FERRUH DEMİRMEN, Asılsız Ermeni İddialarına Cevap Verdi: ‘Başkalarını aldatmaya yönelik yalanlar üretiliyor’

Oğuz Çetinoğlu: Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’deki Middle East Studies Association (MESA) Türkçe ifadesi ile ‘Ortadoğu Çalışmaları Derneği’ adlı kuruluş, “Türk-Ermeni İncelemeleri Çalıştayı” (WATS) başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansın başlığı:                           “Geçmişten Bugüne Avrupa’nın Ermeni Soykırımı Yaklaşımları” idi. Konferans salonuna Türk tezini savunacak kişiler dinleyici olarak bile alınmadı.
Toplantının ve toplantıda konuşulanların hakkaniyete ve tarih gerçeklerine uygun olmadığını açıklayan İngilizce bir mektup hazırlayıp bazı kişi ve kuruluşlara gönderdiniz. Sizi bu hizmeti gerçekleştirmeye yönlendiren faktörler nelerdi?
Ferruh Demirmen: Berlin WATS (Sabancı vb.) Çalıştayı başlamadan hemen önce ABD merkezli Ortadoğu Çalışmaları Derneği (MESA), T.C. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a e-posta yoluyla 5.09.2017 tarihli bir şikayet mektubu gönderdi. Mektubun kopyası bilgi olarak TBMM ve YÖK Başkanlıklarına, Washington T.C.  Büyük Elçisi Sayın Serdar Kılıç’a, ABD Ankara Büyük Elçisi Sayın John Bass’a, ayrıca Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler ifade özgürlüğü ve insan hakları yetkililerine gönderildi. Üzülerek öğrendim ki, Türk resmi makamları bu noktada sessiz kalmıştı. Bir sâde vatandaş olarak mektubu gönderen bu şımarık saygısızlara cevap vermeyi kendime ödev edindim; 27.10.2017 tarihli bir mektubu kaleme alıp MESA yöneticilerine ve bilgi olarak da kopyasını Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan hariç, diğer ilgililere gönderdim.  

Çetinoğlu: Bu hizmetiniz, her türlü takdire lâyıktır. Neden sessiz kalınmış olabilir?

Demirmen: Sessizliğin sebeplerini bilemeyiz. Belki de Ermeni lobisinin yurt dışındaki Türk-karşıtı faaliyetlerinin ciddiyeti Türkiye’den yeterince takdir edilmiyor. Yıllardır Türkler aleyhinde uydurulan vahşet ve diğer olumsuz havadislere yeterince tepki gösterilmeyişinden cesaret alan ithamcılar, bu tür mektuplara cevap verilmeyince çirkin ithamlarında daha da azgınlaşıyorlar. Durumun vahametinden Türk halkı – ve derim ki, Türk hükümeti - haberdar değil. Son 6 ayda ABD’nin 3 eyaletinde “Ermeni Soykırımı”nı tanıma kararı çıktı; bildiğim kadar Türkiye medyasında haber bile olmadı. Sonra her yıl 24 Nisan yaklaşınca bir endişedir, medya sorunu hatırlıyor. Bugün ABD Kongresi’nde “Ermeni soykırım”ını ve Kanada Senatosu’nda “Pontus soykırım”ını tanıma tasarıları var. Ermeni lobisi yetmiyormuş gibi Yunan lobisinden de saldırılar var. İsrail’den de şüphe yaratacak haberler geliyor. Bu arada ABD’deki Yahudi lobisinin soykırım ithamlarına karşı eski desteğini de kaybettik.

Çetinoğlu: MESA mektubunda nelerden şikâyet ediliyordu?

Demirmen: Mektupta, Türkiye’de yerleşik bilginlerin “Ermeni Soykırımı” konferansına katılımlarının bazı kesimler tarafından önlenmesine çalışıldığı, bu girişimlerden “derin endişe” duyulduğu belirtiliyordu. 
Deniliyordu ki, “Bu girişimler bilimsel çalışmaların ‘zaptedilmesi’ gidişatına işâret eder ve Türkiye’deki bilginlerin akademik özgürlüğüne bir ‘saldırı’ anlamına gelir.”
Mektupta bilimsel çalışmalar için temel olan - ve kendilerince büyük değer verildiği belirtilen - “akademik özgürlük” ve “ifade özgürlüğü” ilkeleri en az 10 kez dile getiriliyordu. Yâni kendilerini bu noktada övüyorlardı; Türkiye’yi kınıyorlardı.
İlk görünüşte böyle bir mektup akademik kesimlerde evrensel olarak takdirle karşılanır. Ancak mektupta kritik bir ayrıntıya değinilmiyordu: WATS konferansları - ki 2000 yılından bu yana 10. kez yapılıyordu - kasten tek yanlı, başka deyişle dışlayıcı olmuştur. Türk ya da yabancı olsun, konferansa katılımı istenen akademisyenler  “soykırım” görüşüne taraftar olan kişilerdir. (Türk ismi taşıyan kişiler tabii ki daha da muteber!) Tersine, yine Türk ya da yabancı olsun, “Ermeni soykırımı” tezine karşı çıkan bilginler veya araştırmacılar konferanslardan dışlanmışlardır. Bunlar “istenmeyen kişi” muamelesi görmüşlerdir. Ortada sergilenen açıkça bir hipokrasidir.(1)

