2012’de, Kadıköy-Kartal Metrosu, 2013 yılında, Marmaray devreye girdikten, Erenköyü’nden, Kadıköyü, Üsküdar’a, ya da karşıya geçmek için, metroyu, Marmaray’ı kullanıyoruz. İstanbul’u, İstanbul’lu olduğumuzu unuttuk. Filhakîka, Kocaeli il sınırından, Tuzla’dan, Tekirdağ sınırına kadar, Silivri’ye kadar her yer, İstanbul’dur ve bu coğrafya’da ikâmet edenlerin hepsi İstanbul’ludur. Elbette, İstanbul’un sayısız simgesi vardır. Ben, Eminönün’den, Kadıköyü, Üsküdar’a ve Boğaz Hattına, Karaköy, Kabataş ve Beşiktaş’tan, Kadıköyü, Üsküdar ve Boğaz Hattına, vapurlarla, gidip-gelmeyene İstanbul’lu demem. 
Şehir Hatları vapurlarından, vapurları amansız bir ta’kip ile ta’kûp eden martılara simit atmayan, vapurlardan İstanbul’un, emsalsiz, silüetini, Muhteşem Süleymaniye’yi, 1500 yıllık Ayasofya’yı, Sultanahmed’i, “Her akşam camlarında yangın çıkan,” Üsküdar’a, Kız Kulesini, Selimiye Kışlasını, Tarihî Tıbbıye-i Şâhâne Binasını seyretmeyenlere İstanbul’lu demem. 
05.12.2016 Pazartesi günü, Gazete’ye gideyim, dedim. Gazete, eski İstanbul’lu’ların, “Haric-i Sûr,” dedikleri, Bakırköyü, Bahçelievler, semtindedir. Şimdilerde, Bahçelievler İlçe Sınırları dahilinde, İ.Çalışlar Caddesi üzerindedir.- Evimizin yakınlarında bulunan, Kartal, Taşvantepe-Kadıköyü Metrosuna bindim, dokuz dakika sonra Ayrılık Çeşmesi İstasyonundaydım. Kısa bir müddet Marmaray Trenini bekledim, Marmaray seyahati, Ayrılık Çeşme, Üsküdar, Sirkeci, Yenikapı ve Kazlıçeşme toplam 5 istasyon arası 16 dakika, yâni, 26 dakikada, Sahray-i Ceddid’den, Zeytinburnu Kazlıçeşme’ye ulaştım. Ver elini İstanbul, İstanbul trafiği ve İstanbul çilesi... 
Kazlıçeşme-Cevizlibağ arasında sefer yapan Belediye-Halk otobüsleri 15 dakika’da bir sefer yapıyorlar. Kıl payı 1. otobüsü kaçırdığım için, 15 dakîka otobüs’ün içinde çâresiz oturdum. Vaktinde kalktı ve nisbeten rahat seyreden bir trafik vardı. Topkapısı-Cevizlibağ’a ulaştım. Beyazıd’dan, Eminönün’den, Yenikapı ve Taksim’den kalkıp, Sur dışı ilçelere ve semt’lere giden yüzlerce otobüs geldi-geçti. Nihâyet, Beyazıd-Çavuşbaşı, Bahçelievler seferini yapan 97/B hatlı bir Halk Otobüsüne bindim. Gazete’ye gittim. Gazete’mizin Sahibi, Abdullah Akosman Bey’le sohbette bulunduk. Editörüm, Filiz Argut Hanım’la, makâle’leri, yorumları görüştüm. Aynı yolla döndüm. Sur dışı trafiği nisbeten, rahat idi. Topkapısı’ndan ne zaman Dâhil-i Sûr’a girdik, artık, trafik adım adım, ilerliyor. İlk durakta, Bağcılar-Kabataş hattı Tramvay’ına aktarma yaptım. Sultanahmed Durağında indim. Yerli ve yabancı turist kâfilelerinin kalabalıklığına alışkın olduğumuz, dünya’nın en güzel meydanlarından, hatta, bir benzeri bulunmayan bu meydanlarda, tek-tük yerli, tek-tük yabancı turist dolaşıyordu. Ayasofya’nın biletle girilen kapısı önünde bir-kaç sıra uzun kuyruklardan eser yoktu. On-onbeş kişi yabancı turist, Ayasofya’ya girmek üzereydi. 
