Galata Mevlevihânesi Postnişini Mevlevî Dedesi NÂİL KESOVA Batılıların Mevlevî Mûsıkîsine ve Semâ Gösterilerine Bakış Açılarını Anlattı

Oğuz Çetinoğlu: Batılılar Mevlevî Mûsıkîsine ve semâ gösterilerine ilgi gösteriyorlar mı?
Nâil Kesova:
UNESCO, (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization / Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı), Mevlevi müziğini ve semâyı 2005 yılında Dünya Soyut Kültür Mirasları arasına aldı. Bu yılın öncesinde ve sonrasında yabancı ülkelerde Amerika, Avrupa ve Asya’da 20’den fazla ülkede Mevlevi müziği ve semâ törenlerimizi sunduk. Üniversite, akademi, dernek, kültür merkezleri ve benzeri mekânlarda,  konferans, seminer, atölye, sohbet toplantıları tertipledik. Bu faaliyetlerimiz son derece büyük ilgi gördü. Bu ilgi giderek de artıyor.  Gerçekte bu ilgi elbette ki Hazret-i Mevlânâ’ya.  Biz ancak O’nu, O’nun dünya görüşünü, cihanşümul bakışını,  hayat tarzını, ahlâkını anlatıyoruz. Âcizâne yaşamağa ve yaşatmaya çalışıyoruz.  Bu faaliyetlerimizin hepsi birer vesiledir. Hz Mevlânâ,  “ maksat O” diyor. Bizim maksadımız O’nun yâni Allah Zülcelal Hazretleri’nin âşığı Hz.Mevlânâ’yı tanıtmak.

Çetinoğlu: Devlet yetkililerimizin desteği oluyor mu?
Kesova:
Dış seyahatlerimizde başta Kültür Bakanlığı’mızın, yurt dışında konsolosluklarımızın, çıkışlarımızda vizelerimizle ilgili olarak yabancı konsoloslukların Eski Kültür Bakanımız Rahmetli Talat Halman ve çok değerli büyüğümüz Feyzi Halıcı Ağabeyimizin 1970’li yıllarda başlayan bu faaliyetlerimizde bizlere verdikleri cesaret ve desteği şükranla yâd ediyorum. Bizim “Hayrunnas men yenfaunnâs / İnsanların hayırlısı insanlara faydası olandır” Hadisi Şerifi doğrultusunda çalıştığımızı görmüşlerdi.  Feyzi Ağabeyle 3 sene evvel bir iftar yemeğinde birlikte olmuştuk. Ayrılırken “Nail’ciğim bir problemin olursa bilmek isterim” dediler. Kültürümüzün tanıtılmasında belki de en çok emeği geçen değerli büyüğümüzün hâlen devam eden desteğini bilmek bizleri memnun ediyor. Bu vesile ile kendilerine sağlık, âfiyet, uzun ömürler diliyorum.  Büyük insan Sayın Talat Halman’a Rabbin vâsî rahmetini niyâz ediyorum.
Çetinoğlu: Kaç yıldır Mevlevî mûsıkîsi ve semâ ile hemhalsiniz?
Kesova: Yurt dışındaki yüzlerce faaliyetimiz ve yurt içindeki bir o kadarı 40 küsur yıl gibi uzun bir süre için çok sayılmaz az da sayılmaz. Bazı ülkelere çok sık gitmişizdir. Mesela İtalya’yı Almanya’yı on onbeş kere ziyaretimiz olmuştur. Bazen bir gidişimizde üç beş ayrı şehirde programlarımız oldu. Sema öncesi ve sema sonrası konuşmalarımızda konferans ve sohbetlerimizde, radyo ve televizyon programlarımızda çok sorulara muhatap olmuşuzdur. Bu sorular, dini, tasavvufi ülkemizle ilgili olarak ekonomik, politik dahî olmuştur.

