KİŞİSEL DÖNÜŞÜMDEN KİTLESEL SEVGİ SELİNE

Röportaj: Canan Öner Erol

O, uzunca bir süredir yaşamımızda olan, yazdıkları ve söylemleri ile dikkat çeken, pozitif ve sevilen bir adam. Yaşamını  anlamlı hale getiren ve üretmesine etken olan en temel duygusu  bence tutku.

Yüreğin de ne yazıyor ise onu gerçek kılmayı seviyor. İçten ve güler yüzlü.

Ceket iliklemek için, daha çok satın almak için, zengin olmak için değil; Hayallerini gerçekleştirmek, yapmak istediği şeyleri yapmak ve mutlu olmak için yaşıyor. Sınırlar, sınırlamalar, statükocu bir yaşam görüşüyle de pek  işi yok. 

Sohbetimiz sırasında hayır,bilmiyorum,kesinlikle katılmıyorum sözlerini karşılıklı olarak sıkça kullanmış olsak da o, aslında Sokratik bir teknik uyguluyor. Amacı tartışmak değil, ustalıklı sorularla size gerçeği buldurmak. Sorgulayarak öğrenmenizi hedefliyor o sırada…

O, sevdiği sürece tutku hissettiği sürece kitlelere konuşacak. Yaşam Atölyesin de yaşamlara dokunacak, kitlelere rehberlik edecek… Küçük fidanlar diktiği ormanlar bir gün milyonlarca ağaç ile  dolacak... 

Aret Vartanyan gelecek de sinema dünyasında da olacak... Biz beyaz perde de onun yarattığı karakterler ve yaşamdan damıttığı öykülerle düşünecek, gülecek, ağlayacak ve yaşama karşı yepyeni pencereler açacağız.... 

ARET Vartanyan, şu an Yaşam Atölyesindeyiz. Önce buradan başlamak isterim sohbetimize.Yaşam Atölyesinin geçmişinden neler yaptığınızdan bahseder misiniz?

A.VARTANYAN : İlk kitabım çıktığında 2008'de bir hayaldi bu.İnsanların bir araya toplandığı paylaşımlar da bulunduğu birlikte hareket edeceğimiz,yaklaşımlarını paylaştıkları bir yer oluşturmak.

Hayal buydu…Hiç bir zaman ne savaşlar, ne acılar bitecek… Ama on kişinin bile hayatını değiştirseniz muhteşem bir şey…Ortağım sevgili Zuhal, ilk eğitimime katılan katılımcıydı aynı zamanda. Biz böyle tanıştık… Zaman içinde abla kardeş olduk.Ne yaptıysak beraber yaptık… Sonrasında Asmalı mescitte küçük bir apartman dairesin de başladık. Daha sonra  Mısırlı Apartmanına taşındık. Acar kenti açtık, Kıbrıs 'da ofisi açtık… Ve 1 Milyondan fazla üyemiz, 300.bin katılımcımız oldu… 6 ildeyiz şimdi.

Fakat öyle bir hale geldi ki kişisel gelişim kirlilik başlamıştı ,biz artık bu yüzden

“Kişisel dönüşüm ‘’demeye başladık. Herkes guru,herkes yaşam koçu olunca biz, bu iş böyle yapılmaz dedik…

“ON ADIMDA İLİŞKİN DEĞİŞECEK! YİRMİ ADIM DA DEĞİŞİM! 

BU VAATLERLE GELİYORSA BİRİ SANA KAÇ ORADAN!

GİT MESNEVİ OKU! KAYNAĞINDAN AL BİLGİYİ...”

Sohbetin bundan sonraki kısmında Aret Vartanyan sözü İnsan Kaynakları konusunda pek çok kurumsal markanın çatısı altında uzun yıllar yöneticilik ve eğitmenlik yapmış bir profesyonel olan ortağı Zuhal hanım’a devrediyor… Çok yakında yayınlanacak olan ayrı bir röportaj konusu ve başlığı altında Zuhal Gürçimen ile yaşam atölyesinin kurumsal kimliğinden hedeflerinden ve projelerinden de ayrıca söz ettik…

Aret Bey sizin okuyucu ve hayran kitleniz çoğunlukla kadınlardan oluşuyor. Kadınlar sizi neden bu kadar çok seviyorlar?

A.Vartanyan: Çünkü ben sağlam bir kadın hakları savunucusuyum. Söylemlerimden dolayı.Türkiye’nin neresine gidersek gidelim yüzlerce insanla kucaklaşıyoruz…

39 yaşındasınız ve çok genç bir yaşta olmanıza rağmen pek çok kitabınız yayınlandı.Çok da okundu ve sevildi yazdığınız kitaplar ve diğer tüm işler.Çok mu hızlı yazıyorsunuz? Her yıl bu kitaplar nasıl çıkıyor?

Aret Vartanyan: 39 yaşımdayım yaşlandım. (Gülüyor) Malzeme çok aslında o yüzden. 

Şöyle söyleyeyim; ''Yazmak benim için kendimi ifade etme aracım.''

Bu kitap da bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirdiniz. Kanser hastası çocuklar ve Anneleri ile bir iş birliği yaptınız. Bu projenin detaylarından  bahseder misiniz?