Mahzûn, esir, zincire vurulmuş Ayasofya’nın güneyinden yürüdüm. Cami’in Güneydoğu ucunda bulunan Zarif Sebîl, birilerine Çay Ocağı olarak kiraya verilmişti. Ayasofya’nın Kıble tarafında yürümeye devam ettim. Ayasofya’nın Güneyinde bulunan Türbe’ler ve şehzadeler türbeleri ve hazire bölümünün kapıları açıktı ve kırk-elli kadar ziyaretçi vardı. Bilindiği gibi, Mimar Sinan tarafından 2. Selim için, muhteşem bir türbe inşâ edilmişti. Daha sonra, yine Ayasofya’nın yanında Mimar Davud Ağa, 17.yüzyılın başlarında, 3.Murad için ve yine aynı yıllarda 3.Mehmed için türbeler inşa etmişti. Bu üç büyük türbe, Osmanlı Devri Türk Mimârîsinin yapı, çini süslemesi ve diğer teferruatı bakımından en güzel eserlerinden sayılmıştır. Taht’dan indirildikten sonra, 16 yıl Saray’da kapalı tutulan 1.Mustafa, 1639’da vefat edince Ayasofya’nın Fetihten beridir, yağhâne olarak kullanılan, vaftizhâne’si ale’lacele, türbe haline getirilerek buraya defnedilmiştir. 1648’de, Sultan İbrahim de öldüğünde yine aynı yere defnedilmişti. Ayasofya’nın Türbeler bölümü ve haziresi, gündüz saatlerinde ziyarete açık bulundurulmaktadır. 
İlerledim. Ayasofya’nın Kıble tarafında, Mimar Sinan tarafından inşâ edilen İstinadgah duvarları arasında kalan boşluk’ta, ucuz turistik eşya ve zerzavat satan salaş dükkanlar var. Dünya’nın hiçbir yerinde, böylesine, dünya’nın gözünün önünde bulundurulan böylesine tarihî bir eserin duvarlarına böylesine salaş yapılar yapıştırılmaz. İlerledim, çift kanatlı ahşap bir kapı. Kadın-erkek tek-tük girip-çıkanlar var. Ben de bu kapıya yöneldim. Kapı açılınca, kapı eşiği’nin sıfır noktasına kadar halı döşenmişti. Özel Koruma karşıladı. Ayakkabılar dışarıda çıkarılıyor, içeride kapaklı ayakkabılıkları var. Özel koruma, ayakkabılarımızı, dışarda çıkarmamızı işaret etti ve kapalı dolapları işâret etti. Burası, Hünkâr Mahfili’nin girişi, sultan’ların Hünkâr Mahfiline geldiklerinde, at-arabadan indiği, bir müddet istirahat ettiği, gerektiğinde, abdest aldığı mekândı. Minber konulmuş, zemin duvardan duvara halı döşenmiş, 100 kişinin vakit namazlarını ve Cum’a Namazını, eda edebileceği bir mescid haline getirilmiştir. Mekân’ın sol tarafında (girişe göre) abdest alma mahalli, Pâdişah’ların atlarından indikleri seki ve seki’nin üzerine imam odası olarak hazırlanmış küçük bir mekân... Mekân’ın arkasında, Hünkâr Mahfilinin girişindeki oda da, kadınlara tahsis edilmiş... 
08.Ağustos 1980 tarihinde yalnız bu mekân değil, Hünkâr Mahfili açılmıştı. 14 Eylül 1980 tarihinde kapatıldıktan sonra, Merhûm Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, 10 Şubat 1991’de, Hünkâr Mahfili değil, yalnızca bu giriş, Mescid açılmıştır. Bu küçük bölümün açılması ise, asla, Ayasofya’nın ibadete açıldığı ma’nasına gelmez. 
