“Ellerimi avucunun içine aldı, üşümüşsün dedi.  Öyle sıcak baktı ki, üşümekten utandı ellerim,,

Camdan sarayını yıkmak için bir balyoz yeterli, bunu biliyorsun. Al! Yalnızlık nöbeti geçiren zoraki ıkınmalar sonucunda da başarıp yalnızlaştırdığın yüreğin senden yana dertli, görmüyor musun? Bak nasıl da solgun ve durgun. Altın kafeste ölüme gün sayan prenses kuş! Kır zincirlerini. Gaganla parçala şunu. Ölüm pahasına da olsa dene en azından. Klişe gelecek ama denemek başarmanın yarısı, Lütfen…

Hatırlasana eskiyi. Tamam, çok eskiyi diyelim. Gözlerini bana dikip bakma öyle, suçlu aramaya başladın yine. Ben değilim! Elbette ki sensin. Zatı muhterem, kendi şahsınız. Yine mi katı konuşmaya başladım. Bilirsin dilim de hep bir zehir vardır, iyi kötü günde lazım olur diye. Bilirsin ben temkinliyimdir. Hayat dışarıda tüm süratiyle devam ediyor görmüyor musun? Bu sende eksiltme hissi yaratmıyor mu?  Neyin eksiltmesi mi? Elbette ki hayatla ilgili. İnce mesele.

Işığı alınmış gözlerinin. Nereye ve neden baktığını bilmeden ölü bakışlar atıyor etrafa. Korkuyorum. Işık saçan ve o ışığın gücünden kaçtığım günleri hatırladım. Şen şakrak olduğun zamanları. Durmadan güldüğün; her şeye. Evet, hatırlasana; sokakta bastığım köpek pisliğinden sonra ne de gülmüştün. Ben karşında takım elbiseler, elimde çiçekler. Ailene ziyarete gidiyorduk, unutmadım bak. Hiç bir şeyi unutmadığımı bilirsin.  Doğum gününü, tanıştığımız günü, en sevdiğin yemeği, en sevdiğin filmi, kitabı, en sevdiğin rengi. 

Haki yeşili. En sevdiğin rengi yakalamak için bu renk kazaklar, pantolonlar almam da cabası. Ama sen bunda da sorun çıkarmıştın. Senden ötürü bu renkten soğudum! Dediğinde tüm hakileri toplayıp çöp konteynırın yanına bırakmıştım. İhtiyacı olanlar alsın diye. Önce renkleri çıkardın hayatından teker teker, ardından seni sevenleri. Sevdiklerin ile ilgili bir şey diyemeyeceğim! Aksini ispatlayabilecek misin? Var mı senin senden başka sevdiğin? Yüreğim her akşam oluşunda kat be kat ağırlaşırdı, neden biliyor musun? Ertesi gün beni isteyip istemeyeceğinin korkusu sarardı. Çocuk gibi titrerdim her sabah kalktığımda. Gözlerinin içine baktığımda bana yer olup olmadığını hemen anlar, kıvrılırdım göz bebeğinin içine, çöreklenirdim oracıkta bir yere. Sessizce fısıldardım ; “bırakma beni”. Oysa sen bana bakarken bile başka hayallerin içinde dolaşırdın. Hedeflerinden, isteklerinden, başarmak için çabaladıklarından bahsederken bana değil de sanki kürsüden aşağıya sesleniyormuşsun izlenimine kapılırdım. Olsun. Ben sana aşağıdan bakmaya da razıydım. Gözlerinin içindeki meşaleler sönmesin yeter ki!

Benden yana şikâyetlerin hiç bitmezdi. Onu yapmadın, bunu düşünmedin, şunu söyledin, şunu söylemedin. Çatacak yer ararken ben karşında ne şekilde duracağımı bilemeden sendeler dururdum.

Sonra…

Ya sonra…

Elindeki görünmez iğneleri kendine de çevrene de bana da batırmaktan vazgeçtin. Susmayı yeğledin. Sustun da. Ellerin buz keserken, yüreğin donarak tüm bedeninin kutupa çevirdi. İçi boşaltılmış kocaman bir harabeye döndün zamanla. Neden?

Aşk bitince yürek bedene küser mi? Dille muhabbeti keser mi?

Söyle.

Ben senin aşkının katili değilim. Ben kendi yüreğine sahip çıkan zavallının biriyim. Evet, şimdi gidiyorum, yanıma hiçbir şey almadan. Yeşilin tüm tonlarını sana bırakarak. Ve gözlerinden iniyorum müsaadenle. Vaktiyle gözlerinin içinde, meşalelerinin yanına sıkışıp yanmasından zerre kadar etkilenmeyen bedenim şimdi zifiri karanlığında üşüyor. Ya kır şu camdan yüreğini ya da git…

Sevda kaçsın çayınıza…