“AYASOFYA DA’VÂSI” (3)

Ayasofya Da’vâsı, Millî Mukâvemeti sarsıcı bir iddia üzerine açıldığı için, dosya, C.Savcılığı’nca, Garnizon Komutanlığı, Askerî Mahkeme nezdinde açılıyor. Garnizon Mahkemesi da’vayı açmak için Millî Müdafaa Vekâletinden izin talep ediyor. Millî Müdafaa Vekâleti, “Kanun değişti. Bundan böyle Matbuat vasıtasıyla, suç işlediği iddia olunanlar, sivil mahkemeler nezdinde muhakeme edileceklerdir,” denilerek, dosya, Ankara C.Savcılığı’na iade edilmiştir. Ankara C.Savcılığı, Dosya’yı tekemmül ettirmek için, iddianâme’yi, Bilirkişi raporunu, sanığın müdafaasını dosya’ya ilâve ederek, Ankara İkinci Sorgu Hâkimliği’ne sevk eder. 

Bu arada Türk Matbuat ve Adalet Tarihine, “Malatya Hadisesi,” olarak geçen, bir lise talebesi’nin, (Hüseyin Üzmez), Gazete Sahibi, Ahmed Emin Yalman’ı yaralaması üzerine, “Yazılarından etkilendiği için bu suçu işledi,” denilerek, Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile birlikte, Osman Yüksel Serdengeçti de Ankara’da tevkîf edilmiş, Malatya Hapishanesine sevk edildiği için, Sorgu Hâkimliğine sunduğu Müdafaasını, Hapishane’de hazırlamış göndermiştir. 

Sorgu Hâkimliği, son tahkîkatın açılması için, 06.05.1953 gün ve 45/69 sayılı Karar’ının son bölümünde, “Sözü geçen yazıda ‘Ayasofya’yı puthâne yapan hangi delidir.” şeklindeki cümlesi, hiçbir zaman hüsnüniyetle kabili te’lif edilmemekte bilhassa yazının, “Fâtih’in torunları bütün putları devirip seni camiye çevirecekler,” diye başlayan son kısımlarında, Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesinin İstanbul’un fethi ayarında bir teşebbüs olarak zihinlerde canlandırıp bu şekilde vâkî bir teşebbüsü şimdiden teşvik etmek istenilmekte bulunduğu neticesine varıldığından ve şu hâle göre, delillerin takdiri mahkemeye aid keyfiyet bulunduğundan, maznun, Osman Yüksel’in hareketine uyan T.C.K.’nun 161 inci maddesi gereğince duruşması mevkûf olarak, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılmak üzere son tahkikatın açılmasına ve dosya’nın mahkemeye sunulması için C.M.M.liğine tevdiine karar verilmiştir. Bu karar gereğince, dosya 15.05.1953 tarihinde Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve bu mahkeme’nin 953/115 Esas sayısına kaydedilmek üzere, duruşma icrası ve ilk duruşma’nın 30.05.1953 günü yapılması tensip kılınmıştır. 

İddianâme’de ve Sorgu Hâkimliği Kararnâmesi’nde sanık hakkında tatbikat istenilen T.C.K.’nun 161. Maddesinin mevzu’umuzla alakalı birinci ve son fıkraları şunlardır: 

“Harp esnasında âmme’nin telâş ve heyecanını mûcip olacak veya halkın ma’neviyyatını kıracak veya düşman karşısında memleketin mukâvemetini azaltacak şekilde, asılsız, mübâlagalı veya Maksad-ı Mahsûsa müstenid havadis veya haberler yayan veya nakleden veya Millî Menfe’atlere zarar verecek herhangi bir faaliyette bulunan kimse beş seneden aşağı olmamak üzere hapis cezasıyla cezalandırılır.” 

“Bu maddede yazılı fiiller sulh zamanında işlenmiş olursa, fâilleri hakkında tertip edilecek cezanın yarısından dörtte üçü kadarı indirilmek suretiyle hükmolunur.”

Kanûnen “ağır hapis” cezasının â’zamî haddi 24 senedir. Maddede tâtbik olunacak cezanın â’zamî haddi tahdid edilmediği cihetle iddiaya ve sevk Kararnâmesine göre son fıkra mucibince tenzile tâbî tutulmak kaydiyle sanığın 24 sene ağır hapis cezasıyla mahkûmiyeti istenmiş bulunmaktadır. 