Çetinoğlu: Konuyu biraz açabilir misiniz?    

Demirmen: Mesela, Türk görüşünü savunmakla bilinen Türk araştırmacıların Berlin konferansına katılma istekleri kabul görmemiştir. Bazı hallerde gösterilen mazeret, “yer yokluğu” idi. Diğer durumlarda konferansa kayıt başvuruları veya soruları cevapsız kaldı. Bu kategorideki bir kişi kayıtlı olmamasına karşın konferansa gittiğinde - ki kapıda soru sorulmamıştı - az sonra salonda dikkat çekmiş ve kayıtlı olmadığı gerekçesiyle konferansı terketmesi istenmişti. İlginçtir ki, kaydını yaptırması istenmemişti; alenen salonu terketmesi istenmişti. Konferans salonu 25-30 kişilik bir toplulukla yarıdan fazla boştu. “Yer yok” mazereti bu kadar olur!
Akademik titre sahip ve MESA gibi bir bilge kuruluşun yöneticileri olan bu bayanlar bilmelidirler ki, bilimsel çalışmaları tema yapan konferanslar taraf ve önyargıdan arınmış olarak değişik görüşlere açık olmalıdır. Bu konferansların temelinde serbest görüş-alışverişi yatar. Ön yargı ile bilimsel çalışma yapılamaz.     
Bir benzetme yaparsak,  Berlin’deki gibi bir WATS konferansı, “Ku Klux Clan” gibi bir [ırkçı] derneğin “ABD’de Irk İlişkileri” temasında bir konferans düzenlemesi, katılımların üyelerle sınırlı tutulması, ve bu vesile ile “ifade özgürlüğü”nden övünç ile söz edilmesinden farklı değildir.
Şu da gerçek ki, “Ermeni soykırımı” bilginler arasında tartışmaya açık bir konudur. Bu husus insan haklarında Avrupa’da en saygın olan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”nin (AİHM) 2013 ve 2015 İsviçre-Perinçek dâvâsı hükümlerinde kayda alınmıştır.

Çetinoğlu: Nasıl?

Demirmen: 1985 yılında ABD’de 69 tarihçi ve araştırmacı - ki aralarında dünyaca ünlü tarihçi Bernard Lewis vardı - Ermeni soykırımı iddialarını reddetdiklerine dair ortak bir karar aldılar. Kararı, ABD Temsilciler Meclisi üyelerine hitap eden ve New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayınlanan bir bildiride beyan ettiler. Bu kişiler Türk, Osmanlı ve Orta Doğu tarihi konusunda uzman olan akademisyenler idi. Daha sonra bu akademisyenlerin birçoğu soykırım taraftarlarınca tâciz edildiler, korkutuldular. 2001 yılında 124 Türk akademisyen 1985 bildirisini destekleyen bir tebliğ yayınladı.
AİHM yargıçları, Türk araştırmacı ve tarihçilerin çalışmalarını yakından takip etmemişlerse bile, tabii ki 1985 bildirisinden haberdar idi. Kaldı ki, Türk tezini savunan bilginler gerek yurt içinde ve gerekse de yurt dışında soykırım iddialarının asılsız olduğunu eserleri ve konuşmaları ile çok kez gündeme getirdiler. Batı’da bu görüşler yeterince yayımlanmadı veya kabul görmedi, hatta Ermeni lobisi bu görüşleri tamamen görmezden geldi.
MESA yöneticilerine sordum: 1915 Osmanlı Anadolu’su olaylarının tartışmaya açık olduğu su götürmezken, siz soykırım karşıtı görüşleri göz ardı etme ve bu kamptaki akademisyenleri WATS konferanslarından dışlama hakkını nereden buldunuz?
Öyle ki, kendilerini tarihî gerçekler konusunda Allah’ın tâyin ettiği hakem gibi görüyorlar!

