Bu konu üzerine geçen Ocak ayında İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünde bir sempozyum gerçekleştirildi. Bu sebeple İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsüne “Avrasya Birliği, Siyasi Birlik mi? Ekonomik Birlik mi?” konulu sempozyumu düzenlediği için başta Enstitü Müdürü Doç. Dr. Bekir Günay olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Avrasya Birliği Türk ve Slav haklarını yakından ilgilendiren bir oluşum olduğu için Türkiye’yi ve tüm Türk halklarını yakından ilgilendirmektedir. Bu konu Rusya’da 1990’lı yılların başından itibaren çeşitli platformlarda hararetli bir şekilde tartışılmaktadır. Avrasya Birliği’nin ilk somut adımlarından olan Gümrük Birliği’nde üye devlet olduğu için elbette Kazakistan’da da tartışılmaktadır. Ancak, Avrasya Birliği Türkiye de dahil, başka Türk ülkelerinde istenen seviyede konunun tartışılmadığı görülmektedir. Oysa bu konu enine boyuna şimdiden tartışılması gereken önemli bir oluşumdur. İşte bu sebeplerden Avrasya Birliği konusunda Türkiye’de konunun uzmanlarını bir araya getirerek bu sempozyumu düzenleyen yetkililere bir daha şükranlarımı sunmak isterim.
15 Ocak 2014 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Arslan’ın oturum başkanlığında gerçekleşen sempozyuma İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Bekir Günay “Avrasya Birliği; Siyasi Birlik mi? Ekonomik Birlik mi?” bu satırların yazarı “Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in Avrasya Birliği Konusundaki Görüşleri ve Gümrük Birliği”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. ilyas Kemaloğlu “Türk - Bus ilişkilerinde Şanghay işbirliği Örgütü ile Avrasya Birliğinin Yeri” ve İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nden Doç. Dr. Fatih Özbay “Türkiye'nin Gümrük Birliği, Şanghay işbirliği Örgütü ve Avrasya Birliği’ne Üyelik Tartışmaları” konulu tebliğleriyle katıldılar.
Türk ve Slav halklarının birbirleriyle yakınlaşması ve dostluk ilişkilerinin kurulması için önemli bir fırsat olabilecek Avrasya Birliği ve Avrasyacılık fikirleri Doğu hakları içinde özellikle SSCB’nin çökmesinden sonra Rusya’da revaç buldu. Bu akım tarafların milli hassasiyetleri ile menfaatleri karşılıklı gözetilerek hayata geçirildiği takdirde Türk-Slav halklarının yakınlaşması için önemli bir fırsat olabilir.
Öte yandan Avrasyacılık fikrine karşı çıkanlar, onu samimi bulmayanlar ve onun gerçekte “Avrusyacılık”, yani Rusya’nın bölgedeki üstünlüğünü gerçekleştirme projesi olduğunu savunanlar da bulunmaktadır.
Avrasyacılık fikrinin olarak ortaya çıkışı ile daha sonra bu fikrin Avrasya Birliği olarak hayata geçirilmesinin Sovyetler Birliği ile yakından alakalı olduğunu görürüz. Avrasyacılık  fikrini ilk olarak Rusya’da Ekim devriminin ardından yurtdışına muhaceret eden ve Sosyalizm ve Panslavcılığı bir Batıcılık akımının bir etkisi olarak Rus düşünürlerinden Nikolay Truvbetskoy (1890-1938), Petr Savitskiy (1895-1968), Georgiy Florovski (1893-1979), Georgiy Vernadskiy (1887-1973) ve benzeri aydınların 1920’lerde ortaya atmışlardır. Bunlar genelde Rusların ne tam Avrupalı, ne de tam Doğulu olduğunu, ikisinin ortasında dini ve kültürüyle özgün bir Avrasyalı kimliği olduğunu savunmuşlardır.
Daha sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecine girmesiyle Ruslar yeni bir kimlik ve strateji arayışına girmişlerdir. Bu arayış içinde yeni avrasyacılık batı karşısındaki zayıflık ve güç kaybının engellenmesi, SSCB sonra Rus kimliğinin ve vatanının tanımlanması amaçlarıyla, genel olarak Batı yayılmacılığına tepki olarak ortaya çıktı. Aleksandır Prohanov, Sergey Kurginiyon, Aleksandr Dugin ve Şamil Sultanov gibi yeni avrasyacılık hareketini savunan Rus aydınları 1990’da kurdukları Dney (Günler) ve Elementi (Elementler) isimli jeopolitik dergilerde avrasyacı görüşlerini ortaya koydular. Böylece 1920’lerdeki klasik avrasyacılık, 1990’larda neo-avrasyacılık olarak ortaya çıkıyordu.
Ancak, Avrasyacılık, yani Türk-Slav halklarının birlikteliği konusunda ilk fikirler Ruslardan önce Türklerden gelmiştir. Türk dünyasında “dilde, fikirde ve işte” birlik şiarıyla tanınan İsmail Gaspıralı XIX. yüzyılın sonu ve XX. başında yazdığı makalelerinde Türk-Rus halklarının işbirliğinin gerekliliğine vurgu yapıyordu.
1896’da yayınladığı Rus-Doğu Anlaşması ismi makalesinde Avrasya coğrafyasının üçe taksim eden Gaspıralı “Ak Alem” olarak Avrupalıları ve “Sarı Alem” olarak da Moğol, Çin, Kore, Japonya ve diğer Uzakdoğu ülkelerini göstermektedir. Bunların arasına yerleştirdiği Rus ve Türk halklarını ise vahit bir dünya olarak tasvir etmekte ve Türk-Rus halklarının işbirliğini zorunlu görmektedir. Araştırmacı Meşdi İsmayilov’a göre, bu tamamen bir avrasyacı çizgidir.
Bu fikir Yusuf Akçura tarafından da gündeme getirilmiştir. Yusuf Akçura, Kazan’da yayınlanan Tan Çulpan gazetesinde 1907 Mart ayında, Avrupalılara ve Çinlilere karşı Rus ve Türk halklarının beraber hareket etmeleri gerektiğini savunmuş, ancak bu şekilde onların sömürüsünden kurtulmanın mümkün olabileceğini yazmıştı. Daha sonra 1908 yılında Kırım’da yayınlanan Tercüman gazetesinin kırk bir numaralı sayısında bu meseleyi bir daha gündeme getirmiş ve “Slavlar her ne kadar bize benzemeseler de, ilim ve medeniyette bizden ileridirler. Türk-İslam alemi de, Rus devleti de saadetsizdir. Çünkü aralarına karıncalar gibi giren Avrupalılar ve Çinliler onları asla rahat bırakmamakta; zenginlik ve teknikleriyle bu ülkeleri kendilerine sömürge, halklarını da köle yapmak istemektedirler. Bu durumda Rus ve Türk halkları el ele vererek bu saldırıya karşı durmalıdır” demişti.
Yusuf Akçura, daha sonra meseleyi Duma Başkanı ile konuşmuş, Müslüman İttifak partisi, meseleye eşit şartlar altında ılımlı yaklaşacağını açıklamıştı. Fakat, Rus hükümeti, kendilerini Türklerle eşit görmediklerinden dolayı bu tür fikirlere itibar etmeyeceğini kesinlikle açıkladı ve bir beyanname yayınladı. 20 Şubat 1908 yılında yayınlanan bu beyanname bu fikrin uzun bir zaman ortalıktan kalkmasına sebep oldu. 20 Şubat beyannamesinde Rus kilise temsilcileri Devlet Dumasına seçilme hakkına sahip olurlarken Müslüman halkın dini temsilcilerine bu hak tanınmıyordu. Yani eşitlik ilkesi ortadan kaldırılıyordu. Bu beyannamenin uygulamaya konulması üzerine Avrasya fikrinin babası olan Yusuf Akçura 22 Mart 1908 tarihli Kazan Muhbiri gazetesinde şunları yazıyordu: “20 Şubat Beyannamesi Rusya'da Ortodoks Hıristiyanlığı hakim din olarak ilan ediyor. Müslümanlığı ve Müslüman halkları ise ikinci sınıf olarak gösteriyor. Bu, daha önce ileriye sürdüğüm “Rus ve Türk halkları ortak düşmana karşı beraberce mücadele etmelidirler” tezimin yanlışlığını ortaya koyan bir devlet belgesidir. Bu yüzden, Rus halkıyla birlikte ortak düşmana karşı mücadele etme fikrimi geri alıyorum. Ruslar, Türk ve Müslüman halkları kendileriyle eşit kabul edinceye kadar, bu fikrimde ısrarlı olacağım.” Böylece Yusuf Akçura Türk – Slav halklarının siyasi birlik oluşturması yönündeki fikrinden vazgeçiyordu.
 Aradan 90 yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, Avrasya kıtasında devlet adamları arasında Avrasya Birliği fikrini ilk defa dillendiren Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev oldu. Avrasya Birliği fikri ilk kez N. Nazarbayev tarafından 1994 yılında Moskova Üniversitesi’nde dile getirildi.
