Ben mi biz mi?

Bu iki kelime tarih boyunca gündemi bir o, bir bu şekilde yakalayıp yaşam şekillerine değişik anlamlar kazanmış.

Memur aileleri sık sık tayinle beraber yer değiştirdiklerinden çocuklarına, yeni ortama adapte olmaları zor, bocaladı işte derlerdi. Gerçekten de değişime ayak uydurmak zordur. Her karakterin “Hop hop hop değiş tonton” diyebileceği bir şey değildir. 

Ben ve biz sık sık yer değiştirir. Özellikle de yeni yapılaşmış durumlarda.

Yeni bir okulda, değişen işte, iş ortamında yenilenen ceoda, anne olunca, taşınan kiracıda, sımsıcak yeni bir aşkta…

Egolar çarpışır. O yılın trendi neyse o kazanır.

Ya ben ya biz…

Değişim zordur aslında.

Yıllar önce “Değiştir” diye bir yarışma programı vardı. Bir şarkı söylerken hop başka şarkı söylettirirlerdi. Tabii beynin ani uyumu zor olurdu…

Bu arada siyasilerin bastırdığı değişimi, kabullenmenin getirdiği kargaşalı bir süreçte olduğumuz da aşikar.

Sosyal yaşam algıdaki “Ben mi,  biz mi?” lerden yarışa girmiş vaziyette. Bu geçiş bocalaması da çeşitli temalarda ciddi tahriplere yol açmakta.

….

Geçen hafta Harbiye Muhsin Ertuğrul’da izlediğim bir oyunun konusu  işte tam da bu noktada ortaya çıkmış.

Birlikteliğin dayanılmaz benliği…

“Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar”

Neil Simon yazmış. Ersin Umulu yönetmiş.

Yazıldığı 1978 yılından bu yana Broadway’da ve dünyanın birçok yerinde defalarca sahnelenmiş ve yoğun bir ilgi toplamış.

Çok keyifli bir müzikal. Yazar aynı zamanda dostu olan besteci Marvin Hamlisch ile şarkı sözü yazarı Carole Bayer Sager’in gerçek hayatta yaşadıkları fırtınalı duygusal ilişkiden esinlenerek yazmış. Oyunun müzikleri de bu ikilinin eseri.

Sahnelerde yaşanan iç sesleri dans ve vokallerle duyuyorsunuz zaten. Şarkı sözlerinin Türkçe olması tarşılabilir.

Sanatına tutkun, takıntılı ve zor iki insan birlikte çalışırken uyum içindeyken, özel ilişkilerin de de bu uyumu sağlamalarının zorluğunu zaman zaman gülerek izliyorsunuz.

Kendi sınırlarınızı korurken değişime ayak uydurabilmek…

Ben demekten vazgeçip biz demek…

Sevgi ve ego çatışması nasıl bir gidiş izler…

Aslında yaşamımızda ki önemli bir nokta bu oyunla tekrar gündeme gelmiş. 1978 de tek yaşam şekillenmesinin dünyada ki yoğun gelişimiyle yazılmış bu oyunun, günümüzde ki benlik& ego çatışmasına köprü olduğunu görüyorsunuz. Ayrı evlerde sevgili hatta karıkoca, ayrı yaşayan ebeveyn- çocuklar olmak, arkadaşlığı sadece sosyal medyalarda yücelmek- like larla-, sevgiyi dudaktan çıkan iki kelimeye bırakmak…

Bencilliğin tavan yaptığı bir yaşam biçimi…

Seç beğen al. Her yerde öbek öbek.

Kapitalizmin kucakladığı insancıklara dönüşümün kılcal damarları.

Ego bir buzdağı, inebilen kazanıyor.

Gençliğimizde sevgiyi, uçurumun kenarındaki çiçeği koparmaya girişebilen adam var mı diye sorgulardık- oda amma saçmalıkmış ya- Şimdi restoranda yemekleri kadınlar ödüyor.

Ha ha ha…

Neyse,

Dert etmeyin.

Paylaşımın parıldayan ışığı görünmek üzere !

Tekrar, ben o yemezse yiyemem denilen günler gelecek.

İnanmak da bir şekil ya da Pollyannacılık!

Hayata gelmek bir ihtimaldi. Sonra varolmuşuz işte…

….

Dağıtmadan konuyu,

Sevgili Ersin’ciğim bizi yemeklerde ektiğin zamanlarda ortaya koyduğun eser çok güzeldi. Affettik seni. Yüreğine sağlık. Ayrıca oyuncullar ve tüm emeği geçenler harikaydılar. 

Sizler iyi ki varsınız. İyi ki sanat var.

Bir dileğini de, tüm yüreğimle katılarak buradan yenilemek isterim.

“İkili ilişkiler üzerine bir kez daha düşünürken keyif almanız dileğiyle…”