Bir Başka Açıdan
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEDE ÇAĞDAŞLAŞMA (1)

     20. Asır 19. Asra göre. 19. Asır 18. Asra göre. 18. Asır 17. Asra göre çağdaşsa. Her asır aynı zamanda hem çağdaş hem değil. Tıpkı kubbeyi meydana getiren taşların birbirine hem mahkûm hem hâkim oluşları gibi. Bu durumda her asır, hem çağdaş hem çağdaş değil. Çünkü bizler bir asır öncesine göre kendi çağımızda, bir asır ileride olarak. Sonrakilere göre yine kendi çağımızda ama bir asır geride olarak yer almış bulunuyoruz.
     O hâlde çağdaşlık nedir? Bence çağdaşlık; fikrinde, zikrinde, görüşlerinde ve yorumlarında muhalled olabilen. Klâsik kalabilen. Hep taze. Hep geçerli. Her zaman kalıcı olabilendir.
     Çağdaşlık ibnüzzaman olmaktır. Çağdaşlık dünü düşünüp, yarını hayâl etmek değil, günü ve ânı yaşamaktır. Bir saniye önce artık yok. Bir saniye sonrası ise meçhul. O hâlde insan hep ânı yaşamalı. Zaten ömür dediğimiz, an'ların toplamından başka nedir?
     “Yarın diyen helâk oldu.” ifadesinden günün gereğini yerine getirmemiz istenmiyor mu? Çünkü yarının da yarını var. Bizim yarını olmayan günde yaşamadığımız ne mâlûm?
     Çağdaş, muhalledat olan. Her dem taze kalabilen. Dünü, Günü ve Yarını aynı anda kucaklıyabilendir.
     Yunus'un: “Her gün yeniden doğarız. Bizden kim usanası?” dediği gibi eskimeyen, hep yeni kalan, nisyana terkedilmeyen değerler; çağdaş mefhumuna ancak dâhil olabilir. Tıpkı Yunuslar, Mevlânalar, İbrahim Hakkılar, Âkifler, Yahya Kemaller gibi kökü mâzide olan âtiler, çağdaş kategorisine girmeye, hakkıyla hak kazanmışlardır.
     Her yeni; güzel olmadığı gibi. Her eski, ille de çirkin değil. Keza her eski çirkin olmadığı gibi. Her yeni, ille de güzel değil. Güzel veya çirkin oluş, ne eskilikten ne de yenilikten ileri gelir. Güzel veya çirkin oluş, nesnenin zâtından meydana gelen bir husustur.
     Bir şey; ne yeni ne de eski olduğu için iyi, doğru ve güzeldir. Her mekân ve zamanda iyi, doğru ve güzel vardır. Bu vasıflar, nesnenin keyfiyet ve içerik gibi hususiyetlerinden doğar. Zaman ve mekanla kayıtlı değiller.
     Demek ki, çağdaşlık zemin ve zamanın gereğini yapabilmektir. Bu durumda, herkes gerekeni yapıp yapmamakla çağdaş veya gayri çağdaş olur.
     İsmail Habib Sevük'ün bazı sözleri, aynı zamanda çağdaşlık kavramına da açıklık getirmektedir:
     “Dünyanın her yerinde güzel manzaraları gör. Lâkin o görüş kendi vatanını çirkin gösterirse vatanın kayboldu. Daha iyiyi görmek vatanı daha iyiye götürmek içindir.
     “Eskilik sâdece mâziye tahassür (hasret). Yenilik sadece mâziden teneffür (nefret) değil. O mazinin çürüten ruhunu görmek eskilikten. Şeref olan kıymetini görmek de, züppelikten kurtulmaktır.
     “Gençler daima bu çift hakikatin ikisini birden göreceksiniz ki, butlan (ve yavaşlık)tan kurtulalım.
     “Gençler lâyemut (yâni ölümsüz)lerimiz olduğu için lâyemutuz.
     “Mâzinin malı değilsin. Müftehir ol (iftihar et). Lâkin yalnız hâlin mahsûlü de değilsin. Gâfil olma. Görünen hâl ile görünmeyen mâziden doğdun.
     “Ohhh akan bir nehirsen, yalnız munsab (dökülen yer)in değil, menbaın da olacak.
     “Biz bir ayağı mâzide, diğeri âti (gelecek)te olan bir köprü üzerindeyiz.
     “(Unutmayalım ki) nereye gittiğini bilenler; nereden geldiğini bilenlerdir.” (İsmail Habib Sevük, Edebî Yeniliğimiz, 1930)
     Gök kubbe altında yeni bir şey yok. Hakikat ve güzelliklerin, yeni bir ifade ve farklı bir biçimde yeniden ortaya konulması var.
     Her yeni; klâsik / muhalled / kalıcı / eskimez olan şey; aslında eskinin; değişik yer ve zamanlarda farklı kimselerce başka bir tarzda, yepyeni bir biçimde tasvir ve tahririnden / yazılmasından başka bir şey değildir.