Bu Mescid’e, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kadrolu olarak Ayasofya Cami’i İmamı unvanıyla ta’yin edilen, İmam-Hatip, Önder Soy ile görüştüm. 1991’den beridir, açık olan bu mescid’e, bu yıla kadar kadrolu bir vazifeli ta’yin edilmemiş, zaman zaman boş kalmış, zaman zaman da, görevlendirme ile vazifeliler, görevlendirilmiştir. Vazifeliler vazife’de iken, Eminönü civarındaki diğer ba’zı camiler gibi, iki vakit ezan okunmuş, cemaat gelmişse namaz kılınmış, akşam, yatsı ve sabah namazlarında ezan okunmadığı gibi, namaz da kılınmamıştır. 
Yeni İmam, Önder Soy ta’yin edildiğinde beridir, beş vakit ezan okunmakta, cemaatin azlığına-çokluğuna bakılmaksızın namaz kılınmaktadır. Ezanlar Ayasofya’nın dört minaresinden de verilmekte, arş-u Âlâ’ya yükselmektedir. Ezan’lar, Sultanahmed Cami’i ile birlikte, düet ve senkronize (karşılıklı ve eşzamanlı) okunmakta, ezanlar okunurken, dünya’nın en güzel mekânı, Lâhûtî sada’nın yayıldığı, müstesna bir mekân haline gelmektedir. İlerledim. Ayasofya’nın Kuzeydoğusunda bulunan Hazine Dâiresi restore edilerek, Halı Müzesi haline getirilmiştir. Müze’de alakalı me’mur’dan başka ziyaretçi olarak kimse yoktu. Ayasofya’nın Kuzeybatısında, Soğukçeşme Sokağı ile, Ayasofya”nın Ana giriş kapısı arasında, Ayasofya Medrese’lerinin temellerini hüzünle seyrettim. 
İstanbul’un, Fethi’nin hemen akabinde, ihtiyacın karşılanması zımnında, Ayasofya’nın yanındaki Papaz odaları Medrese haline getirilmişti. Fatih Sultan Mehmed Han’ın Vakfiyesinden öğrenildiğine göre, İstanbul’da ilk medrese, bizzat Fatih’in vakfı olarak, Cami’i’n yanına inşa ettirilmiş Fatih Cami’i Külliyesi inşa edildikten sonra, bir müddet boş kalmış ise de, 2.Beyazıd devrinde tekrar açılmıştır. Hüseyin Ayvansarâyî bu sırada, “Medrese hücrelerinin üzerine bir tabaka daha ilâve edildiği’ni yazar. Bundan da, Ayasofya Medrese’lerinin iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. Ayasofya Medrese’lerinin Müderrisleri arasında, Molla Hüsrev ve Fatih Külliyesi yapılıncaya kadar, Ali Kuşçu da bulunmuştur. Ayasofya Medreselerinin kapısı yanında Feth’in, ma’nevî Fâtih’lerinden Akşemseddin Hazret’lerinin bir Halvethânesi mevcud idi. 
Konya’daki İzzet Koyunoğlu Müzesinde bulunan, 1869 tarihli, Cedvel-i Medrese-i Âsitâne ve Bilâd-ı Selâse başlıklı, İstanbul Medreseleri listesinden, Ayasofya Medresesinin, 198 talebe’yi barındırdığı anlaşılmaktadır ki, buradan da İstanbul’un en kalabalık medresesi olduğu anlaşılmaktadır. 