Çetinoğlu: MESA dışında başka kuruluşlar da peşin hükümlerle sakatlanmış açıklamalarda bulunuyorlar…

Demirmen: Evet, maalesef öyle. ABD’de “Ermeni soykırımı” konusunda bu kadar açıkça önyargılı kuruluş veya enstitü sadece MESA değildir. Yıllardır soykırım karşıtı bilginlere bir nev’i veba muamelesi yapmış olan önyargılı “Uluslararası Soykırım Bilginleri Cemiyeti” bunlardan biridir. Türk aleyhtarlığının bâriz olduğu UCLA (Kalifornia Los Angeles Üniversitesi) gibi üniversiteler de var. Öyle ki, UCLA’de tarih profesörlüğü yapan merhum Stanford Shaw, evinin aşırı Ermeni öğrencileri tarafından bombalanmasının ardından 1992 yılında üniversiteden erken emekli olmak zorunda kaldı.

Çetinoğlu: Profesör Shaw’ın “suçu,” ne idi?

Demirmen: 1915 olayları ile ilgili Ermeni tezine karşı çıkmışdı. 

Çetinoğlu: Yüz karası bir durum. Sonra Efendim?        

Demirmen: Yine biliriz ki, ABD’de bazı kuruluşlar Ermeni kaynaklarından bağış sağlamak için fahişelik yaparcasına “akademik çalışmalar” afişlemesi altında yalnızca Ermeni-taraftarı soykırım incelemelerine sahip çıkmışlardır. Bu kuruluşlara bağımsız araştırmalar yapma argümanını ileri sürerseniz sanırlar ki Çince konuşuyorsunuz.
Bu kadarla da kalınmıyor. Bazı akademik kuruluşlar “Ermeni soykırımı” ile uzaktan ilişkili olsa bile Türk tarihi konusunda sunum yapacak davetli konuşmacıların engellenmesini hedefleyen Ermeni baskılarına boyun eğmişlerdir. Daha bir yıl önce güney Kalifornia’da bir üniversite, Atatürk hakkında konuşma yapacak davetli bir tarihçinin sunumunun birtakım Ermeni öğrenciler tarafından engellenmesine duyarsız kaldı. Konuşmacı sunumuna başladıktan 10 dakika sonra salonu terk etmek zorunda kaldı. Olay bir rezalet idi. Nerede ifade özgürlüğü? Üniversite Türk tarafından gelen protestolardan sonra özür diler gibi bir mesaj yayınladı.
Kökü din ve etnisiteye dayanan tarafgirlik bir yana, “Ermeni soykırımı”nın niçin bir safsata olduğunu belirtmek için MESA’ya gönderdiğim yanıtta bir takım açıklamalar yapmak isterdim. Ne ki, mektubumda yer darlığı buna imkân vermedi. Bu nedenle önemli gördüğüm aşağıdaki durumlara  sadece atıf yapmakla yetindim: Osmanlı hükümetinin Tehcir kararında niçin Ermenilere hiçbir zarar vermek kastı olmadığı, Tehcir işleminde yaşanan olayların niçin toplumlar arası bir çatışma olduğu, Andonian Dosyası* ve yüz kızartıcı Hitler Söyleminin* niçin sahte oldukları, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsünün* niçin inandırıcılıktan uzak olduğu, Osmanlı Türklerin 1.5 milyon Ermeni mülteciyi katlettiği iddiasının niçin insafsız bir yalan olduğu, 1915 olayları ile ilgili Ermeni tezinin nasıl yarım milyondan fazla sivil Müslüman (ve Yahudi) halkının 1910-1922 sürecinde Ermeni çetelerince kıyımını görmezden geldiği, 1923 Hovannes Katchznouni Manifestosunun* ve  1919-1921 Malta Yargılamasının* ne önem taşıdıkları, ABD Kongresi’nin General James Harbord’un harp bölgesini ziyaretinin ardından hazırladığı rapora (Harbord Raporu)* istinaden niçin Nisan 1920’de “Ermeni Mandaterliği” tasarısını reddettiği, ve 1923 Lozan Antlaşması’nın niçin “Büyük Ermenistan” hayaline son verdiği …
Yine aynı şekilde, 2. Dünya Savaşı’ndaki Daşnak-Nazi işbirliğini, savaş sonrasında Türk diplomatlarını hedefleyen ASALA/JCAG terörünü*, Hocalı Katliamı’nı*, ve Kuzey Amerika’da parası bol, iyi organize edilmiş Ermeni lobisinin - ki bu lobinin faaliyetleri kısmen de olsa Hollywood ürünü filmlere dayanır - tarihî gerçekleri nasıl saptırdığını, medyada ve politikacılardan nasıl destek topladığını ve bu arada toplumda etnik çekişme ve de ırkçılığa kadar uzanan husumete yol açtığını da, mektubumda sadece değinmekle yetindim.
(1)Hipokrasi: İki yüzlülük, başkalarını aldatmaya yönelik yalanlar üretmek.

