İstanbul’dan uzakta olsa da aklını oradan alıp bu kıtaya koymakta zorlanıyor insan.  Sabahları kuş seslerine karışan ezan sesini bekliyor kulağı. Zihin durmak bilmiyor, sürekli çalışıyor; binalar, ağaçlar, çiçeklerde bir iz arıyor. Bir kent deyince binbir imge ve izlenim canlanır insanın zihninde. Bunların hiç biri bir yaşantı olmasa da imgeler olmazsa kent de anlatılamaz. 
Burada bulunmakla gidişte ve dönüşte 7 saat fazla zamana sahip olmakta insan. Alana giderken aynı taksi sürücüsünün yönelttiği sorunun cevabı üzerinde düşündüğümü söyleyebilirim. Şöyle sormuştu; “Adliye binasının üzerinde yazan ‘Adalet mülkün temelidir,’ yazısını ne demeli? Mülkü olmayan ne yapacak, adalete sahip olmayacak mı, adalet de ona sahip çıkmayacak mı? 
Peki, bu isimleri kim bulmuş: Mali-ye, Beledi-ye, Adli-ye, Türki-ye, bilinçli mi verilmiş? “Ye” ekinin buradaki görevi ne sizce? Her ne kadar Orta Asya bölgesine Türkia dense de ilk Memluklar, Devlet-i Türkiyye ‘Türk Devleti’ adını kullanmışlar. Batılılar da, XIII. yüzyıldan itibaren Mısır ve Suriye bölgelerine Türkiye demeye başlamışlar.
İşte böyle sorular akıl yorulan. Aynı topraktan yer, aynı topraktan içeriz ama aynı değiliz. Düşünen insan olarak bizler farklıyız: Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, düşündüğümüz her şey farklı. Aynı bile görünmüyor, renklerimiz, kültürümüz, terbiyemiz benzemiyor bir diğerine. 
Biz sabun kalıpları hiç değiliz. Hiç kimse ile eş değer değiliz. Aynı değiliz. Alçaklar ahlaksızlar, hırsızlar, dolandırıcılar, vatan hainleri de aynı değiller. Onların da dereceleri var. Kötülük yarışında birbirleri arasındaki fark, soğanın zarı kadar.
16. Yüzyıl’ın ortalarında İstanbul’un bazı bölgelerini yönetenlerin halk üzerinde baskı uygulayıp acımasız ve adaletsizce yönettiği söylenir. Her sene binlerce insan, eşkıya baskısından ve zulmünden İstanbul’a kaçarmış. 
Şehre gizlice girebilenler karakollukçular tarafından sığındıkları hanlardan, külhanlardan, kahvelerden toplanıp, dövüldükten sonra şehir dışına atılırmış. O yıllarda sur dışında kalan yerler, çetelerin baskınına maruz kalırmış. Bu yüzden İstanbul çevresinde açlar dolaşır, vur-kaç yapanlarsa kimseye acımazmış.