Çetinoğlu: Neler soruyorlar?
Kesova:
En yakın komşumuzdan, Yunanistan’dan başlayalım:  Geçen yıl, Mayıs ayında Atina’ da
2000 kişilik bir konser salonunda iki gece semâ ettik.  Salon tıklım tıklım dolu idi. İlk gece semadan sonra Atina Başkonsolosumuz çok güzel bir ikram hazırlamışlardı.  Bizzat Başkonsolosumuz bize ‘17 ülkenin başkonsolosu şu anda bu salonda bulunuyor’ demişlerdi.  Birçoğu ile tanıştık kısa kısa sohbet ettik. Tabii ki Atina Müftümüz ile de müşerref olduk.  Atina’dan sonra Selanikte semâ ettik. Selanik’e geçmeden Akropol’a karşı olan otelimizin bir balkonunda büyük bir gazetenin yazarı Katerina Bakoyanni ile (ki kendisi Yunanistan Dış İşleri eski Bakanının kızıdır), sohbetimiz oldu. Tasavvuf kültürümüz hakkında bilgisi vardı. Birdenbire bana, “Kur’an’da  tüm insanlara nasihat  var mı?” diye sordular.  ‘Evet!’ dedim.  ‘Allah’ın  “Yâ eyyühennâs!” veya “Yâ eyyühel mü’minîn!” diye açıkça söyledikleri genelde bütün insanlığa hitâbıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’e de “Din nedir? Diye sorduklarında “Ahlâktır !”
Diye cevap vermiştir.  Bu açıdan bakıldığında Yaradan’ın bizlerden aynı şeyi istediği anlaşılıyor. Tanrı’nın tek olduğu ve tek dini olduğu yüz yıllar içinde nâsihatları unutulduğundan zaman zaman yeni bir peygamber ve kitap ile bunları hatırlatmış olduğu düşüncesindeyiz…’ şeklinde cevap verdim.  
Bu arada,  çok sevdiğimiz ünlü tasavvuf şairimiz, Hz. Mevlana’nın çağdaşı, Yûnus Emre Hazretleri’nin ‘Dört kitabın mânâsı, Lâ ilâhe illallâh / Allahtan başka ilâh yoktur” şeklindeki sözlerini tekrarladım. Sohbetimizin devâmında Sayın Bakoyanni, Yunanistan’ın ekonomik durumunun Türkiye’den nasıl göründüğünü sordu.
Bu soruyu da şöyle cevaplandırdım: ‘Efendim, Hazreti Peygamberimizin bir sözü var: “Komşusu aç iken siz tok yatan bizden değildir.” Mevlana da, ‘Nerede savaş, kavga, gürültü var biz orada yokuz.  Nerede barış, insanlık dostluk var, biz oradayız” meâlinde konuşuyor. Yunanistan Avrupa Birliği üyesidir. Avrupa Birliği Yunanistan’ı içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtaramaz mı? Türkiye de hissesine düşen komşuluk görevini herhalde yapacaktır. Bizim Yunanlı dostlarımız var, üzülüyoruz. İnternetten devamlı görüşüyoruz.’ Diye cevap verdim.
Sohbetimiz yaklaşık 1,5 saat devam etti.  Ertesi gün meşhur Katimerini Gazetesi’nde yarım sahife olarak yayınlandı.  Tabii daha birçok konuları konuşmuştuk.  

Çetinoğlu: Selanik’e de gittiğinizi söylemiştiniz. Türklerin nüfus itibâriyle çoğunlukta olduğu şehirlere gitme imkânınız da oldu mu?
Kesova:
Atina’dan sonra Selanik’te ve Gümülcine’de birer gösterimiz oldu. Atamızın evini ziyaret ettik.  Restorasyon yapılıyordu, Başkonsolosumuzun izni ile biraz gezebildik.  Atamıza Fatiha okuduk. Mevsim ilkbahardı, sonbaharda açılışı yapıldı.  Atamıza lâyık bir restorasyon geçirdiğini ümit ediyoruz.
Selanikte ve Atinada seyircinin % 99’u Yunanlı, Gümülcinede ise % 99’u Türk’tü.  Buralarda da Konsolos ve Müftülerimiz teşrif etmişler ve akşam yemeklerimizi birlikte yemiştik. Gümülcine müftümüzün;  “Nail Efendi talebelerinizi iyi yetiştirmişsiniz “ şeklindeki iltifatı bizleri mutlu  etti.

