‘’Zamanını hep acıyla mı anlatır sonbahar? Bak işte birer, birer dökülüyor yapraklar... Kimisinin adı ecel, kimisinin ki veda, kimisi ise; umudu çağrıştırıyor… Ya yitip giden canlar? Solup, sararan onca sevdalar..? ’’
Aslında sonbaharın bir başka adıdır Eylül… Mevsimlerin en hüzünlüsüdür..! Renklendir desen bu mevsimi; ona en yakışanı sarıyla, kırmızının her türüdür…
Nedense, çoğu kez bu mevsimde ayrılır aramızdan sevenler, sevilenler… Hep bu renk armonisinin hüznüyle, onu en iyi anlatan hüzzamın sesiyle veda ederler…
Aylar önce uzayan günün, aydınlığına sevinirken bizler… Geceler bu mevsimle başlar kemirmeye gün ışığını; uzayan gecelerin hüznü kaplar içimizi…
Acının bir başka adıymışçasına sonbahar, takvimlerden söker alır nice sevinç çığlıklarını, gömer suskun yüreklere…
Özellikle son dönemde yaşanan onca gerçeği, acımasızca çarpar yüzümüze…
Bir bakarsınız doğanın feryadına ses verir kırlangıçlar; bir sonraki bahar yerinde bulamayacağı yeşilin acısını anlatır feryat figan…
Sert bir sonbahar rüzgârıdır esen uzaktan uzağa… Ormanın yok olan/edilen uğultusu duyulur..! Neden, neden beni kestiniz, yaktınız, yok ettiniz dercesine alev, alev..?
Yazlıkçıların kapatıp gittiği kimi evlerin verandalarından ‘tekirin’, ‘sarmanın’ miyavlaması, mırıltıları gelir, yalnızlıklarını anlatır; yoksul ve terk edilmiş. Sonrasında onlara eşlik eder, sokaklara bırakılan ‘çomarın’, ‘maçonun’ acılı havlamaları… 
Leylekler, Çulluklar çoktan güneyin sıcağına kanat çırpmışlardır artık… Geride sadece çalı, çırpıyla bezeli yuvalarıdır kalan… Bir de meraklı çığlıkları! Ya sonraki yıl, onlara kucak açan sulak alanlar, döndüklerinde olmazsa eğer?
Ve…
Bizlerin, ülkemizin son döneminde yaşadığı onca olaya da eşlik eder sonbahar. Dedim ya, hazan mevsimidir o, hep acıları anlatır!
Haziranın 7’si çoktan geride kalmış..! 
Yurdumuzun çevresini savaşın ateşi sarmış! Hayata tutunmak adına milyonlarca Suriyeli göçmen; büyük şehirlerimizin orasına, burasına dağılmış! Özgürlüklerinin bedeli ağır olmuş, binlercesinin hayatı Ege’nin serin sularında sonlanmıştır… Kumsalın ıssızında yatan o 3 yaşındaki cansız beden, vatanları yakılıp, yıkılan nice insanların simgesi olmuş, dünyanın vicdanına kazınmış… Ülkemizin neredeyse her tarafında terör eylemleri gemi azıya almış. P.K.K denilen terör örgütü yeniden silaha sarılmış; kalleşçe, alçakça sıktıkları her kurşun, patlattıkları her mayın; nice yiğitlerimizin hunharca canını almıştır…
Şehitlerimizin acısı sarmıştır her yanımızı. Yürekleri dağlanmış anaların duyulur acılı feryatları… Babaların omuzları çökük, dudaklarında ‘vatan sağ olsun’ sözleri… Ama bir daha dönmeyecekler ki o yiğitler, sonsuzluğa çıktıkları yoldan geri… Eşler, sevgililer, evlatlar, umutlar, gönüllerinde kalan nice sevdaların hepsi yok olup gitmiş, kaybolmuş; ülkemde mevsim sonbahar; aylardan Eylül olmuş, Ekim olmuş ne fark eder? 
Sonbahara eşlik eden gözyaşları sel olmuş, yüreklerimiz acıyla kavrulmuştur…
Bir haber düşer bayramın son günü bu acılı topraklara bir kez daha! Demirkapı kırsalında,  milletimizin, yurdumuzun bölünmez bütünlüğü için vatan ve vazife uğruna görev yapan Binbaşı Yavuz Sonat Güzel, P.K.K’lı teröristler tarafından alçakça vurulmuştur.
Silah arkadaşları şehitlerini şu dizelerle yolcu ederler: ‘’Hayat bu. Bir varmış bir yokmuşsun…………/Ardında kalanları hiç düşünmemişsin gibi/ Ağlattığın akranlarını/ Hiç yan gelip yatmamışsın/ Hiç dert yanmamışsın gibi/ Binbaşım/ Sanki hiç yaşamamışsın gibi/ Kahpe paslı bir kurşun/ Maliyede kaydı yedi buçuk lira/ Tüm hayallerinin bedeli…/ Oldu mu şimdi peygamberin arkadaşı? /Oldu mu şimdi?’’
Şehitlerin acıları kaplamış her yanı, işsizlik iki rakamlı, çevremizi sarmış savaşın ateşi, yurdumuzun her yanı göçmen kampı… Çözüm adına atılan adımların tümü rafa kalkmış! ‘Yeni Türkiye’ sloganlarıyla yola çıkanlar, umudunu şimdi de 1 Kasıma bağlamış..!
Unutulmasın; her yanlışa, her acıya, her karanlık tabloya rağmen bu vatan bizim. Bu vatanda ayrımız gayrımız yok. Biz olduk hep, bizi birbirimize bağladı tasada ve kıvançta hep birlikte atan milyonlarca yürek.
Aylardan Eylül, mevsimse sonbahar..! 
‘’Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak. Ebediyyen sana yok ırkıma yok izmihlal’’