÖRDÜKLERİM VE DUYDUKLARIM: ‘Maveraünnehr sâkinlerinin âlicenaplığına gelince, bütün ülke bir aile gibidir. Eğer biri bir diğerinin evine giderse, kendisini kendi evindeymiş gibi hisseder. Eğer evlerine bir misafir gelirse, hiçbir yüksünme duymadan onun ihtiyaçlarını karşılamak için ellerinden geleni yaparlar. Bunu yaparken ağırladıkları kişinin kim olduğuna bakmaz, bunun için herhangi bir karşılık beklemez, sadece asâlet ve zenginliklerini göstermek isterler. Herkes elinden geldiğince ve gücü nispetinde misafirini ağırlamaya çalışır. Bütün gün kapısını çalacak birine karşı hazırlıkla meşgul olur; ikramda bulunacağı birinin kapısını çalmasının özlemi içindedir. Mahallelerine bir yolcu geldiğinde onu kapıp misafir etmek için birbirleriyle yarışırlar.’ ‘Başka insanlar mal toplamak, para biriktirmek için birbirleriyle yarışırken, onlar ellerindeki avuçlarındaki başkalarına ikramda bulunmak için yarışırlar.’ ‘Duyduğuma göre Mâverâünnehir'de on binden fazla han vardır ve bunların çoğunda misâfirlere yemek verilir, bineklerinin yem ihtiyacı karşılanır.’ ‘Semerkand'da ve banliyölerinde soğuk sebili olmayan ne bir han gördüm, ne mahalle, ne de yol. Kültürlü kişilerden işittiğime göre Semerkand ve civarında ücretsiz soğuk su ikram edilen iki binden fazla yer vardır. Her vakıfta duvar içine yapılmış, üzeri bakır ve seramikle kaplı sebiller bulunmaktadır.’ ‘Bu ülke halkı genellikle ilme ve adâlete düşkündür. Çok azı hâriç, herkes helal lokma yemeyi sever. Haram lokma peşinde koşanlar gerçekten çok azdır.’ Yukarıdaki satırların yer aldığı Şihabeddin b. Fazlullah El-Ömeri’den D. Ahsen Batur tarafından Türkçeye çevrilen 453 sayfalık eser, 2015 yılında yayınlandı. Bu konudaki açıklamalara; amaç, doğa (tabiat yerine), doğal (tabiî yerine), düşlemek, düşün (fikir yerine), fiziksel, izlemek, kutsal, neden (sebep yerine), sorun, sürdürmek, tensel, tutuklu, ulus, yoğun kelimeleriyle devam edilecektir.

SELENGE YAYINLARI: Ticarethane Sokağı Nu: 41 Tevfik Kuşoğlu İşhanı 24 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-514 45 73 Belgegeçer: 0.212-511 09 35 e-posta: [email protected] // www.selenge.cm.tr

İSTANBUL’UN 100 SEVDASI İstanbul, Bizans’tan bugüne birçok aşka şâhitlik etmiş büyük sevdaların şehridir. Kimileri gelip geçmiş, kimi âşıklarınsa ebedi istirahatgâhı olmuştur. Bir şekilde İstanbul’la ülfet eden âşıklar ondan ilham almıştır. Sevgili için en güzel teşbih İstanbul sayılmış; birçok eserde sevgili, İstanbul’a, İstanbul sevgiliye benzetilmiştir. ‘İstanbul’da bir güzel, İstanbul kadar güzel…’ ‘İstanbul’un 100 Sevdası’ isimli eser, yolu İstanbul’la kesişen aşk hikâyelerini bir araya getiriyor. Bizans’tan, Osmanlı Cihan Devleti’ne, Cumhuriyet Dönemi’nin başlangıcından günümüze kadar İstanbul’da yaşamış siyâset, sanat, edebiyat çevrelerinde öne çıkan simâların aşkları ve aşklarıyla öne çıkmış insanlar anlatılıyor. Böylelikle İstanbul târihindeki üç dönemi aşkla izah eden bir kitap ortaya çıkıyor. İstanbul’da tanışanlar, yolu ayrılığa düşüp, gün gelip İstanbul’da buluşanlar, aşklarını evlilikle taçlandıranlar, nikâhın kerâmetiyle birbirine âşık olanlar, kavuşamadığı sevgilinin acısıyla bütün varlığını aşkta yok etme mertebesine ulaşanlar, hepsi bu kitapta... Sevinçleri kederleriyle, bir yuvanın huzuru, vuslat hayalleriyle... Eser Postallı ve Kadriye Kaymaz’ın birlikte hazırladığı 16,5 X 24 santim ölçülerinde, 200 sayfalık kitap, 2016yılında yayımlandı

