BARIŞ MANÇO’YU ANMAK…

BARIŞ MANÇO’YU ANLAMAK…

Bir gece vakti, uykusuz, yağmurlu, sıkıntılı, bir gece yarısı vakti, pencerenizden; ıslak kaldırımlı caddeyi, bahçenizde ki kurumuş ağaçları, uzak ışıkları, yıldızsız,  puslu, karanlık,  gökyüzünü izlerken, bir müzik sesi duyarsınız.

Gecenin sessizliğini bozan o kısacık birkaç saniye, ruhunuzda tatlı bir meltem estirir.

Kısa bir andır sadece. 

Kısacık tatlı bir an…

Park etmek üzere olan bir otomobilin müzik çalarından, hiç beklemediğiniz bir anda, sevdiğiniz çok özel bir sesin şarkısının sözleri kulağınıza gelir.

Hatırlarım bu gün gibi,

Başın öne eğik bir suçlu gibi 

bana verdiğin hediyeyi,

İki küçük kol düğmesi 

Bütün bir aşk hikayesi

İki düğme iki ayrı kolda

bizim gibi ayrı yolda…

Şarkının verdiği ilhamla  oturursunuz yine yazı masanızın başına. Haftalar önce bıraktığınız, bir türlü devamını getiremediğiniz virgülden devam edersiniz yazmaya.

Gecenin tenha ama  yaratıcı saatlerinde bu kez üstadın  diğer şarkıları size  eşlik eder. Bazı şarkılarda hızlanır parmaklarınız, bazılarında yavaşlar .  Sabah ışıklarına az bir zaman kala son bir şarkıyla uğurlarsınız üstadı.

Dün yine yapayalnız dolaştım yollarda, 

Yağmurlarda  ıslanan bomboş sokaklarda. 

Gözlerimde yaş, kalbimde sızı,

unutmadım seni …

Barış Manço, Sanatçı, şarkıcı, besteci, söz yazarı, TV programı yapımcısı ve sunucusu, köşe yazarı, Devlet Sanatçısı ve Kültür Elçisidir. Türk Rock müziğinin öncülerinden.

Yüksek  öğrenimini Belçika Kraliyet Akademisinde  pek çok işte çalışarak, zorluklar içerisinde tamamlamış, bestelediği 200’ün üzerinde şarkılarının  bir bölümü Arapça, Bulgarca, Flemenkçe, Almanca , Fransızca, İbranice, İngilizce, Japonca ve Yunanca olarak yorumlanmış, Hazırladığı televizyon programıyla Dünya'nın pek çok ülkesine gitmiş ve  bu nedenle "Barış Çelebi" olarak da adlandırılmış çok kıymetli bir sanatçıdır.  

O, bir seyyahtır. Televizyonlarımızın tek kanallı olduğu zamanlarda ekranlarda seyahat güncesi tutmuş,  ‘Adam Olacak çocuklarla’ çocuk olmuş bir hümanisttir.

Barış Manço ,son yıllarda özlemini çektiğimiz, detone seslerin ve vasat şarkıların içerisinde geçen yılların ardından  değerini daha fazla idrak ettiğimiz bir değerdir.

Sevilen Sanatçı,  henüz 56 yaşındayken aramızdan ayrılmıştı. Onun 56 yıllık kısa sayılabilecek ömrüne ne çok şey sığdırdığını düşününce, anlıyorum  hep bir yerlere yetişecekmiş gibi hızlı konuşmasının, hızlı hareket etmesinin nedenini…

Yaşaydı  74 yaşında olacaktı. 

90’lı yıllarda Televizyon ekranlarımızda Haberci Ali Kırca’nın, efsane bir tartışma programı vardı. Ülkenin en önemli sanatçılarının, politikacılarının, yazarlarının, gazetecilerinin en güncel, en çok konuşulan meselelerini çeşitli boyutlarıyla tartıştıkları, özgürce düşüncelerini ifade ettikleri, kalabalık, coşkulu, çok sesli, sabahın ilk ışıklarına kadar süren, muhteşem bir tartışma programıydı. 

1990’lı yılların başında gençler arasında milliyetçilik yükselen bir değer halini almış, Milliyetçilik akımı  bir alternatif olarak görülüyordu. MHP oylarını 2’ye katlamıştı. 

Efsanevi lider Başbuğ Alparslan Türkeş ,

“Dört Nala  gelip, uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizimdir.” 

Nazım dizelerini MHP kongresinde  okumuş ve çok konuşulmuştu. 

Oylarını 2’ye katlamış olan bir MHP,  toplumda yeniden gündeme gelen yükselen Milliyetçilik dalgası  ve farklı partilerin kongrelerinde hatta maçlarda bile Boz Kurt işareti yapan insanlar, gençler dikkat çekiyordu. 

Milliyetçilik akımı toplumda partiler üstü bir hareket olarak yer alıyordu. 

Kavramlar, doktrinler, fikirler, görüşler Siyaset Meydanında saatler boyu  tartışılıyordu.

O programlardan birinde:

“Milliyetçiliği değil, yurt severliği öne çıkarmalıyız.’’ diyen bir profesörü , Alp Arslan Türkeş’in, mirasçısı olarak kabul edilen ancak daha sonra derin fikir ayrılıklarından yollarını ayıran, Muhsin Yazıcıoğlu yanıtlıyordu.

Ben henüz 16 yaşında lise son sınıf öğrencisi bir çekirgeydim. 