“Ayasofya Da’vâ’sında,” Osman Yüksel’i, Av. Arif Emre, (Süleyman Arif Emre, Adıyamanlı, Merhûm Erbakan ile siyâset yapan, Adıyaman Milletvekilliği ve bir müddet Bakanlık yapan siyâset adamı), Sadık Erdem, (Diyânet İşleri Başkanlığı da yapan ve uzun müddet, Diyânet Müşâvere Hey’etinde bulunan Akseki’li, Merhûm Hasan Hüsnü Erdem’in oğlu ve eski Antalya milletvekillerinden), Mehmed Emin Akyüz müdafaa etmiştir. 

Cumhuriyet Savcısı Nuri Süer’in Esas hakkındaki mutala’sı kısaca şöyledir: 

“Sanık, 27 Eylül 1953 günü ifadesinde İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin kilise haline konması için İstanbul’daki Rumlar ve Yunanlılar ve ba’zı gazeteler tarafından yapılan neşriyat ve faaliyete karşı duyduğu aksülamelle bu yazıyı yazdığını ve bu yazı ile Ayasofya’nın kilise haline sokulmamasını ve cami olarak kalmasını istediğini, yazının Fâtih devrinin şerefli günlerini terennüm ettiğini söylemiş, ilk tahkikatta ve duruşmada, bu müdafaasını te’yid edecek mahiyette beyanda bulunmuştur. 

Netice olarak “Ayasofya” adlı yazının altında kilise olan Ayasofya’nın senelerce evvel cami halinde müze haline getirilmesi vesiyle ittihaz olunarak bunun dine imana saldırmak, Müslümanları sindirmek ve burayı putlarla doldurmak olduğu ileri sürülmekte ve Fâtih’in torunlarının putları devirip ve Ayasofya’yı tekrar camiye çevirmek suretiyle İstanbul’u ikinci def’a fethetmiş olacakları iddia edilmekte ve bu yolda düşünenler teşvîk edilmek istenmektedir. Bu hareketin Bizans’la tarihî ve kültürel alakaları dolaysiyle Yunanlıları ve bir kısım vatandaşların birbirleri arasında zıddiyet ve münâferet yaratmak şekilde yekdiğerine karşı mücadeleye azmettirecek bir mahiyet taşımaktadır. Bu i’tibarla, sanığın Millî Menfe’atlere zarar verici faaliyetler cümlesinden bulunmaktadır. Hareketi T.C.K.’nun 161.Maddesinin 1, 2 ve son fıkralarına uygun görüldüğü gibi bu yazı ile ayrıca mensup oldukları dinler i’tibâriyle bu eski ma’bedin, cami veya kilise olmasını tercih edebilecek kimseler arasında lâikliğe aykırı olarak ve dinî hissiyat âlet edilerek şahsî nüfuz te’mini için propaganda yapılmış bulunmaktadır. Bu ikinci fiil, T.C.K.’nun 163. Maddesinin 3 ve 4. fıkralarına uygun görülmüş bulunduğundan sanığın T.C.K.’nun 79 uncu maddesi nazara alınarak mezkûr maddeler gereğince cezalandırılması talep olunur,” 

“Ayasofya Da’vâ”sının Müdâfî Avukatlarının uzunca ve destansı müdafaalarını burada uzun uzun vermem imkânsız. Ancak son bölümünü kısaca vereceğim. “Müvekkilim Osman Yüksel, sorgularında bu yazıyı, Ayasofya’yı ziyaret ederken zapt edemediği gözyaşlarının te’siriyle yazdığını açıkça söylemiştir. Aynı gözyaşlarının bende de aktığını ve o gözyaşları akarken bir an, ma’bedin koca ve kalın duvarları kaybolup gözümün önünde binlerce şühâdâ’nın canlanarak bana hitap ettiğini ve aramızda sessiz ve kelimesiz bir konuşma cereyan ettiğini söylersem, hissen benden daha gâlip olan Müvekkilimin ziyaret esnasında neler neler duyduğunu şöylece esas hatlariyle tahmin etmekte güçlük çekmezsiniz. O, bu duygularını kaleminin kudreti nisbetinde yazısına aksettirmekten başka hiçbir şey yapmamıştır. Ve ancak şunları söyleyebilmiştir. 

“Muhterem Hakimler!... Bu konuda daha fazla söylemeyi zaid buluyorum. Sizler hepiniz müvekkilim gibi birer Müslüman ve Türk Evlâdısınız. Onun his ve heyecanlarını sizlerden daha daha iyi kim anlayabilir? Temiz vicdanlarınızın ifadesi olacak Kararınızı büyük bir tevekkül ile bekliyoruz. 11.07.1953. 