O dönemde Rus politikacılarının ciddiye almadığı bu konuşma Rusya’daki Avrasyacı düşünürlerden Aleksandr Dugin’i etkiliyordu. Bunu Dugin’in şu sözlerinden açıkça görmek mümkündür:
“Yeni Avrasya görüşünü yaratma konusunda uzun yıllar yorulmadan çalışarak Avrasyacılıkla uğraşırken, 1994’de Moskova Devlet Üniversitesinde gerçekleşen bir olaydan çok derinden etkilendim. 1990’ların kaosu ve dağılmanın ortasında Rusya’dan sonra BDT ülkeleri içinde en büyüğü  ve daha yeni kurulmuş olan [Kazakistan] Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Nursultan Abişoğlu Nazarbayev “Avrasya Birliği”nin temel anlamını açıkladı. Bu havada bulut yokken göğün gürlemesi gibiydi... Avrasya doktrini Avrasyacı düşünce tarihinde ilk defa bu çapta büyük bir siyasetçi, bağımsız bir devletin Cumhurbaşkanı tarafından tarihi bir kader, evrensel bir çağrı ile sadece bir düşünce olarak değil, aynı zamanda bir eylem olarak Avrasya projesini somut olarak hayata geçirmeye bir davet olarak resmen açıklandı.”
Aslında Nazarbayev Avrasya Birliği fikrini ilk olarak ortaya attığı 1994 yılından önce, açıkça söylemek gerekirse, 1991’de SSCB dağılırken Türk-Slav halklarının birlikteliği yolunda önemli bir katkıyı da BDT’nin kuruluşunda oynadı. SSCB’nin çöküşünün arefesinde Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya liderleri 8 Aralık 1991’de Belavejaya Ormanlarında aldıkları kararla  Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurduklarını ilan ettiler. Sadece Sovyetler Birliği’nin Slav devletlerinden oluşan bir oluşumun kurulması tüm dünyada “Slav Devletler Topluluğu” kuruluşu olarak algılandı.
Orta Asya’nın beş cumhuriyetinin liderleri Minsk girişimi olarak da adlandırılan yeni oluşumu değerlendirmek üzere Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta 12 Aralık 1991’de bir araya gelerek iki günlük toplantı yaptılar. Bu toplantıdan da Türk Devletler Topluluğu kararı çıkabilirdi. Ancak, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in kararlı duruşuyla Aşkabat Toplantısından Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’nın Slav Birliği’ne karşı Türk Birliği kararı yerine Bağımsız Devletler Topluluğuna katılım kararının çıktı. Böylece Sovyet döneminde ekonomileri birbirine bağımlı hale getirilen bölge devletlerinin büyük bir kaosa girmesinin de önüne geçilmiş oldu.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev 26 Ekim 2011’de İzvestiya gazetesinde “Avrasya Birliği: Fikirden Geleceğin Tarihine” isimli makalesinde 21 Aralık 1991’de Almatı’daki eski Sovyet Cumhuriyetlerinin devlet başkanları zirve toplantısında cesur girişimiyle dağılmakta olan süper gücün tehlikeli yıkımlara yol açabilecek sürecinin önünün aldığına vurgu yapmaktadır.
Genel olarak konuşmak gerekirse Nazarbayev’in en baştan itibaren Avrasya Birliği’ni ekonomik temelde kurmak istediğini söyleyebiliriz. Nazarbayev’in Avrasya Birliği konusunda Putin’den farklılıklarına değinmek gerekirse, araştırmacı Erjan Mırzatayev’in fikrine göre, üç temel farklılıktan söz edebiliriz.
İlk olarak Avrasya Birliği Rusya için küresel güç aktörü olarak ortaya çıkmak iken, Nazarbayev’in fikri Kazakistan bölgesel işbirliğine ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
İkincisi Rusya’nın Avrasyacılığı Batı’ya karşı iken, Kazakistan’ın ki Batı’yla da işbirliğinin geliştirilmesinden yanadır. Kazakistan’ın 2008’de kabul ettiği “Avrupa’ya Yol” programı bunun bir göstergesidir.
Üçüncüsü Nazarbayev’in Avrasya Birliği projesi Rusya’dan geniş çaplı uluslararası ve medeniyetlerarası ilişkileri içermektedir.
Bir başka deyişle Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin Avrasya Birliği’nin siyasi bir birlik olmasını savunurken, Kazakistan Devlet Başkanı ise ekonomik bir birlik olmasını savunmaktadır. 2015 yılı için hayata geçirilmesine karar alınan Avrasya Birliği’nin Putin’in mi, yoksa Nazarbayev’in mi görüşleri doğrultusunda şekilleneceğini tüm dünya merakla takip etmektedir. Bu konuda ağırlık Rusya Federasyonu Devlet Başkanında görülmekle birlikte, birliğin şekillenmesinde Gümrük Birliği’ne üye ülkelere komşu devletlerde ve uluslararası alandaki gelişmelerin de etkisi olacağı muhakkaktır.