Ayasofyay-i Kebîr Medresesi olarak da anılan, Medrese, Şeyhulislâm Hayri Efendi’nin Meşîhatı zamanında başlatılan medrese’lerin ıslahı çalışmalarıyla, İstanbul Medrese’lerinin Dârü’l-hilâfetü’l-aliyye Medreseleri adıyla tanzimi üzerine, Tâlî Kısm-ı Evvel’in ikinci sınıfına tahsis edilmiştir. 1915 yılında yapılan ve İstanbul Müftülüğü Şer’î siciller arşivinde bulunan, Ders Vekâleti Medrese ve Müderrisler Defterindeki bu tesbitte, Medrese’nin alt katında on dört, üst katında on sekiz olmak üzere, büyüklü-küçüklü otuz iki odası, her iki katta, helâsı, genişçe bir avlusu ile, ortasında bir şadırvanı gusûlhâne ve çamaşırlığı bulunduğu, içinde 103 talebe kapasiteli olduğu halde, ancak 80-90 talebe’nin kalmasının daha uygun olduğu belirtilmiştir. Ayasofya Medresesi, 03 Mart 1924 tarihine kadar bu şekilde kullanılmış, daha sonra, İstanbul Belediyesine devredilmiş, Belediye burasını, Öksüzler yurdu haline dönüştürmüş, 1934 yılında, Ayasofya Cami’i, neşredilmeyen, gizli bir Bakanlar Kurulu Kararıyla, Vakıflar İdaresinden alınarak Cami olmaktan çıkarılmış, Müze’ye tahvil edilerek Müzeler Umum Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Devirden sonra, bir müddet daha, Öksüzler Yurdu olarak kullanılmış ise de, 1935 yılında boşaltılmış, bu tarihte Ayasofya’nın etrafını boşaltmak gayesiyle ve mevcud medrese binasının “Âsâr-ı Antikadan”, olmadığı gerekçesiyle, Müzeler İdaresi tarafından tamamen yıktırılmıştır. 
Ayasofya’nın Kuzeybatısında, Alemdar Yokuşuna cephesi olan, Mimar Sinan eseri Medrese’ye de, umûmiyyetle, Ayasofya Medresesi denilmekte ise de, bu Medrese, Dârussâde Ağası Ca’fer Ağa Medresesi olup Ayasofya Külliyesine dâhil değildir ve hâlen, Geleneksel İslâm San’atları Merkezi olarak kullanılmaktadır.  
İlerledim. Soğukçeşme Sokağından aşağıya doğru yürüdüm. Soğukçeşme Sokağı, ürkütücü bir tenhalıktaydı. Turing Kurumunun restore ettirdiği Soğukçeşme Sokağı Konukları ta’mir ve bakım için kapatılmıştı. Sokakta bulunan Lokanta’lar da kapılarına kilit vurmuşlardı. Yer üstündeydim, Gülhâne Parkı’nın civarından, Orhaniye Caddesinden, Sirkeci Meydanına kadar yürüdüm. Eski yıllarda, Oto Parçası satan dükkanlar, Turistik eşya, Döviz Bürosu, tatlıcı, lokumcu, şekerci dükkanları haline dönüşmüştü. Marmara’ya-Metro’ya, yönelmedim. Kaşınmıştım, İstanbul’un trafik çilesine talip oldum. Vapurla karşıya geçecektim. Sirkeci’deki Harem İskelesine koştum. Hareket Me’muru, iskele’nin kapısını kapattı. Vapur nazlı, nazlı, vasıtaları aldı kapağını kapattı, eski tip vapurlardandı. Kalkışı, hareketi en az beş dakika, 15 dakika iskele’de oturdum. Bir başka vapur geldi, boşalttı-doldurdu, kalktı, Harem’e yanaştı etti mi 35 dakîka... Harem Meydanında, bir on beş dakika otobüs bekledim. Yolda, E-5’te, Avrasya Tüneli için çalışma vardı. Adım adım, ilerledi 10 dakikalık yolu, 40 dakîka’da katettik. Marmarayı, Metroyu tercih etmiş olsaydım, a’zamî, 25 dakika’da ulaşacağım yere, 75 dakîka’da ulaşmıştım. Olsun, özlediğim Aziz İstanbul’un, trafik çilesini bir kerre daha tattım ya! Bana yeter...