Çetinoğlu: Yunanistan’da başka nerelere gittiniz?
Kesova:
Önceki yıllarda Girit Adasına, Türk Yunan Dostluk Derneğinin organizasyonu olarak
Samos (Sisam) Adasına gitmiştik. Samos adasında Bir lisenin bahçesinde semâ ettik. Bir dinî günlerine rastlamıştı fakat lisenin bahçesi tıklım-tıklım doluydu.  Seyircilerden birisinin bir sözü kulağıma kadar geldi.  Bizimle yakından ilgilenen organizasyonun sorumlularından biraz Türkçe de bilen bir Hanım, ‘Duydunuz mu ne diyor? Kiliseye gidecektim vazgeçtim. Buraya geldim.’ Diyor.  Semâ gösterisini beğenmiş olacak ki ‘Dervişler bir daha ne zaman gelirler?” Diyor.  Samos Valisi de seyirciler arasında idi. Semadan sonra bir konuşma yaptı ve bizlere teşekkür etti. Beni de sahneye çağırdı, mikrofonu bendenize uzattı. Hz. Mevlânâ ilhamı ile konuştum, teşekkür ettim.  Gece saat 22.00 idi. Vali bizi yemeğe davet etti. Önceden akşam yemeğimizi birlikte yiyeceğimizi tembih etmişlerdi. Yemekte Vali bey ile uzun bir masada karşılıklı oturduk.  Yanımızda ünlü organizatörlerimizden Erkan Özerman da vardı.  Kendisi muhtemelen Türk Yunan Dostluk Derneği üyesi veya davetlisi idi. Yemekte bir ara “Nail Bey, sizi Paris’e de götüreceğim.”  Dedi.  Hadisi şerif var:  “El ıde deynün / Vaad borçtur.” Gördüğümde hatırlatacağım.

Çetinoğlu: Türkiye’den kaç kişi gitmiştiniz?
Kesova:
Bizimle birlikte o geziye Türkiye’den 20/25 kişi katılmıştı.

