19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor bayramı nedeniyle Samsunumuzun önemli derneklerinden biri olan Samsunlu Sanatçılar Derneğinin hazırladığı, konuşmacı olarak Doç Dr. Zübeyde Yalın ÖKTEM hanımefendi, Sayın Ali ÇÖMEZ, Kazım MEMİÇ ve Osman KARA beyefendilerin bulunduğu ‘’Atatürk ve Gençlik, Atatürk ve Sanat’’ konulu panele katıldım. Öncelikle bu paneli hazırlayan Samsunlu sanatçılar derneğine ve değerli katılımcılarına bizlere verdiklere çok değerli bilgiler için teşekkür ediyorum. Bu panel sırasında öğrendiklerimin ve araştırmalarımın ışığında Atatürk’ün Sanata bakışı hakkındaki görüşlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Pek çok ve farklı tanımları olsa da en yalın tanımı ile sanat yaratıcılığın ve hayal gücünün faklı tekniklerle dışa vurulmasıdır. Tolstoy’a göre ise Sanat; ortalama bir insan için güzelin ortaya çıkmasıdır ve yaratıcı ile onu algılayan arasında duygu alışverişi olabilmesi sanat için gereken tek özelliktir. Sanatçının görevi ise tehlikeyi sezen kişilere ölüm reçetesi yazmak değil çıkış yolunu çıkış yolları göstermektir. Yani ünlü düşünür Kant’ın aksine Tolstoy’a göre sanatın kendisi dışında bir amacı vardır.

Bu noktada Sanat Sanat için midir? Toplum için midir? Tartışmasına girmiş oluyorum ki benim bu yazıdan amacım kesinlikle bu değildir.

Atatürk için Sanat neyi ifade ediyor du? Aradığım cevap budur. Bu sorunun cevabı ise onun üstün ileri görüşlülüğünün göstergesi olan sözlerinde açıkça görülmektedir. Şöyle diyor Ulu Önder sanatı tanımlarken; ‘Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.’(Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec. Sene: 1, No: 2, 1928, s. 84)diyor.

Türk toplumunun gelişimi, çağdaş ve ileri bir toplum yaratabilmek yolunda sanatın rolünü ise şu sözleri ile anlatıyor, ’Güzel sanatlar terimini, Türkler zannediyorum pek haklı olarak 1-Musiki, 2-Resim, 3-Heykeltıraşlık, 4-Edebiyat, 5-Mimarlık, 6-Rakstan oluşmuş saymışlardır. Bu dal, insan topluluklarının yüksek niteliğini belirlemede çok büyük önem taşır. Bu yüksek kıymet, yüksek incelik, maharet, ince kabiliyet ve işte bunların hepsini yapabilmek, sanatkârlığın birleşmiş ifadesidir. Bu mesele üzerinde bizim de, çocuklarımızın da esaslı olarak durmanız lâzımdır.’(1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10.11.1941)

‘İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Hâlbuki bizim milletimiz, hakikî özellikleriyle medenî ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır.’ (1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 67)

Tüm enerjisini, maddi kaynaklarını ve genç insan nüfusunu savaşlarda tüketmiş bir milletin yeniden küllerinden doğarak, cumhuriyetin ışığında hak ettiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada, devrimlerin yerleşmesi ve başarılı olmasında, kişisel ve toplumsal gelişimin sağlanması, sosyal hayatta verimliliğin artmasında sanatın vazgeçilmezliğini bir sohbet esnasında ressam Çallı İbrahim’e şu sözlerle belirtmiştir:

Fikirler ve inkılâplar, sanatla yayılır.(Atatürk’ten B.H. s. 84)

Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kesin delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır.1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)

Hayatının büyük bir bölümünü cepheden cepheye koşarak geçiren ATATÜRK’ün sanata ve onun gücüne olan inancını hayatının her noktasında görebilmekteyiz.

Örnek vermek gerekirse pek çoğumuzun bilmediği Atatürk’ün sinema hakkındaki görüşleri ile başlamak isterim Daha 1920’li yıllarda ’Sinema Öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek dünya medeniyetinin değiştireceği görülecek´ demiştir.

1922 yılında İstiklal savaşı sırasında çekilen tüm görüntülerin toplanarak bir doküman yapılmasını istemiştir. Bu gün elimizde İstiklal Savaşı ile ilgili görüntülerin bulunduğu bu film tek dokümandır. Bu dokümanı 1933 yılında Iran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte Dolmabahçe sarayında izlendikten sonra zamanın akademiler komutanı Ali Fuat Erdem’e filmin geliştirilmesi talimatını vermiş ve adını ‘’İstiklal’’ olarak belirlemiştir. 1937 yılında filmin durumunu sorduğunda kendisine ait hareketli görüntünün azlığından dolayı yapılamadığını öğrendiğinde; ‘Ben hayattayım, Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmelerim hali hazırda mevcut olduğuna göre, çağırdığınız anda bana düşen görev ve vazifeyi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalırsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu milli bir vazifedir. Çünkü Türk Gençliğine mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak bu filmle mümkün olacaktır.’der. Ancak Atamızın bu arzusu yerine getirilememiştir.

Ülkemizin en eski film yapımcılarından Cezmi AR’ o günlere ait hatıralarında bir anısından şöyle bahsetmektedir;’İzmit’te Gazinin de katıldığı bir resmigeçidi filme almaya gitmiştik. Gazi Paşanın da filmini çekmek istiyordum. Korkarak haber gönderdim. Arzumu kabul etti ve Çekinmeyin, Sinema sanatının icabatı neyse hemen söyleyin ve tatbik edelim dedi. Bittik ten sonra etrafına şöyle dediğini duydum; İleride bu günü görmeyenlere ibret olur bu resmigeçit.

1934 yılında Sergey Lutkeviç, Lev Oskaroviç in birlikte çevirdikleri ‘Ankara Türkiye’nin Kalbidir’ isimli filmden çok memnun kalmıştı.

1937 yılında montaj filmin kurucusu Esther Shaup’la kurtuluş savaşına ait filmin tamamlanması için işbirliği yapmayı düşünmüş, hatta bunun için aynı yıl Münir Hayri Egeli ile müşterek bir senaryo hazırlamış ve adını ‘ben bir İnkılâp çocuğuyum’ olarak belirlemişti. Münir Bey çekecek ve gerektiğinde Atatürk kamera karşısına geçecekti. Ama sağlık durumu bu arzusunun yerine getirmesine müsaade etmedi.(Ses dergisi 1973)

Tiyatroya gitmeyi çok seven Atamızın zaman zaman sinemaya gittiğini de biliyoruz. Niyazi Ahmet Banoğlu’nun Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı adlı 2 ciltlik kitabından Atatürk’ün 1932 yılının 22 Ocak Cuma gecesi Opera Sineması’na gidip Çanakkale filmini izlediğini bu kitaptan öğreniyoruz. (Söz konusu filmin 1931 yapımı Tell England ya da ABD’de kullanılan adıyla The Battle Of Gallipoli olduğunu sanılıyor.)

Cemil Filmer’in hatıralarından Ata’nın Filmer’e ait olan Ankara Sineması’na Şarlo İdam Mahkûmu adlı filmi izlediğini öğreniyoruz. Atatürk filmin sonunda “Cemil, hayatımda bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum, şunu bir daha seyretsek olmaz mı?” deyince film bir kez daha gösteriliyor.

