1970 ‘ li yıllar da Güneydoğu’nun Vad-i Leman(Adıyaman)  denilen güzel şehrin de, devlet memuruydum, gündüzlerim büroda dört duvar arasında daktilo şıkırtısı ile,  gecelerim evde dört duvar arasında bebeğime ninni çığırmakla geçiyordu. Öylesine bunaldığım saatler vardı ki bu şehir de; bir mahkûm isyanıyla dama çıkıp bağırmak geliyordu içimden,  eğer önceden Aziz Nesin ‘’Damda Deli Var’’ adlı kitabı yazmamış olsaydı ben yazdığım romanın adını ‘’ Damdaki Kadın’’ koyardım, kimsede indiremezdi!
      Buradaki kadınlar yapsa- yapsa damda ki çiviye ip atıp boğazlarına geçiriveriyorlardı sessizce.
      Kaç kadın hatırlarsınız ki dama çıkıp alayına bağırmak istesin!   Aykırıyım dedim ya,
      Yaşam dört duvarla şahit tutsaklığıma,
      Gardiyanıyım Mahpusluğumun
      Şu beton yüzlü duvarları aşmak
      Tabiatın avlusunda volta atmak istiyorum.
      Vâdii boyunca sıralı yemyeşil has bahçelerde,
      Tarlanın kenarına uzanı vermek     
      Denizi düşlemek gökyüzünde
      Yasaklanmış duyguları şiir yapmak
      Ve çözebilmek töreden kelepçeleri
      Kırmak  özgürlüğümün, kilitlerini.
      Güneydoğuda kadın olmak,
      Dama çıkıp bağırmak gibi,
      Delirmek gibi,
      İşte bu şehir de yaşam;  gelenek, görenek ve yasaklar bütünü, bir kadın olarak öyle elimi kolumu sallayarak çarşı pazar dolaşmam mümkün değildi,  tacizlerden anlıyordum bunu, her ne kadar bir hapisten diğerine geçmek gibi olsa da yine de  ara sıra   kara çarşafa  giriyordum özgürlük adına,
Bu kültür farkı, şu ekmek kavgası, diğeri gönül yarası derken kavramlarım iç çatışmalar yaşıyordu, eşime psikiyatrist’ e gitmek istediğimi söyledim, söylemesine de kendimde inanamadım bu cesaretime, doğum doktorunun bile ayda bir uğradığı bu şehirde psikiyatrist biraz lüks olmadımı dedim kendi kendime. Eşim var dedi ‘’burda var götüreyim seni ‘’.
   Doktor, bir taraftan peçete uzatırken gözyaşlarıma diğer yandan, sorular soruyordu bakışlarıma.
— Kızım sen Kürt’müsün?
Boğazımdaki düğümleri yutkunarak hayır dedim, Türk’üm
 
— Bizim Kürt milleti çok duygusal olur da o yüzden sordum, bırak artık ağlamayı sıkıntın ne anlat bakayım.
-Erkeğim bana değer vermiyor,
-Öylemi, o zaman kullan onu,
-Adam kullanmak bana göre değil, yine ağlıyorum doktor reçeteyi yazıyor bendeki derdi hemen anlamış tavsiyelerini sıralıyor,
-‘’Bu yörenin erkekleri kadına değer vermezler şımartmamak adına derler ki;
‘’ Babo tavuğun kanadını kıracaksın ki uçamasın da bol bol yumurtlasın!’’
Bizim memleket iyidir hoştur fakat biraz kapalı bir toplumdur,
Tayin isteyip büyük bir şehre yerleş, küçük yerin stresi büyük olur..
Doktordan çıktığımda kuş gibi hafiftim zaten asla tavuk gibi olmamalıydım zira kanadımın kırılması mevzubahisti.
Bunlar ilaç gibi tavsiyeler gitmek umudum olsun be, Elbet bir gün göçeceğim buralardan. İstanbul’a gideceğim dedim yine kendimce.
Sıra İstanbul’a gelince,
Korkular sarmıştı teknoloji denen çarkı,
Her yer beton gökdelenlerle kaplı
Ne deniz izleyebildim ne sahili ne parkı,
Büyüdü şehir büyüdükçe,
 Mahpusluğumuzda eş zamanlı içinde
Kim bilir kaç yüzüncü sebeplerden,
 Yine dört duvar arası bilgisayar hücre cezası yedim,
Mahpusluğum süresince,
Aşk denen suçtan doğmuşuz bu dar dünya cezaevimiz,
 Ömür denen zamanın suçlusu muyuz neyiz
Dört duvarlı bir kabir gidilecek yerimiz.
ASLINDA BİZ
ANA KARNINDAN MEZARA TUTUKLUYUZ HEPİMİZ.

Hülya ASLAN 1987 Güneydoğu hâtıralarımdan.