*AÇIKLAMALAR

Andonian Dosyası: “Talât Paşa Telegrafları” adı altında da anılan, iddiaya göre Osmanlı İçişleri Bakanı Talât Paşa ve diğer Osmanlı üst-düzey yetkililer tarafından 1915’de Ermenileri yok etme talimatlarını içeren, 1920’de bir kitap olarak basılan belgeler zümresi. Kitap daha sonra Paris’te (Fransızca) ve Boston’da (Ermenice) basıldı. Aram Andonian adlı bir Ermeni, Halep’te görevli  “Naim Bey” adlı bir Osmanlı memurundan bu belgeleri temin etmiş. Kitapta hem Naim Bey’in “anılarına,” hem de Andonian’ın kendi notlarına yer veriliyor. Naim Bey gibi küçük bir Osmanlı memurunun o tarihlerde Halep’te varlığının çok şüpheli olması ve böyle bir memurun bu çok önemli belgeleri nasıl temin etmiş olması bir yana, tarih, telegraf şifrelemesi, imlâ hatâları, imzalar ve rakamlarda birçok tutarsızlıklar var. Andonian, belgelerin asıllarını çıkaramadı ve 1937’de kitabın bir propaganda amacıyla düzenlendiğini itiraf etti.
Hitler Söylemi: İddiaya göre, Hitler’in 2. Dünya Savaşı’nda Nazi ordusunun Polonya’yı işgal etmesinden hemen önce Polonya halkının kırılıp döküleceğine atıf yaparak Ağustos 1939’da, “Ne yâni, bugün Ermenilerin yok edilişinden bahseden var mı?” sözleri. Söylem İngilizce olarak ilk kez 1942’de bir kitapta yayınlandı. Söylem Nürnberg Mahkemesine Hitler aleyhine bir delil olarak sunulmuşsa da, mahkeme inandırıcı bulmadığı için delil olarak kabul etmedi.

Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü: 1918’de eski Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau adı altında yayınlanan ve genellikle Morgenthau’nun elçilik dönemindeki günlük ajandalarını ve mektuplarını içeren kitap. Morgenthau 1913-1916 döneminde İstanbul’da ABD büyükelçisi olarak bulundu. Kitabı yazan aslında Burton J. Hendrick adlı bir hayalet yazardı. Elçiliği sürecinde İstanbul’dan dışarı ayak basmayan Morgenthau, çoğunlukla Ermeni sekreteri Hagop S. Andonian (bir ihtimalle Aram Andonian’ın akrabası) tarafından düzenlenen diplomatik raporlarında Osmanlı devletinin Hıristiyan Ermenileri kasıtlı olarak yok etmeye çalıştığını iddia etmiştir. (Morgenthau’nun diğer önemli assistanı Arshag K. Schmavonian adlı bir Ermeni idi). Kitabın ana gayesi, ABD’nin İtilaf Devletler safında harbe girmesi için ABD yönetimini ve halkını ikna etmekti. Aynı zamanda bir Zionist olan Morgenthau, İngiliz “Propaganda Dairesi” ile bu yönde daha önce koordineli bir şekilde çalışmıştı. Türkleri çirkince karalayan, ırkçı sıfatlar taşıyan “Öykü” kitabında, Talât, Enver ve Cemâl Paşa’lar ile yapılan görüşmeleri çarpıtan, Morgenthau’nın kendi ajandaları ile çelişkili ifadeler yer almıştır. Kitap, “Ermeni Soykırımı” suçlamaları için başlıca referans olmuştur.  

Hovannes Katchznouni Manifestosu: İlk Bağımsız Ermenistan (1918-1920) Başbakanı Katchznouni’nin Nisan 1923’de Bükreş’de yapılan Daşnak Partisi (Ermeni Devrim Federasyonu) toplantısında verdiği bildiri. Bildiride, Osmanlı Ermenilerinin isyan etmek ve Rusya’ya güvenmekle büyük hatâ ettiği, Daşnakların yanlış politikaya fedâ oldukları ve bundan böyle yapılacak bir şey olmadığı için Daşnak Partisi’nin lâğvedilmesi gerektiği beyan ediliyordu. Katchznouni’ye göre Ermeniler Osmanlı Devleti’nin masaya oturma ve konuşma teklifini reddetmemeliydi. Türkler Tehciri savunma güdüsüyle yapmışlardı ve pişman olmaları için bir sebep yoktu. Yeni kurulan bir Ermenistan Cumhuriyeti’nin zirvesindeki bir liderin tarihe geçecek itirafı idi bu. Bildiri aslında Katchznouni’nin kaleme aldığı bir kitaba dayanıyor. Bildiri aslında Katchznouni’nin kaleme aldığı bir rapordur. Ki bu rapor daha sonra kitap olarak basıldı. Kitabın Ermenice ve İngilizce baskılarını Batı ülkeleri kütüphânelerinde bugün bulmak imkânsız. Mevcut nüshalar ‘ödünç’ alınmış ve kütüphanelere iade edilmemiş.