A.Vartanyan : Bu kitabı yazarken söz yazarı Ozan Turgut’un ablası, Melike Turgut kanserden ,beyin tümöründen  vefat etmişti.Gökhan Türkmen’le İnsanız Ayıbı yok şarkısını yaparken biz, onlar  İzmir’de içinde üç,beş bin ağaç olan bir koru yapmaya başlamışlardı.Dedik ki ; Biz bu ormanı büyütelim…Biraz da Çıtayı yükseltmeyi seviyorum her projede. 1 milyon ağaç dikelim dedim. 

Şu an 100 bin ağacı geçtik…Böyle bir noktaya geldik. Zamanla inanılmaz bir destek oluştu.Bu orman çocuğunu kanserden kaybeden Anne’lerin ormanına dönüştü.Şu an Anneler bir dernek kuruyorlar,  biz de bunun öncülüğünü yapıyoruz. Bunlar hiç yoktu,bu kitapla beraber doğdu.

O Anneler için bir dava oldu bu.  Orada ki ağaçlarda kaybettikleri çocuklarının isimleri yaşayacak…

Bu projenin bir de senaryosu var onun ile ilgili ilk görüşmeleri Elif Dağdeviren ile yaptık.

Büyük ihtimalle bunun, bu projenin, bir sinema filmi gelecek…

“YALNIZ DEĞİLİM... YALNIZ DEĞİLSİN... YALNIZ DEĞİLİZ... 

AYNI GÖKYÜZÜNÜN ALTINDA FARKLI YERLERDEYİZ... AZINLIK DEĞİLİZ...”

Kitabınızın adı üzerinde düşünülmeye değer. Neden İnsanız ayıbı yok bu kitabın ismi?

A.Vartanyan : Çünkü; Biz, Zayıf, şişman , güzel, çirkin, Türk, Kürt, zengin, fakir, Ermeni, Rum değil; “Her şeyden önce insanız biz.” Olduğumuz gibi değerli ve olduğumuz gibi kıymetliyiz.

Olduğumuz gibi sevilmeyi hak ederiz. Doğduğumuz andan itibaren Anne ve Babalarımızdan başlayarak bize ne kadar değersiz olduğumuzu empoze ediliyor.Ev de Anne ve Baba’nın istediği,okul da Öğretmenin istediği çocuk ,mahalle de toplumun istediği çocuk olduğumuz sürece arıza çıkmadı.

Ve her geçen gün kendimizden uzaklaşmaya başlayarak sürekli çevrede ki insanların düşüncelerine göre hayatını belirleyen, kendi başarısını, iyiliğini, güzelliğini dışarıya göre düzenleyen, insanlar yarattılar. Dolayısıyla biz yokuz aslında yarattığımız insancıklar var.

Toplumdan kaynaklanan bir durum. Başkaları ne der ?diyerek üzerimiz de büyük bir baskı kurmamızdan değil mi?

A.Vartanyan: Evet net olarak. Altını çizerek söylüyorum bizim toplumumuzun temel meselesi değersizlik hissi ve özgüven eksikliği…

Neden? Şişmansın o zaman ayıpsın, Zayıfsın ayıpsın, Farklısın o zaman ayıpsın… Bu mu bize pompalanan toplum da?

A.Vartanyan: Çünkü biz evimizi döşerken bile gelecek olan misafire göre döşüyoruz.Sürekli olarak giydiğimiz kıyafete kadar başka insanlar benim hakkımda ne düşünüyor ? diye yaşıyoruz…

Böyle yaşadığımız sürece de hiçbir zaman biz olamayacağız…

“Gerçek benciller gerçek kurbanlar kendilerinden vazgeçenlerden çıkar…’’ 

Diğerlerini de kurban etmeye çalışırlar…

A.Vartanyan: Ailem öyle olmasaydı böyle olur du… Türkiye’de ekonomik kriz olmasaydı bu iş büyürdü… Bu kadar çok mezun olmasaydı, ben daha iyi bir iş bulabilirdim…

Daha başarılı olabilirdim… Hep palavra bunlar…

Önemli olan bir insanın ayağa kalkması ve yapabileceklerinin peşinden gitmesidir ki kitapta o hikayeler anlatılır… “Sadece istiyor ama inanmıyoruz.” İnandığımız zaman da bedel ödemekten korkuyoruz çok…

Bedeli ne? Acı çekmek ve dışlanmak mı? Küçük bir çevre tarafından?

A.Vartanyan: Hayır sadece o değil. Şöyle bir örnek vereyim: Yazın bikini giyeyim ama önüne gelen dürümü de yiyeyim… Başarılı olayım isteklerim olsun ama çok acı çekmeyeyim… Zorluklarla karşılaşmayayım…

Peki siz ne diyorsunuz?

A.Vartanyan: Ben diyorum ki; İnandığın şeylerin peşinden giderken, duvara güm diye çarpacaksın… Tabi mecazi anlamda.. Burnun kırılacak, ciğerlerinden kan fışkıracak mecazi söylüyorum… Ama yeter ki “inandığın bir şey olsun…”

Bakın insanlar 2’ye ayrılıyor. Proaktif’ler ve Reaktif’ler.

