Bağımsızlığa kavuşan Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan'ın birleşerek Osmanlı'yı hedef almaları, II. Balkan Savaşı'nı tetiklemiştir. Balkan devletlerinin ortaklaşa harekete geçebileceklerine ihtimal vermeyen Osmanlı bu saldırılar karşısında başarılı olamadı; Bulgarlar Ekim 1912'de Çatalca'ya kadar gelmelerini engelleyemedi. Osmanlı'nın Makedonya ile ilişkisi kesildi. Sırpların Üsküp'e girmeleri, Arnavutluk'un işgal edilmesi Osmanlı'nın Balkanlar'da otoritesinin kalmadığını göstermekteydi. 

Balkan Savaşı sonunda, 30 Mayıs 1913'te Londra Anlaşması'nı imzalayan Osmanlı, Midye-Enez hattının batısındaki topraklarını düşmana vermek zorunda kalmıştı. Dedeağaç-Kavala arasındaki toprakları ele geçiren Bulgaristan, bu anlaşmayla, Ege Denizi'ne uzanmış oluyordu. Osmanlı'nın Balkanlardaki mirasını paylaşma konusunda kavgaya tutuşan Batılar, II. Balkan Savaşı'nın fitilini ateşlemiş oldular. 

Bu savaşta oldukça hırpalanan Bulgaristan'ın durumundan yararlanan Osmanlı, 3000 kişilik bir "serdengeçti" müfrezesiyle Edirne'yi ve Meriç Nehri'ne kadar olan topraklarını geri almıştı. Meriç Nehri'nin batısında kalan yüzde 85'i Türk olan topraklarda yaşayan Müslüman nüfusun da kurtarılması gerekiyordu, fakat Batılı dostlara Meriç'in batısına geçilmeyeceğine ilişkin verilen söz, Osmanlı'nın elini kolunu bağlıyordu. Ordumuzun gözü kara askerleri Habipçe, Harmanlı ve Bozköy'e akınlar düzenlemiş, fakat Bulgarların baskı üzerine harekete geçen Rusya ve Batılı devletler Osmanlı'nın Edirne'ye çekilmesine neden olmuştu. 

Tarihte "Edirne Fatihi" olarak anılan Yarbay Enver (Paşa), 16 subay ve 100 erden oluşturduğu 116 kişilik bir serdengeçti ekibini Kuşçıbaşı Eşref'in emrine vermiş, Ortaköy'ün alınmasıyla görevlendirmişti. Kuşçubaşı kısa sürede Ortaköy'ü almış, Koşukavak'a yürümüştü. Buraları Bulgar çetelerden temizleyen Kuşçubaşı burada milli bir tabur kurmuş, Kamber Ağa'yı hükümet başkanı ilan ederek Mestanlı'ya yürümüştü. Mestanlı'yı savaşsız ele geçiren Kuşçubaşı, Kırcaali'yi de alarak burada da bir hükümet kurmuştu. 

Kuşçubaşı'nın belirli bir amaca yönelik bu operasyonları Balkan devletlerini ve Batılıları ürkütmüştü. Babı Ali Kuşçubaşı'nın engellenmesini isterken, Enver Bey, daha sonra I. Dünya Savaşı'nda Irak Cephesi Komutanı olacak Süleyman Askeri Bey komutasında bir destek kuvvet göndermiş ve Batı Trakya'nın tamamının işgalini emretmişti. 31 Ağustos 1913'te Gümülcine, 1 Eylül'de de İskeçe yeniden Türk topraklarına katılmıştı. 

Gümülcine'nin kurtarıldığı gün, Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurularak başkanlığına Salih Hoca getirilmişti. Fakat Süleyman Askeri Bey, Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümet İcraiye Reisi olarak bütün yetkileri kendinde toplamıştı. 

Osmanlı yönetimi, dış baskılara dayanamayarak, bu konuda önderlik yapan Batı Trakya'daki birliklere “geri dön” çağrısı yaptı. Fakat, bu emre uymanın oradaki Türk nüfusu Bulgarların ve Yunanlıların insafına terketmek olacağını çok iyi bilen subaylar bu emre uymadılar ve 12 Eylül 1913 tarihinde Garbi Trakya Müstakil Hükümeti'ni (Batı Trakya Türk Cumhuriyeti) kurdular. 

Balkanlarda kurulacak bir Türk devletinin Balkan bozgunun gidişatını, Osmanlı'nın kaderini değiştireceğine inanmış olan Eşref Bey, Babıali'ye, sabık 10. Kolordu Kumandanı Hurşit Paşa'ya ve Erkan-ı Harp Kaymakamı Enver Bey'e yazdığı mektupta Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi'nin Batı Trakya Türk Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir devlete dönüştürüldüğünü duyuruyordu: 

"...Bu günden itibaren Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi altındaki çalışmamızı Hükümet-i Müstakile’ye (Batı Trakya Türk Cumhuriyeti) tebdil ve ilan, maalesef rabıta-i maddiyemizi Hükümet-i Osmaniye’mizden kesmiş olduğumuzu ilana mecbur oluyoruz... Merkezimiz Gümülcine Şehridir. Dedeağaç, İskeçe, Eğridere, Darıdere, Kırcaali, Koşukavak Şehirlerini ve diğer kaza ve nahiyelerini idare etmekteyiz. Hükümetimiz tam teşkilatla kurulmuştur.”

