Balkanlardaki varlığı 1600 seneye uzanan ecdadımızın 550 yıllık vatanımızdan sürgün ve soykırımla yok edilişinin hikayesi, Türk toplumunda yeterince bilinmeyen tarihin acı hatıralarla dolu hazin bir sayfasıdır.
Anadolu ve Balkanlar, 395 yılından itibaren 1000 yıl Bizans (Doğu Roma), 600 yıl da Osmanlı tarafından bir bütünlük içinde yönetilmiştir. Binaltıyüz yıl birlikte yaşamanın sonunda gelişmesi beklenen ortak değerler ve hoşgörü kültürünün yerine kin ve nefretin bu kadar derin olmasını, bölge halklarının ırki, dini ve sosyokültürel yapısıyla izah etmek yeterli olmayacağından bölge dışı güçlerin çıkar hesaplarıyla da ilgili olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
ABD’li Prof.Mc.Carthy, “Sürgün ve Göç” adlı eserinde, “Bulgarların, Ermenilerin, Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders kitapları, tarih kitapları, Türklerin uğradığı aynı tür kıyımları anmazlar. Çünkü böyle bir yaklaşım tedirgin edici bir tarih yaklaşımıdır. Çünkü bu yaklaşım, Türkleri kurban olarak göstererek öyküyü anlatmaktadır. Oysa, emperyalizmin tarih anlayışında Türklere biçilen rol bu değildir. Emperyalizmin Türklere biçtiği rol barbarlıktır, çağdışılılıktır. Belki de günümüzde uluslararası barışın önündeki en büyük engel “batının, doğu halklarına bakışındaki bu çarpıklıktır” şeklindeki değerlendirmesiyle yaşanan bunca acının neden dünya gündemine gelmediğini net olarak açıklamıştır.
Bulgaristan Türklerinin menşei çok eskilere dayanmaktadır. Bölgede ilk Türk yerleşimi milattan önce 2. yüzyılda, Orta Asyadan Balkanlara göç eden İskit Türklerinin bölgeye yerleşmesi ile başlamıştır. Milattan sonra 4. yüzyılda Hunlar, 5. yüzyılda Avarlar, 9. yüzyılda Peçenekler, 11. yüzyılda ise Kumanlar gibi Türk kavimleri her nekadar bölgeye yerleşmiş olsalar da, kalabalık Slav toplulukları arasında asimile olmuşlardır. Günümüzdeki Balkan Türkleri’nin kökeni Osmanlı fetihleri ile bölgeye Anadoludan yerleştirilen kökeni Oğuzlar’a dayanan Türkmenlerdir. Osmanlıların Bulgaristan’a  gelmesinden önce ve onların egemenliği döneminde bu topraklarda yavaş, yavaş Türk- İslam topluluğu oluşmaya başlamıştır. 1371 yılından itibaren bölgeye yerleşen Türkler’in, günümüzde özellikle Rodop dağları, Pirin, Vardar, Filibe, Kırcaali, Mestanlı, Eğridere, Hasköy bölgelerinde çoğunluk olmak üzere 2 milyon civarında bir nüfusa sahip oldukları değerlendirilmektedir.
Mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanları yani Avrupa Türkiye’sini kaybedişinden yüzyıl sonra halen Balkanlar’da varlıklarını sürdürmeye çalışan soydaşlarımız, dönem, dönem asimilasyon, sürgün ve etnik temizlik gibi insanlık dışı uygulamalara hedef olmuşlardır.  Bugün dahi, Türk ve Müslümanların sınırdışı edilmesini, Çingenelerin sabun yapılmalarını, Türklerin kesilmelerini savunan bazı ırkçıların varlığı endişe vericidir.
Balkanlarda Avrupa devletlerinin oynadığı oyunlar ve Rusya’nın Bulgaristan devleti kurma plânları gereği, 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı’nda yaşanan soykırıma rağmen tamamen yok edilemeyen Türk/Müslüman halktan sağ kalanların bir kısmı 1912-1913 Balkan Harbinde katledilmişse de bölgenin yerli halkı olan Türkler o kadar çok ve çoğunlukturlar ki tamamen ortadan kaldırılamamışlardı.
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan ettiği 1908 yılından, günümüze kadar soykırım, sürgün, açlık ve soğuktan kırma, eğitim ve kültür yozlaşmasına tâbi tutma, Türkleri; Pomak, Müslüman Bulgarlar diye ayırıma tâbi tutma politikalarına devam edilmiştir. Özellikle komünizm döneminde topraklarını  ve eğitim olanaklarını kaybeden Türkler fakirleştirilerek alt tabaka hâline getirilmişlerdir.
Tüm Balkan ülkelerinde olduğu gibi Bulgaristan’da da asimilasyon ve göç politikları ile etnik temizlik adeta  ilan edilmemiş devlet politikası olarakgelmiştir. 1984-1985 yılında, Bulgaristan Türkleri’nin isimlerinin değiştirilmesi ve temel haklarının ellerinden alınmasıyla ifade edilen ve Parti yöneticileri tarafından “SOYA DÖNÜŞ/YENİDEN DOĞUŞ” olarak isimlendirilen süreçte, Türkçe’nin kullanılması yasaklanmış, İslami ibadet ve cami ziyaret özgürlüğü kısıtlanmıştı. Geleneksel Müslüman cenaze törenleri “sosyalist” ritüellerle değiştirilmiş, Müslüman çocuklarını sünet ettirmesi dahi engellenmeye çalışılmış, Müslüman toplumunun ve özellikle kadınların giydiği “şalvar” gibi geleneksel elbiselerin taşınması yasaklanmıştı. İstedikleri  sonucu alamayan Komünist rejim, “Soya Dönüş Sürecinin” başarısızlığa doğru gittiğini görünce yeni bir asimilasyon yöntemi olarak Bulgaristan Türkleri’ni göçe zorlayarak sonuç almaya çalışmıştı.
Nüfusu artan Türk/Müslümanların, Bulgar Devletinin varlığı için, tehlike teşkil ettiği hususunda yürütülen propaganda toplumda belli bir zemin oluşturmuştur. Yaşanmış bunca acıya rağmen Avrupa Birliği üyesi olan bu ülkede bugün dahi ırkçı bazı siyasi partiler, Bulgaristan Türklerine düşmanlığa devam etmekte, camilere, mezarlıklara, Türk Konsolosluğuna ve insanlara saldırabilmekte, “Müslümanların sınırdışı edilmesini, Çingenelerin sabun yapılmalarını, Türklerin kesilmelerini” savunabilmektedirler.
Her konuda kriter üreten AB’nin, ayrımcılık, ırkçılık ve asimilasyon konularında gereğini yapacağına inanıyor, Bulgaristan Türklerinin, eşit yurttaşlar olarak huzur ve güven içinde yaşayacağı bir geleceği ümit ediyoruz.