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A. Ş. YAYINLARI: Maltepe Mahallesi, Kültür Parkı Osmanlı Evleri, Zeytinburnu 34010 İstanbul. Telefon: 0.212-467 07 00 Belgegeçer: 0.212-467 07 99 e-posta: [email protected] www.kultursanat.org

BİN YILIN GÖÇÜ / Alpler Çağı: İnsan topluluklarının veya milletlerin hayatlarında; sosyal ve siyâsî gelişmeler, tabiat olayları, iktisâdî şartlar, nüfus sıkışması gibi çeşitli sebeplerle gerçekleşen göçler, insanın ferdî şartlarında olduğu kadar insanlık hayatında ve dünya târihinde de önemli değişikliklere yol açar. 350-800 yılları arasında gerçekleşen ilk dönem ve ikinci kavimler göçü ve daha sonraki Oğuz Boylarının göçleri, dünya târihinin kaydettiği en önemli gö hareketleridir. Hasan Erimez, kaleme aldığı Bin Yılın Göçü isimli eserinde; Göktürk Kağanlığının yıkılmasından sonra kaderlerini yeni bir istikamette arayan Türklerin yüzyıllar süren o destansı göç hareketini anlatıyor. İç Oğuz'un Dış Oğuz'a karıştığı, kardeşin kardeşi tanımadığı, sâdece düşmanlarla değil, çetin tabiat şartlarıyla da mücâdele edilmesi gereken bu göçte, Türklerin başından ne gibi serüvenler geçecek? Kayılar, bu amansız yolculukta hangi tarihî görevi yerine getirecek? Türklerin esenliğini sağlayan ‘Mukaddes Taş’ bulunabilecek mi? ‘Dirlik Ağacı’ nerede kök salacak? Binlerce Oğuz'a mezar olan Guzyutan Dağı nasıl aşılacak? Türkler Müslümanlığı nerede ve nasıl kabul edecekler? Tanrı Dağlarından Anadolu'ya uzanan Oğuz göçünü anlatan Bin Yılın Göçü -Alpler Çağı- isimli eserinde Hasan Erimez, Türk kültürünün maddî ve mânevî birikimlerinin nasıl kazanıldığını, yüzlerce kaynaktan süzerek okuyucularını unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. 13,5 X 21 santim ölçülerinde 338 sayfalık eser, Nisan 2017’de yayımlandı.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected] www.otuken.com.tr

KISA KISA / KISA KISA…

1- BOĞAZ HAKKINDA HERŞEY (Boğaz Yalılarının Görülmemiş Fotoğrafları Eşliğinde): Saffet Emre Tonguç – Pat Yale. Boyut Yayıncılık.

2- TÜRK ROMANINDA POSTMODERN AÇILIMLAR: Yıldız Ecevit. İletişim Yayınları.

3- AFGANİSTAN’DA BİR JÖN-TÜRK: Mehmet Fazlı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları:

4-TÜRK MÂNİLERİNDEN SEÇMELER: Ünver Oral. Bilgecan Yayınları.

5-ESKİ TÜRK EDEBİYATI: (5. Baskı) Editör: Mustafa İsen. Yazarlar: Mustafa İsen, Muhsin Mâcit, Osman Horata, Filiz Kılıç, İ. Hakkı Aksoyak. Grafiker Yayınları.