Türk ve ok kelimelerinin yan yana gelişi tarih kadar eskidir. Derler ki, Dördüncü Murad'ın fırlattığı ok, tüfek mermisinden daha hızlı giderdi. Nitekim Okmeydanı'nda fırlattığı ok 706.5 metre uzağa gitmiş, oraya Dördüncü Murad adına bir nişan taşı dikilmiştir. Topkapı nere Okmeydanı nere arada kilometreler var. 

Üçüncü Selim bu konuda dünya rekortmeni olarak adını tarihe yazdırmayı başarmış. 1798 yılında henüz 37 yaşında iken yayını ayağı ile gerdirdikten sonra oku fırlatır ve 888 metre 86 santim uzağa düşer. Bu, "dünya rekoru" olarak tescil edilir.

Ok ve yay ‘Okçu millet’ olarak vasıflandırılan Türkler için avlanma ve savaşın ötesinde önemli bir kültür öğesi olarak kabul edilir. Ok ve yay da Türk kadın ve erkeğinin çok küçük yaşlarda tanıştığı ve hayatının her alanına nüfuz eden, çoğu zaman kutluluk atfettiği bir savaş silahıdır.

Gücü ve hâkimiyeti simgeleyen okda çekilen kirişe çile denir. Kepâze ise, kemankeş yani yayçeken olmak isteyenlerin, kaslarını güçlendirmek amacıyla oksuz bir şekilde boş boş çekmek zorunda oldukları yayın ismi. Ok atmaya yaramadığı, boşu boşuna çekildiği için, kepaze olmak deyimine ilham vermiş.

Geleneksel Türk yayı nişan almadan gönül gözüyle atılır. Ok nereye düşecek endişesi yok, gittiği yer sadece kader. Bir elmayı kolaylıkla da bölebilir. Amma kibir olmamalı, “lakin attığın vakit sen atmadın” ayeti egona gem vurmalı.

4. Murat’ın Topkapı’dan Okmeydanı’na düşen ya da Okmeydanı’ndan Nişantaşı’na düşen okun aklımızı çelmesi mi bilinmez. Bir gün aslına dönüverdi kan. Geleneksel yay kullanmaya başladığım ilk gün başparmağım hissini kaybetti. Akşam tuzlu su ardından mermer üstünde ezme sonra tekrar tuzlu su ve buz sayesinde biraz düzeldi ama eski haline gelmedi. Gelmezdi de, çünkü başka bir yola girmişti. 

Önceleri, beş gün mesai, ardından okul ve çıkışında yaya olan koşturmamın ne olduğuna dair pek bir fikrim yoktu. Bu belirsiz çekimin sebebini bilmezken çocukken ağaç dalından yay yaptığımız günler geldi aklıma. Sanırım kan aslını arıyordu, belki de eski zamanına, geçmişe dönüyor. Atomlar gibi, her şey gibi…