Çetinoğlu: İtalya’ya da gittiğinizi söylemiştiniz. Bir hâtıranızı nakleder misiniz?
Kesova:
İtalya seyahatlerimiz çok olmuştur.  Saymadım amma 15 civarında vardır. Son seyahatlerimizden birinden bir hatıramızı bir cümle ile anlatayım:  Türkiye’ye döndükten sonra İtalyan Organizasyonunun Genel Sekreterliğinden aldığımız yazıda: ‘Teşrifleriniz ve ektiğiniz sevgi tohumları nedeniyle sizlere çok teşekkür ediyoruz’ diyorlardı.
Yine son yıllardaki hizmetlerimizden birinden bahsetmek istiyorum. 04 Temmuz 2010 Pazar Gecesi İtalya’nın Persiceto şehrinde, Piazza del Popolo ‘da (Halk Meydanı) ,  bir yaz gecesi, tarihi bir sarayın giriş kapısı önünde bir podyum hazırlanmış orada semâ edeceğiz. Açık havada. Önceden bir İtalyan sunucu semâ gösteresinin yöneticisi olarak beni takdim etti.  Sahneye çıktım.  Önümde 300 kişi kadar seyirci oturmuş sahneye yakın, herhalde protokol erkânı. Meydan pek büyük değil ama halk ayakta ve yer yok. Toplam 600/700 kişi. Fakat sağda solda ve karşıda saray binasına gelen üç yol var gördüğüm kadarıyla veya sahneyi görebildikleri kadarıyla o yollar da seyirci dolu.
‘Söze nasıl başlamalıyım?’ diye düşündüm ve ‘Esselamu aleyküm!’ Dedim. Birdenbire seyirciden gök gürültüsü gibi bir ‘Aleykum selâaaam’ sesi duyuldu. 700 kişinin hep bir ağzından çıkardığı bu ses müthiş bir şeydi.  Belki bir miktar Türk, Arap Müslüman vardı ama geri kalan hemen hepsi Katolik Hıristiyan’dı. Ne var ki selâm evrenseldi. Konuşmamı yaptım. Beş dakika içinde Dede kıyafetimi giydim.  Müzisyenlerimiz, sonra semazenler ve ben sahnedeki yerimizi aldık. Semâ gösterisi bittikten sonra, sahneyi önce dede terk eder. Bir metre kadar bir yükseklikte semâ için özel kurulmuş olan sahneden indim arkada sarayın kapısının önü loştu ışıkları sahneye vermişlerdi. Orada bir iskemle buldum oturdum.  Semazenler ve müzisyenler de selam vererek sahneyi terk ettiler. Kıyafetlerini değiştirmek için sarayın bize tahsis edilen odasına giderken halk da yavaş yavaş dağılıyordu. Ben de içeri girmek üzere iken 15-20 beş kişi beni gördü ve yanıma geldiler. En öndeki uzunca boylu genç bir adam: ‘Size bir şeyler sorabilir miyiz?’ dedi.  “Buyurun !” diye cevap verdim. Güzel İngilizce konuşuyordu. Konuşmamızı arada bir etrafındakilere İtalyancaya çeviriyordu. ‘Lütfen siz oturun” !” dedi. Ben yine iskemleye oturmuştum: Karşılıklı konuşmamız şöyle devam etti:
-Efendim yaptığınız bir dans mıdır?
-Semâ dediğimiz bu olayın, gördüğünüz gibi dansa benzer bir tarafı yok.  Dansta Allah’ı anmıyorsunuz, O’nu hatırlamıyorsunuz…  Halbuki semâda O’ndan başka bir şey düşünülmüyor. Dönen dervişler her bir dönüşte O’nu zikrederler. ‘Allah Allah Allah’ diyerek dönerler.  Okunan “Mevlevi Âyîni” dediğimiz beste de genelde Hz. Mevlanâ’nın Allah’a olan aşkını dile getirdiği mısralardır. Bu münasebetle bize göre bu bir nevi ibâdettir. Burada rûhî (Spiritual) bir olay cereyan etmektedir.  ‘Mistik bir harekettir’ de denilebilir.
Her dinde az çok mistisizm vardır.  Biz buna ‘tasavvuf’ diyoruz. İnsan bir arayış içindedir.  Nereden gelip nereye gittiğini bilmek istiyor. Ölmeden önce, ölümden sonrasını merak etmektedir.  İngiliz araştırmacı-yazar Jeffrey Somers; semâ için ‘A noble search for God / Asil bir tanrı arayışı’ diyor.  Bir hadisi şerifte; ‘Mûtû kable en temûtû / Ölmeden önce ölünüz!’ buyruluyor.  İşte sema, ‘Ölmeden önce ölmek’tir.
Dört bölümde gerçekleşmeğe çalışılıyor demiştiniz bu konuyu biraz daha açmanız mümkün mü? Özellikle akıl ve aşk kavramlarını…
-Zaten aklın ötesine ulaşma çabası var akıl burada yetersiz kalıyor… Semâ 4 selâm / bölüm demiştim. (Bu anda uzun boylu genç İtalyan diz çöktü.  Herhalde yorgunluktan.  Çünki 1,5 saatten beri ayakta idiler.  Ayaktakilerin de birçoğu yere oturdu ve sohbete devam ettik.)
Onlara gerekli bilgileri verdim. Memnun ayrıldılar.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim.