Makalelerimize, ayda bir röportajla ara veriyor olacağız. Sonra geçmiş haftalarda ele aldığımız konuları, başka bir çerçeveden yeniden değerlendireceğiz. Pekiyi, gelişim ile hukukumuz köşemizi, neden iki değişik formatla sizlere sunuyoruz.

Üstatlara atıflarla söze başlayayım: 

Yaşar Nuri Öztürk, İslam dinin ilk emri olan “oku”yu, hem “Kur’an’ı oku”, hem “büyük evreni ve küçük evren, insanı oku” diye açıklar. Büyük evreni okumak bilimdir, küçük evren insanı okumak ise önce kendini bilmek, tanımak sonra başka insanları anlayabilmek, gözlemleyebilmek ve bu vesileyle insanlığı yorumlayarak bütüne varmaktır.  

Ram Dass ise hepimizin aslında sadece birbirimizi “eve” yürütmekte olduğumuzu söyler. Başka bir deyişle, karşımıza çıkan her insan bizim eve dönmemiz için gönderilmiş bir lütuftur ve kesişen yolların hep bir gayesi vardır. 

***

Kendimize dönecek ve birlikte sorgulayacak olursak:

Gelişimin öncelikle kendimizi tanımak için emek vermekle başladığına inanıyorum. Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi geliştirebilmemiz nasıl mümkün olabilir ki?

Kendini tanımak için emek verenlerimiz, kendimizle gerçek seviyede bir tanışmanın, günümüz şartlarında kolay olmadığını iyi biliriz. Toplumsal maskelerimizden soyunmak ve normlara uyarak sorgulamadan yapageldiklerimizi gözlemleyip ne kadar özümüzde yer alıp almadıklarına tanıklık etmek, şen şakrak geçen bir süreç değildir. 

Kendimi geliştirme çabam, beni ilk olarak kitaplara yöneltti. “Ben kimim” den ziyade, “ben ne olmak istiyorum” furyasına kapılanlardandım. Geriye dönüp seneler öncesindeki hayatıma baktığımda, “okurum, öğrenirim, yaparım” gibi bir felsefe buluyorum. Ve bireyselleşmenin popüler düzeydeki büyüsüne kapılıp derinleşememekten, karşımdaki insanları dinlemediğimi ve anlamadığımı, kesişen yolları şahsi alıp sadece kendi tecrübelerim üzerinden yorumladığımı görüyorum. 

Kendini tanımak adına içime bakmaktan anladığım ise beynim ve kalbim arasında doğru dengeleri, normları baz alarak kovalamaktan öteye de gidememiş. Bu durumun trajikomik yanı, yüklü bir entelektüel birikimin bizi gerçekten içsel çalışıyor olduğumuza ikna etmesidir. Çünkü bilgiye sahibizdir, kendimizi gözlemliyoruzdur ve üstelik “yapmamız gerekenleri” de yapıyoruzdur. Daha ne olsun; tanıdık gitti kendimizi, ha geliştik ha gelişeceğiz! Kim bilir belki gelişmeye de ihtiyaç duymayacak kadar ideal bir durumdayızdır, olmuşuzdur, pişmişizdir, kendimizi mumyalayıp ibret olarak geleceğe saklama vaktimiz gelmiştir!

***

Yanlış anlaşılmayayım; kitap okumak hayatımdaki tutkularımdan biri. Yazarlar, şairler, araştırmacılar; insanlığa birikimlerini açtıkları için sonsuz saygı duyduğum insanlar. İyi ki varlar! Özgürce yazmaktan hiç alıkonulmasınlar. 

Demek istediğim şu ki, sadece entelektüel birikimle, beyinde yaşamakla, kalbi (arzuları) yoklamakla hayatın bütününe dokunmamız mümkün olmuyor. Evren, harekete geçmemizi, emek vermemizi ve uygulamaya dökmemizi bekliyor.

Gelişmekte olan kişi; birikimini, donanımını hayata geçiren kişidir. Öncelikle “kendi hayatına” (!). 

Dolayısıyla bilgi, güzel bir çıkış noktası ama yetersiz. İçimizde başka bir yerlerde de cevaba kavuşmayı bekliyor her şey, en az beynimizdeki kadar. İçimizde bir cevaba kavuştukça hafif bir aydınlık onu takip ediyor. Her cevapla, biraz daha aydınlık… Daha önceki çözümlenmenin aydınlığının, bu aydınlığa göre ne kadar da karanlık olduğunu idrak ediyoruz her defasında. Belki de bu, insana alçak gönüllüğün önemini anlatıyor. Gelişimin sonu olmadığını, sürekli başka bir perspektiften kendini doğurduğunu, had bilmeyi öğreniyor insan ve her hayatin aslında ne kadar eşsiz ve ne kadar kutsal olduğunu. 

***

Bir yap-bozun minicik parçaları gibi gerçek yerimizi bulduğumuzda tamamlıyoruz, bütün resmi. Sonsuz olasılıklar, değişim ve devinim içinde.

Önce ne şekle sahip olduğumuzu, hangi alanlarda içe doğru girintiler, hangi alanlarda dışa doğru çıkıntılar verdiğimizi keşfetmek gerekiyor. Yoksa nereye ait olduğumuzu, olmamamız gereken yerlerde deneyimlerken, yıpratıp yoruyoruz kendimizi. 

Nasıl bir yap-boz parçası olduğumuzu bilmekle birlikte, kendilerini bilen diğerlerimizle birbirimizi tamamlamaya başlıyoruz yavaş yavaş. Bir parça olmanın anlamı değişiyor, parçaların işlevlerine olan inanç derinleşiyor, bütün de ortaya bir resim çıkacağına dair umut pekişiyor. 

Bu kilit bir nokta. Yüreğini tüm gerçekliği ile birbirine açabilen insanlardaki değişimin gücünü ve de gelişimin hızını, başka hiçbir şeyde bu kadar güçlü bir şekilde deneyimlemedim. 

*** 

Şu anda hayatınızı, enerjinizi, hislerinizi, düşüncelerinizi, yaşadığınız ortamı kimlerle paylaşıyorsunuz?

Aramızdaki “bağ”ı gözlemleyebiliyor musunuz? Bu bağdan ruhunuza düşenlerle neler yapıyorsunuz? 

Evrene ve çevrenizdeki insanlara cömertçe gerçekliğinizin ne kadarını katıyorsunuz? 

Başka hayatların da her şeyiyle sizinki kadar eşsiz ve kutsal olduğunun farkında mısınız? 

Yayınlanan röportajlarımızla konuğumuza ve bütüne bağlanıp ruhunuzu beslediğiniz noktalar var mı?