Hidayet Ehli'nin  aralarındaki ihtilâfı / anlaşmazlığı ve aralarındaki adem-i ittifakı / ittifaksızlık ve birliktesizliği; zaaflarından / zayıf ve güçsüzlüklerinden olmadığı gibi,
     Dalâlet Ehli'nin / yanlışlıklar içinde olanların kuvvetli ittifakı / birlik ve beraberlik içinde olmaları da kuvvetlerinden değildir.
     Belki Hidayet Ehli'nin ittifaksızlığı / birliktesizliği; kâmil / olgun ve mükemmel bir imandan gelen dayanak noktasından ileri geldiği gibi, 
     Aynı zamanda, zikredilen kâmil / olgun imanından gelen dayanak noktasından neş'et eden / kaynaklanan kuvvetten ileri geldiği gibi,
     Gaflet Ehli ve Dalâlet Ehli'nin ittifakları / birlik içinde olmaları; kalben dayanak noktası bulamadıkları için, zaaf ve aczlerinden ileri gelmiş ve gelmektedir.
     Çünkü zayıflar; ittifaka / birliğe muhtaç oldukları için, kuvvetli bir şekilde ittifak ederler.
     Kaviler / kuvvetliler; birbirlerine olan ihtiyacı tam hissetmediklerinden; ittifakları zayıftır.
     Arslanlar, Tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için, ferdî olarak yâni tek başına yaşıyorlar.
     Tıpkı Yaban Keçileri'nin; Kurtlardan kendilerini muhafaza ve korumak için, bir sürü teşkil ederek dolaştıkları gibi.
     Demek zayıfların cemiyeti / topluluğu ve şahs-ı mânevîsi / mânevî şahsı / toplumun ortak ruh, fikir ve düşüncesinden oluşan şahsiyeti; kavî / kuvvetli olduğu gibi, kavîlerin cemiyeti / topluluğu ve  manevî şahsı ise zayıftır.
     Nitekim, bir zamanlar Avrupa Komiteleri / Toplulukları içinde en şiddetlisi, en tesirlisi ve en etkilisi, bir cihette en kuvvetlisi; Kadınlar Komitesi / Kadınlar Topluluğu idi.
     Oysa, Cins-i lâtif / hoş bir cins olan kadınlar; zayıf ve nâziktirler.
     Buna rağmen Amerika'daki “Hukuk ve Kadın Hürriyeti Komitesi” kendi aralarındaki dayanışmaları sayesinde kuvvetli, etkili bir durum almıştır.
     Evet, Hak Ehli, gayet kuvvetli bir dayanak noktası olan Allah'a imandan gelen tevekkül sahibidir.
     Üstüne düşeni yaptıktan sonra, işi Allah'a havale eder / bırakır. O'na tam teslim olur.
     Bundan dolayı, ihtiyacını başkalarına arz etmez.
     Onların muavenet ve yardımlarını istemez.
     İstese de bunda ısrar etmez.
     Dünya Ehli; dünya işlerinde hakikî dayanak noktalarından gaflet ettiklerinden, zaaf ve acze düşer.
     Şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyaç hisseder.
     Samimî bir şekilde, hattâ fedakârcasına ittifak eder.
     Hak Ehli ise, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmez, aramaz.
     İşte bu yüzden, haksız ve muzır / zararlı bir netice / sonuç olan ihtilâfa / anlaşmazlığa düşer.
     Haksız Dalâlet Ehli ise, ittifaktaki kuvveti; aczleri vasıtasıyla çok iyi hissedip anladıklarından; maksatlarının gerçekleşmesi için, son derece mühim ve önemli olan ittifakı elde ederler.
     İşte Hak Ehli'nin bu haksız ihtilâf marazının / hastalığının merhemi ve ilâcı:
     “Ve la tenazeu fetefşelu ve tezhebe rîhüküm.”
     “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” (Enfal: 46)
     Âyetindeki şiddetli İlâhî nehy / İlâhî yasak ve:
     “Ve teavenu a'le'l-birri ve't-takva.” / “Birbirinizle iyilik ve takvâda yardımlaşın.” (Maide: 2)
     Âyetindeki, sosyal hayat bakımından gayet hikmetli İlâhî emri; hareketlerinde düstûr, prensip ve ilke edinmektir. İhtilâfın İslâmiyete ne derece zararlı olduğunu görmektir. Dalâlet Ehli'nin Hak Ehli'ne galebesini; ne derece kolaylaştırdığını düşünmektir. Tam bir zaaf ve acz ile, o Hak Ehli'nin kafilesine fedakârcasına, samimî bir şekilde iltihak etmek / karışmak ve katılmaktır.
     Böylece, şahsiyetini / kendini unutmakla; riya / gösteriş ve tasannudan / sun'îlik, yapmacıklık ve yapaylıktan kurtulup, ihlâsı / içtenliği / sırf Allah için yapmaklığı elde etmektir.