Yine Banoğlu’nun kitabında Atatürk’ün 3 Aralık Çarşamba 1930’da saat 14.30’dan 17.10’a kadar Elhamra sinemasında kendisine özel hazırlanan seansa katıldığını biliyoruz. Seans haber ajansı filmleriyle başlıyor. Bu bölüm bittikten sonra Atatürk önce Lewis Milestone’un 1930 yapımı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet on the Western Front) adlı filminin bazı savaş sahnelerini izleniyor. Ardından yine 1930 yapımı, yönetmenliğini Ludwig Berger’in yaptığı ve Ortaçağ Fransa’sında geçen müzikal opera türündeki Serseri Kral (The Vagabond King) filmini izliyor.

Atatürk gibi sanata meraklı, tiyatroya sık sık giden bir kişinin tüm yoğun programına rağmen fırsat yaratıp başka filmler de izlediği gerçektir. Yukarıda saydıklarım yalnızca şimdilik karıştırdığım kaynaklarda karşıma çıkan birkaç tanesidir.

Atatürk’ün Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada, cehaleti yenmede Genelde sanata, özelde sinemaya verdiği değeri ne yazık ki bizler sürdüremedik, anlayamadık.94 yıllık cumhuriyet tarihimiz boyunca ülkemizde pek çok sanatsal ve toplumsal alanda başarılı sinema filmi çekilse de bu filmlerin pek çoğu Cumhuriyetin temel hedeflerine ulaşmasında yetersiz kaldı. Dünya ailesine kattığımız ve uluslar arası ödüle layık görülen film sayımız ne yazı ki sadece benim bildiğim kadar on dört adettir ve bunların yedi adedi önemli ödüller almıştır.(Susuz Yaz Metin Erksan, Duvara Karşı Fatih Akın, Bal, Semih Kaplanoğlu, Yol Şerif Gören, Kış Uykusu Nuri Bilge Ceylan, Zerre Erdem Tepegöz, Üç Maymun Nuri Bile Ceylan)

Bu ödülü eserler zaman zaman sanat filmi olarak aşağılanmış, bazen de sansür ve yasaklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ancak bundan daha acısı gişede hiçbir zaman en çok izlenilen ilk 50 film arasına girememişlerdir. (gişe rekorunu elinde tutan bazı filmlerimiz ise şunlardır. Recep ivedik5,Recep ivedik4,Düğün Dernek2,Recep İvedik2,Recep İvedik 3,Kurtlar vadisi, Yahşi Batı, Arog, Eyvah eyvah ve Fetih 1453’ dür).

Mutlaka her sinema filminin toplumumuzu geliştirmek, yönlendirmek, aydınlatmak gibi bir görevi olmasını beklemek ve izleyicileri eğlenceli filmlere gittikleri için eleştirmek son derecede anlamsız ve yersizdir. Her film yapımcısının kar hesabı yapması ve izleyiciyi sinemaya çekecek konuları seçmesi son derece doğaldır. Ancak temelde sanatın ve milli kültürün geliştirilmesi ve toplumun aydınlatılması, yerelden evrensele uzanacak Türk kültür ve tarihinin dünyada saygı görmesini sağlayacak filmleri çekmek, desteklemek, gerekirse ücretsiz yayınlatmak devletin görevi olduğu da unutulmamalıdır. Ne yazık yaşadığımız bu karanlık günlerde mevcut iktidar bunlar yerine kendi liderinin hayatını konu alan filmlere veya sahte tarih yaratma gayesindeki televizyon dizilerine daha fazla değer verdiğini görüyoruz.

Tüm Mazlum uluslara esin kaynağı olmuş Türk Kurtuluş savaşı, devrim tarihi ile Cumhuriyet ve kurucu kadromuzun yaşamlarının da aralarında bulunduğu, Kültür ve sanat ile dolu sinema filmlerinin çekildiği, en az Hollywood ve Bollywood filmleri kadar izlenebilen Türk filmlerine sahip olmak dileği ile…

Haftaya Atatürk ve sanat konusundaki görüşlerimi yazmaya devam edeceğim, çünkü böyle büyük bir dehanın sanata bakışı da bizlere yol göstericidir.