“.. Kuvvetlerimize ilhak ve hükümetimize iltica eden bazı efrad ve zabıtanın iadeleri Hükümet-i Osmaniye'ce talep edilmekte ise de, huku-ı düvel kaidelerine istinaden arz olunur ki, Garbi Trakya hükümetiyle Osmanlı Devlet-i Aliyye'sinin yekdiğeriyle muahedelenmiş bu gibi iade-i mücrimin ve bahusus da siyasi mücrimler hakkında bir anlaşma bulunmadığından, bu hususun da nazar-ı mütalaeden uzak bulundurulmaması istirham olunur. 

Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi Riyaseti adına Eşref."

 Garbi Trakya hükümet-i Müstakilesi'nin kuruluşu, Batı Trakya'daki halka da yine 25 Eylül 1913 tarihli bir beyannameyle duyuruldu. 

Sınırlar içinde Yunan ve Bulgar pulları geçersiz sayılmış, devletin kendi pulları basılmıştı. Devletin 30 000 kişilik bir ordusu vardı; bunun 6 000'i Osmanlı kalan 24 bini de yöre halkından oluşuyordu. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti tam teşekküllü bir devletti. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşunda yer alan isimlerden olan Yüzbaşı Yakup Cemil o günleri şöyle anlatıyor: "Balkanlara hızla girip, kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muazzama derhal sadrazamın makamına koştular. Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız. Kim kimin toprağını işgal etmişti? İttihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Reşid, Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık. Gümülcine, Kırcali, Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık. Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık. Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk. Avrupa ayağa kalktı. Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk. Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik. Bayrağımız vardı, başkentimiz Gümülcine’ydi, pul bile bastırmıştık’’. 

Osmanlı Devleti'nin bölgeyi Bulgarlara bırakmasının nedeni olarak, İttihat ve Terakki'deki iç çekişmeler gösterilir. Bab-ı Ali baskını sonrasında devlet yönetimine soyunan İttihat ve Terakki'nin dış baskılar doğrultusunda ülke çıkarlarıyla bağdaşmayan kararlar aldıkları bilinmektedir. Enver Paşa'nın Batı Trakya Türk halkının moralini yüksek tutmak, ilk fırsatta Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'ni kurma hazırlıkları yapmak üzere bölgeye köylü, çoban, imam ve işadamı kılığında Teşkilat-ı Mahsussa elemanları gönderdiği bilinmektedir. Fakat, tarihin akışı Enver Paşa'ya bu hayalini hayata geçirmesine izin vermeyecekti. Türk’ün kaderinin karardığı günler yaşanıyordu.. 

 Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk devleti, tarihteki ilk Türk cumhuriyetidir; 1918'de Azerbaycan'da Mehmet Emin Resulzade'nin kurduğu Azerbaycan Türk Cumhuriyeti'nden 5 yıl, Türkiye Cumhuriyeti'nden 10 yıl önce kurulmuş bir Türk cumhuriyetidir. Sınırları doğuda Meriç, batıda Makedonya, kuzeyde Bulgaristan- Rodop Dağları ve güneyde Ege Denizi'ydi. Bayrağı vardı; bayrağındaki siyah matemi, yeşil İslamiyeti, beyaz aydınlık günleri, Ayyıldız da Türklüğü simgeliyordu. Sözlerini Piyade Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri Bey'in yazdığı İstiklal Marşı’nı şu linkten dinleyebilirsiniz: 

 HYPERLINK "https://www.youtube.com/watch?v=cBqdlHO5xPA" https://www.youtube.com/watch?v=cBqdlHO5xPA

Ortadoğu haritasının yeniden çizildiği, yeni bir dünya düzeninin kurulmak istendiği bir dönemde, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin 104. yılını kutlarken, Osmanlı’nın, bir avuç vatanseverin üstün çabalarıyla hayata geçirilen bu devleti tanımamakla ne büyük bir hata yaptığını daha net görmekteyiz. 

Batı Trakya’da 8. 578 kilometrekarelik bir Türk Cumhuriyeti yaşatılmış olsaydı, tarihimizin akışı değişmez miydi?

Çok tarafsız bir gözlemle yanıt vermemiz gereken sorumuz şudur: Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne sahip çıkabilseydik, bir Balkan faciası yaşanır mıydı? Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek, mirasını paylaşmak isteyenler I. Dünya Savaşı’nı göze alabilirler miydi? 

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin geleceğimiz ve güvenliğimiz açısından önemini irdelerken, “ABD’nin Bulgaristan’da neden askeri üsler kuruyor?” sorusunun da yanıtını bulmamız gerekir. 

Kırım Savaşı öncesinde başlatılan Osmanlı’yı tari sahnesinden silme ve mirasını paylaşma operasyonlarının günümüzde de değişik küresel aktörler tarafından sürdürülmekte olduğunu görebiliyor muyuz?

Devletlerin, ilerde büyük sorunlar doğuracak hatalar yapma lüksü olmadığını anlayabiliyor muyuz? 

BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ MİLLİ MARŞI

Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,

Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına.

Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.

Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.

Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez!
Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!

Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.

Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!

Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.

Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak, yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!

Ey şirin Batı Trakya!... İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!... Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Şu bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!