Belli çevrelerin “Sıcak geçecek bir Sonbahar” tehdidinden sonra, mevsim normallerinin çok altında soğuk geçen bir Ekim ayında karşılıyoruz bu yıl Kurban Bayramını... Kış soğuğu bir hayli içimizi ürpertti ama, kanlı olaylarla geçecek “sıcak” bir sonbahar yaşamaktansa, buna hepimiz elbette razıyız.
Ülke her geçen gün dünya ile entegre bir hayat yaşama isteğinin sancılarını çekiyor. “Daha çok demokrasi, daha çok demokrasi” dendikçe, geçmişte düşünmekten bile korkulan pek çok şeyi artık istemekten korkmuyoruz. Hatta beğenmeyip burun bile kıvırıyoruz.
Hiçbir şey sonsuz ve sınırsız değildir. Zaten belli sınırları olmayan hiçbir şeyin tadı tuzu da olmaz. “Yeter” demesini, “şükür” demesini de bilmemiz lâzım. İhtiyacımız kadar olan her şey bize sonsuz mutluluk verirken, fazlası hep dert olmuştur.
İnsanların haklarına razı olmaları, yeteri kadar elde ettiklerinin fazlasını, başkalarıyla paylaşarak mutluluklarını da paylaşmaları ve imkân dahilinde herkesin ortalama bir hayat yaşayarak mutlu ve huzurlu bir toplum meydana getirmeleri, dinimizn en büyük arzusudur.
Toplum katmanlarındaki dengesizlik, gelir oranlarındaki farklılık, alt ve üst düzey arasındaki uçurum, felâketlerin başlangıcı olmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
Yetimin, öksüzün, fakirin, yoksulun hakkını korumaya ve kollamaya büyük önem veren, zekât, fitre, sadaka ve benzeri malî yardımlarla, insanlara yakınlarını ve çevresini sürekli gözetmesini, onlarla yakın ilişkilerini ve bağlarını kesmemesini öğütleyen dinimizin herkesçe bilinen bir başka sosyal yardımlaşma konusu da bildiğiniz gibi “kurban”dır.
Öyle ki, kör gözüne parmağım dercesine, durup dururken et yüzü görmeyen insanlara “al sana et” der gibi, biraz aşağılayıcı bir tavırla sunulmasın diye “kurban” olayını Tanrı bize bir “bayram” olarak lütfetmiş.
Maalesef dinî ritüellerimizin bir çoğu gibi, kurban da belki bugün amacının dışında bir hüviyete bürünmüş olabilir. Ama hepimiz biliyoruz ki kelime manası zaten “Tanrıya yakınlaşma” olan kurban, tamamen bir yardımlaşma, çevredeki insanlarla kaynaşma amaçlı bir ibadettir. “İyilik” yapmaktan başka hiçbir gayesi yoktur.
Yıllık et ihtiyacını karşılamak için kurban kesenlerle, malî durumları elvermediği halde borç harç kurban kesenleri biliyoruz. Sokakları caddeleri önce ahıra, sonra kan gölüne çeviren, çevreyi kirleterek her yeri mezbahaya döndüren, şehri kırsal bir mezra gibi kullananları da çok gördük. Son yıllarda belediyelerin gayretleriyle bu görüntüler oldukça asgari düzeye inmiş bulunuyor.
“Bilinçli insan” olma yolunda daha hayli eksikliklerimiz var. Şuna “bilinçli Müslüman” desene, dediğinizi duyar gibiyim. Ama hepimiz biliriz ki, yaratıcımız dinî sorumluluğu canlılar arasında akılla donattığı tek varlık olan insana yüklemiştir.
Sadece insan olarak doğmak da yetmiyor, bu insanın aklını kullanabilen bir durumda olması yani “bilinçli” olması da şart koşulmuştur. Biz maalesef dinî konuları henüz “pozitif olarak” insanlara öğretememek gibi bir zaaf yaşıyoruz. Bazıları insanlığı ve Müslümanlığı ayrı birer keyfiyet sanıyorlar. Oysa “insan” değilsek “Müslüman” olmamız zaten mümkün değildir.
İslâm peygamberi müslümanı, “elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kişi” olarak tarif eder. Bu ne demektir? Bir Müslüman aslâ bir başka insana kötü bir harekette bulunmaz, ona zarar verecek bir eylem yapmaz. Hatta diliyle bile onu rahatsız etmez, kötü bir söz dahi söylemez.
Bir insanın yaşam boyunca isteyeceği en önemli şey, sağlıklı, mutlu, huzurlu bir hayattır. Onun ötesinde başka ne isteyebiliriz ki?
Çoğunuzun aklına belki “para” diye bir şey gelecektir. Parayı neden bu kadar çok  istediğimizi düşünürsek, hepimizin onunla “sağlık, mutluluk ve huzur” bulacağımızı zannettiğimizi göreceksiniz.
Evet sonuç olarak hepimiz şu geçici dünyada hayatımızı belli bir nitelikte geçirmeye çalışıyoruz. Bütün devletler, ordularıyla, kolluk kuvvetleriyle insanların bu arzularını yerine getirebilmesine yardımcı olmaya çalışıyor.
Ama yine de o basit isteklerimizi tam olarak karşılayamıyoruz.
Sağlığımızın bozulmasına engel olabilmek belki elimizde değil. Ama huzurumuzu bozmamak biraz da bize bağlı. 
Huzurlu bir ülke olmak, huzurlu bir toplum olmak, huzurlu bir bayram geçirmek istiyoruz. Bayramların elbette buna belli oranda katkısı olur ama, kendi başlarına bunu başaramazlar. Bayramı bayram yapan yine de insanların davranışlarıdır, bizim sevecenliğimizdir, hoşgörümüzdür, güler yüzümüzdür.
Her günümüzün bayram neşesiyle dolması için gayret gösterebilirsek, bunu başarmamız da büyük oranda mümkün olacaktır.
Bu duygularla bütün okuyucularımızın, Rekdağ ailesinin, gazeteci arkadaşlarımızın ve tüm Basın mensuplarının bayramını kutluyorum.
Kurbanlıklar dışında ülkemizde ve dünyanın hiçbir yerinde kanı akmaması, özellikle de hiçbir “insan”ın kılına bile zarar gelmemesi dileğiyle hepinize nice güzel bayramlar….