Elimde defter, kalem notlar alarak izlerdim o programları. 

O programda, hararetle tartışılırken en keskin, en farklı fikirler düşüncelerini ifade ederken 

sık sık  sözünü kesen bir hanımefendiye “Lütuf eder misiniz?, lütuf eder misiniz?” diyerek  tartışmaya devam edebilir di 68 kuşağından, Türkiye Komünist Partisi ve Sosyalist Birlik partisi kurucularından bir isim. 

Üstelik kendisini biraz ötesinde oturup, söz alacağı vakti bekleyen Türk Ocakları Başkanı, Sadi Somuncuoğlu ya da MHP genel Sekreteri dinlerken…

Sene 1994 idi.

Ali Kırca, bu çok sesli koroyu bir Maestro gibi yönlendirir, söz verir, kimi zaman yükselen nabzı düşürürdü. 

Atv’ nin meşhur programı Siyaset Meydanına o demokratik tartışma platformuna ölümünden birkaç hafta önce Barış Manço’da katılmıştı. 

Yaptığı son konuşmalarından biriydi. 

‘’Halkımızın beğenisine sunulan, empoze  edilen ve “Yeni Pop akımı” denilen müzik türünü düşündürücü bulduğunu belirtmiş, tartışma üslubuyla da bir İstanbul beyefendisi olduğunu göstermişti. 

90’larda halkımızın beğenisine sunulan, özel kanalların Show, renk, farklılık ve çeşitlilik  arayışı ihtiyacıyla  gelişen, müzikte ki önce cıvıl, cıvıl, sonra kıpır kıpır, sonra vıcık vıcık olan akımı, kültürel ve sanatsal yozlaşmayla başlayan uzun yıllar önce temeli atılan durumu ciddiyetle incelenmesi gereken, radikal ve sert değişim dalgalarını değerlendirmiş, ve tespitler yapmış ve 99 yılına birkaç hafta kala bu konuda bir belgesel çalışması içinde olduğunun haberini vermişti. 

Sene 1998’in sonuydu bu kez…

Bu sözlerden birkaç hafta sonra Barış Manço  kalp krizi sonucu 1 Şubat 1999’da yaşamını yitirdi. 

Barış Manço öldüğünde, ilk defa tüm  Türkiye’nin bütün renkleri, yüzbinlerce insan, halk sokaklara dökülmüştü. 

Çocuklar, yaşlılar, kadınlar, erkekler Barış Manço’ ya ağlıyor, onu son yolculuğuna uğurluyordu. Ali Kırca  her akşam  dostunun bir şarkısı ile Ana Haber Bültenini noktalıyordu. Onun anısına gerçekleştirdiği Siyaset Meydanı Programında, göz yaşlarını tutmaya çabalıyor, ilk kez sesi titriyordu.

Halk, yüzbinlerce  insan, sokaklara dökülerek bu değerli sanatçıyı son yolculuğuna uğurlamıştı… Barış Manço’yu halkın bunca sahiplenmesi, sevmesi, o döneme kadar hiçbir ünlü ismi, sanatçıyı uğurlamadıkları gibi onu son yolculuğuna uğurlamaları o yıllarda daha önce hiç karşılaşmadığımız bir durumdu.                   

Yalnızca aşk, sevgi ve hasret temasını işlediği şarkıları dışında: Banu Çiçek, Bay Koca’yı bir ümit bekler  sözleriyle devam eden “Vur ha Vur’’ 

(Bay koca destanı), Estergon kalesi, Bin boğanın kızı, Genç Osman (Hey Koca Topçu), Süleyman gibi nice  şarkıları ile de Türk uygarlığını, Türk  kültürünü, dünyaya tanıtmış, destanları şarkılarına nakış gibi işlemiş , Cumhuriyetçi bir Türk Milliyetçisi, bir kültür elçisi, kusursuz bir entelektüel ve  bir düşünürdü .

Bu büyük değerin “Ozan’ın’’ kaybıyla birlikte biz 

 90’lı yıllar defterini de sonsuza dek kapattık. 

Kabul etmemiz gereken şuydu ki; Barış Manço ile birlikte bir devirde bitmişti.

Belki tesadüf, belki kaderdi…

Ölümünün ardından onu itibarsızlaştırmak için her türlü magazinsel dümen çevrildi.

Sağlığında onu eleştirmek için tek kelime etmeyen sözde köşe yazarlarından biri  bitmez, tükenmez, nefretini kustuğu yazılarından birini de  onun için kaleme almıştı. 

Kültürümüzdeki “ölünün arkasından konuşulmaz geleneğinden’’ bir haber olmalıydı…

Bu eleştirilerin ve  karalamaların Türkiye için, sevenleri için, hiç bir kifayeti, anlamı yoktu.

Tarih ve gelecek kuşaklar onların isimlerini  değil ,

Barış Manço’nun eserlerini ve ismini, hatırlayacak ve yaşatacaktı…

Barış Manço.

Her zaman kalbimizde, o yeri doldurulamaz tahtında olacaksın.

Bir yarım ezgi, kalan bir avuç dost ve yitirdiğimiz,

Bu ayrılık bize zulüm getirir, 

geçti dost kervanı,

eyleme beni…

eyleme beni…

Çok ekmeğin yedim,

Helallaşalım.

Geçti dost kervanı 

Eyleme beni…

Eyleme beni… 

Dediğimiz, 

sevdaların 

yarım kalan düşleri gibi…

Ruhun Şad olsun…