Görülen maddenin, bakılan şeylerin kendisini bir kere görmek; delâlet ettiği, ulaştırdığı sonucu yani varlık sebebini bin defa görmektir. Varlığa, var oluşa getiren irade, istek ve istencin asıl amacının farkına varmaktır. Bunun gereğini yapmaktır. Bundan isteneni anlamaktır. Onun gerektirdiği gibi olmaktır.

     İşte insanın bu mânaya, bu idrâke, bu anlayışa gelmesi isteniyor. Ki bu netice anlamın, anlamanın büyüklüğünü gösteriyor. Bu işlev ise sadece insandan bekleniyor.

     Böylece mânanın, anlamanın, derk etmenin zevki, lezzeti ve tadı herşeyin üstüne çıkıyor.

     Çünkü harfe harf için değil; ifade ettiği mânası için değer veriliyor. Gösterdiği anlamı için bakılıyor. Harf yerinde olan tüm varlığa da, varlık hesabına değil; başkasını gösteren mânası için bakılmak gerekiyor. Bakılması isteniyor. Varlığa o mânayı derceden, koyan tarafından...İşte bu gerçektir ki Yûnus’a:

     Cennet cennet dedikleri

Bir ev ile birkaç huri

İsteyene ver sen onu

Bana seni gerek seni

dedirtiyor. İşte bu gerçektir ki Yûnus’a:

Bir ben vardır bende benden içeri

diye söylettiriyor.

     “Cennet-i Bâkiye” yani cennet bâkidir. Ama onunla bâki olan bir şey daha var. Evet cennet bâki olduğu gibi, içindeki nimetler de bâki...

     Nimetlerin en büyüğü, en ehemmiyetlisi ve en önemlisi olan anlama nimeti, mâna rızkı da bâkidir. Tazedir, canlıdır, canlılığından hiç bir şey kaybetmez. Her zaman diri ve zindedir.

     Mânanın verdiği lezzet, mânanın tattırdığı lezzet; her zaman heyecan ve halecan verici bir mâhiyet, keyfiyet ve içerik taşır. Solmaz, sönmez bir çiçek gibidir.

     Her daim rayiha ve güzel koku yayar etrafa. İşte manevî çiçek hükmünde olan mâna, anlam, idrak ve derk de ruha ruh katar. Cana can verir. Devam eden kalıcılığında her an yeniliği korur. Bıktırmaz bir nimet, usandırmaz bir rızıktır.

     Rızık (ki risk kelimesi de ondan muktebes / alınmış olsa gerek. Çünkü hem lâfzen / söz bakımından aynîlik taşıyor...Hem de mânen; mâna ve anlam yönünden farklılık arzetmiyor).

     Evet rızık denince, aklımıza sadece midemize hitap eden şeyler geliyor. Fakat rızık, sırf maddî şeylerden ibaret değildir. Mânevî rızıklar da vardır. Ki en değerli olanı bunlardır. Hayal kurmak nevinden, tasavvurda bulunmak çeşidinden, tefekkür etmek gibisinden sayısız rızıklar...

     En büyük rızık ise insana verilen anlama kabiliyeti, mâna vermek keyfiyeti, derk etmek hasleti, idrak etmek hissidir.

     “Cenneti Kur’aniye’den...bâzı çiçeklerin nümûnesi” derken anlıyoruz ki asıl cennet Kur’an cennetidir. Kur’an cenneti demek, Kur’andaki sûreler ve sûrelerdeki âyetler ve bunların mânaları, anlamları ve bunları idrâk yani Marifetullah’tır, Allah bilgisidir.

     Kur’an cenneti bir bakıma Kur’an bahçesi demektir. Bahçenin süsü ise çiçeklerdir. Çiçeksiz bahçe güzelliğinden çok şey kaybeder.

     Yıldızsız gökyüzü ne kadar karanlık ve derinlik arzeder. Biraz da korkulu bir manzara sunar bizlere.

     Çiçeksiz bahçe de ruhsuz, cansız, kuru bir yerdir. Gönlümüze sürur ve sevinç verecek şeylerden mahrumdur. Âdeta mânasından yoksundur. Yazısız kitap, harfsiz boş sayfalar, ışıksız sokaklar gibi...

     Sanki “Allah, yıldızları seyretmemiz için geceyi; çiçekleri seyretmemiz için gündüzü yaratmış!” diyen zât ne güzel ifade etmiş, ne hoş söylemiştir.