OSMAN YÜKSEL’İN SON MÜDAFAASI: 

Muhterem Hakimlerim: 

Huzurunuza çok garip, çok acı, çok ağır isnatlarla çıkarılmış bulunuyorum! Çünkü da’vâ’ya mevzu olan yazı ile bana isnad olunan suçlar arasındaki uçurumu hiçbir vicdan; hiçbir kanaat ve adalet ölçüsü dolduramaz. Şahısların, ferd’lerin sınırlarını aşan, Milleti alakadar eden, her mevzu, bizi yakından alakadar eder. Mecmua, broşür, kitaplar yaptığımız neşriyat incelenirse görülür ki, içtimâî Millî mevzuları ele alan yazılarla doludur. Geçen sene Ayasofya’yı ziyâret etmiştim. Binaya girer girmez muazzam perişan bir boşluğun içine düştüm. Sanki!... Ayasofya’yı Camileştiren ne varsa imha edilmiş, İslâm’ın Türklüğün takdîr ve tebcîl ettiği Allah-Muhammed gibi, büyük isimler yerlere indirilmiş, bu tarihî perişanlık, bu kendi kendini inkâr dekoru içinde eski günleri, İstanbul’un fethini, şu minberde, Fâtih’in okuduğu ilk fetih hutbesini duyar gibi oldum.”

“Şu Ayasofya yazısı Devletin hangi içtimâî nizamını sarsmış, Allah Aşkına... İktisadî mi, siyâsî mi, içtimâî mi? Siyâsî menfe’at... Ben siyâset, parti, patıtı deyince kaf dağının arkasına kadar kaçan adamım. İçi parça parça olan adamım! Ne siyâset ne kiyâset ne riyâset... hiçbir şey yok bende... Hiçbir partiye, hiçbir siyâsî, gayrı siyâsî teşekküle girmiş değilim. Hiçbir yerin, hiçbir adamın adamı değilim. Dini siyasete âlet etmek... Âlet olmak... Ve hele din gibi mukaddes bir duyguyu âlet olarak kullanmak, en çok iğrendiğim şeyler. Hepsinden el-Hazer!... El-İnsâf!... Nîce nîce mahkûmiyet ve mahkûmiyetlere göğüs gerdiğim 7 senede ancak (20) sayı çıkarabildiğim şu mecmua ile mi? Şahsî nüfus, siyâset, servet!... 

“Biz kurultay, nutuk, politika adamları değiliz. Samîmî mü’min gerçek da’vâ adamlarıyız. Bize isnad edilen suçları şiddet ve nefretle reddediyorum. Buraya kadar oynanan oyun siyâset oyunudur. Şimdi İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nin huzurundayım. Artık politika bitmiştir, vicdanlar, kanunlar konuşacaktır. Benim beraatım için fazla değil Adaletin A harfi kâfidir. Sizden bunu bekliyorum.” 

“Ayasofya Da’vâsı,” “Ankara’da Hâkimler var! Efsânesine uygun olarak, Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nin, A.Fazıl Öztan reisliğinde, aza’lar, Y.Bahri Bilen ve H.Kâmil Özaydın’dan müteşekkil hey’etin tarihî kararıyla Beraatle neticelenmiştir. 

Esbab-ı Mûcibeli, Karar’ın son bölümü şöyledir: 

“Mahiyeti yukarıya aynen dercedilen yazı; maznunun safhattaki savunması, bilirkişi mütala’ası, dosya münderecatıyla birlikte kül halinde nazara alındığında, maznunun bu yazıyı eskiden cami olan Ayasofya’nın sonradan müze haline getirilmiş olmasını şahsî kanaat ve akidesine uygun bulunmadığı için dinî duygularının te’siri altında kalarak yazıp neşrettiği bu yazının intişar ettiği sırada bir kısım Yunan gazetelerinin Ayasofya’nın kilise yapılması yolunda neşriyatta bulunmalarının da maznun üzerinde bir te’essür husûle getirdiği ve şu duruma göre, maznunun bu yazısında ne Millî menfe’atlere zarar verme ve ne de lâiklik prensibine aykırı propaganda yapmak gibi bir kasıd ve ma’nâ görülmediği ve netice i’tibariyle maznunun T.C.K.’nın, 161-163 üncü maddeleriyle cezalandırılmasını haklı gösterecek delil ve sebep olmadığı için müsned suçlardan BERAATİNE, 11.07.1953 tarihinde ittifakla verilen karar C.Savcısı Hakkı Engeseli hazır olduğu halde, maznun ve vekilleri Av.Emin Akyüz, Arif Emre ve Sadık Erdem’in yüzlerine karşı açıkça okunup anlatıldı. 

Cumhuriyet Savcılığı, Amme adına, Mahkeme kararını temyiz etmiş, Yargıtay Birinci Ceza Dâiresinin 14.10.1953 tarihinde, 3141 Esas 2768 Karar, 8/338 tebliğ sayılı ilâmıyla tasdik olunmuştur...