Malta Yargılaması: İstanbul’u işgâl eden 1. Dünya Savaşı galibi İngilizlerin, Ermenileri öldürmek suçlamasıyla 144 Osmanlı devleti üst-düzey görevlilerini tutuklayarak 1919-1921 yıllarında Malta kolonisinde yargılamaları süreci. Suçlamalar ağırlıklı olarak Ermeni kilisesi dâhil Ermeni kanadından geliyordu. Tutuklular arasında Sadrazam Sait Halim Paşa, mebuslar ve üst komutanlar vardı. İngilizler, İstanbul’daki belgeler ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Washington’daki dokümanları dâhil bütün belgeleri titizlikle incelediyse de, sanıklar aleyhine yeterli delil bulamadı. İki yıl 4 aylık bir süreçten sonra sanıklar serbest bırakıldı ve gemiyle Türk topraklarına iade edildi.   

Harbord Raporu: ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından 1. Dünya Savaşı sonrasında Anadolu’da incelemeler yapmak, yeni kurulan Ermenistan topraklarını ziyaret etmek için görevlendirilen bir askerî heyetin lideri Tümgeneral James C. Harbord’un gözlemlerini içeren rapor. General Harbord 19.10.1919 tarihli mektubunda ABD kaynaklı misyonerlerin Ermenilere çok nakdî ve insanî yardım yaptıklarını, buna karşın Türklerin ve Kürtlerin başı bozuk Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini, mezhep-kaynaklı kan gövdeyi götüren olaylardaki mağdurların çoğunlukla Müslüman olduğunu, raporunda belirtti. Rapordan sonra ABD Senatosu Başkan Wilson’ın “Ermenistan Mandaterliği” önerisini reddetti. Harbord 22-24 Eylül 1919’da Mustafa Kemal ve Rauf Orbay ile Sivas’ta, daha sonra Kâzım Karabekir ile Erzurum’da görüştü. Görüşmenin ardından Kâzım Karabekir’e, “Gerçekleri gözümle gördüm” dedi.

ASALA/JCAG terörü: “Ermenistan Kurtuluş Gizli Ermeni Ordusu” (ASALA) ve “Ermeni Soykırımı Adalet Komandaları” (JCAG) adları taşıyan Ermeni örgütlerinin 1973’de başlayan ve büyük çoğunlukla 1980’lere kadar uzanan terör faaliyetleri. Toplam 38 şehri ve 21 ülkeyi kapsayan, 110 terör olayı vuku buldu ki bunların 39’ı silahlı saldırı, 70’i bomba saldırısı, biri işgal idi. Terör sonucu 27’si Türk diplomat, 7 aile mensupları olmak üzere 71 kişi katledildi ve çok sayıda yaralı oldu. Saldırlar Türkiye dışında yapıldı ve suçluların çoğu bulunamadı, bulunanlar genellikle adaletin pençesinden ucuz kurtuldu. Öte yandan 1921’de Berlin’de Talât Paşayı öldüren Soghoman Tehlirian adlı katil, mahkemece “aklanmıştı.”

Hocalı Katliamı: Dağlık Karabağ Savaşı ile ilgili olarak, Sovyet Rus ordusu destekli Ermeni birliklerinin hukûkî olarak Azerbaycan’a bağlı Hocalı kasabasında Azerbaycan Türklerinden sivillere karşı yaptığı katliam. 25-26 Şubat 1992’de oluşan katliam, 106’sı kadın, 63’ü çocuk ve 70’i yaşlı olmak üzere 613 kişinin ölümüne yol açtı. Ölenlerin bazıları yakılmış, gözleri oyulmuş veya başları kesilmişti. Azerbaycan Türklerinden 150 kişini âkıbeti bilinmiyor. 1275 Azerbaycanlı Türk esir alındı. Halkın büyük bir bölümü sert kış koşullarında kasabayı terk etti, dağlık arazide çok kişi yolda soğuktan öldü.