Reaktifler, hep şunu söylüyor: Param olsaydı şunu yapardım…Şöyle olsaydı, böyle olsaydı…

Proaktif insan da diyor ki: Param olsa bunu yapardım, o zaman benim para kazanmam lazım.

Hemen çözüm. Ama şunu da çok emin söylüyorum; insanlara yüreğinizle yaklaşırsanız, mutlaka onun karşılığı var…

Peki herkesin mutlu, başarılı ve hayallerine eriştiği bir dünya böyle bir şey mümkün olabilir mi?

A.Vartanyan: Tabiki de… 

Herkesin hayatında ki ideali müdür olmak mı? Zengin olmak mı? Bu suni mutluluk…

Gerçek olan bu değil.

Gerçek olan: Herkesin kendi hamuru var.

Kimi tek eşli yaşamak ister, kimi çok eşli, kimi zengin, kimi ünlü, kimi mütevazı bir hayat, hepsi çok kıymetli… Kimi  ise sadece huzur…Benim için ise başarının bir tek kriteri var: Yüreğin de ne yazıyor?

Ve senin onu gerçek kılman…

O senin dediğin herkes için mümkün mü dediğin başarı kriteri yani müdür olmak, zengin olmak, lüks bir arabaya binmek hepimizin önüne konmuş olandır…. Dayatılmış olandır. O yüzden ne kadar ünlü, ne kadar zengin olursa olsun özgüven eksikliği aynen devam ediyor. Mutsuzluk bilinci aynen devam ediyor. Alkışladığımız yerinde olmak istediğimiz bir çok insan, ya çantasın da antidepresan ilaçlarla dolaşıyor ya da gecenin bir vakti beni arıyor, ya da Psikoloğuna, Psikiyatırına giderek rahatlıyor,Ya da Alaçatı’ya Pastane açmaya gidiyor…

Yani ne kadar başarılı olursa olsun içinde bulunduğu konumu sindiremiyor, özgüven problemi kalıyor, değersiz mi buluyor kendini?

A.Vartanyan: Çocukken sadece ailesi karnesin de pekiyi varken aferin demiş…

Bu değersizlik hissinin sonucudur. Sanıyoruz ki sadece zengin olursam saygı görücem.

Ama ailede onu takdir etmiş başarısına aferin demiş,onaylamış filan… Başarılı bir şey yaptığın da oğlunuza ne diyeceksiniz? ya da kızınıza?

“ÇOCUKLARIN BAŞARISINI NOTLARLA,

YETİŞKİNLERİN BAŞARISINI STATÜ İLE Mİ ÖLÇECEĞİZ?”

A.Vartanyan: Teog sınavında başarılı olunca mı oğlunuza aferin dersiniz? Büyük bir çoğunluk böyle…

Hayır…

A.Vartanyan: Mesela bir çocuk okul da son derece başarısız olabilir ama çok iyi bir sanatçı olabilir… Çocuğun başarısını ne ile ölçeceğiz? Notlarla ise o zaman bu büyük bir yanılgı…

Peki yetişkinlerin başarısını ne ile ölçeceğiz? Statüsü ile mi ölçeceğiz? Ceket ilikleyen,yalakalık yapan,yalan söyleyerek müdür olan var. O zaman başarı bu mudur? Altım da son model bir araba var ama çok  mutsuzum. O zaman neye değer? 35 odalı evim var. Ama içinde sarılarak uyuyacağım birisi yok… Gerçek olun diyorum ben hayatta insanlara… Gerçek… Sahte değil…

Yani insanlar sürekli daha, daha, daha derken siz “les is more” (az çoktur) mu diyorsunuz?

A.Vartanyan: Hayır onu da demiyorum… Kendin ol diyorum sadece…Başkalarının istediği insan olmak zorunda değilsin diyorum… Çevre için yaşadığın, afferin almak için yaşadığın sürece bukalemunsun… Korkak, düşüncelerini ifade edemeyen birine dönüşürsün günün sonunda…

Daha çok al,daha çok al, ünlü ol… Sistem tıkandı sonunda bütün dünya için söylüyorum.. Artık sekiz yaşında çocuk baba ben zengin de olmak istemiyorum müdür de… Ben, mutlu olmak istiyorum bu hayatta  diyor…

Ama işte aileler de çocukların geleceklerini güven altına almak,sıkıntı çekmesinler filan diye okumalarını istiyor. Tüm o kurslara gönderiyor değil mi?

A.Vartanyan: Hayır!

Bakın 12 yaşında bir kız var.Kanada’da yaşıyor ve okuldan atıldı bu kız. Ted X ‘de konuşma yaptı. Kanada Milli kayak takımının kaptanı.

Çok zeki bir kızdı herhalde ya da üstün zekalı?

A.Vartanyan: Hayır! O kız, sadece kaymak için doğmuştu…

Hepimizin bu hayatta yetenekleri var,onun üzerine gidersem bu hayatı güzelleştirebilirim.

Ailelerin dediği gibi Avukat, Doktor  vs… olarak değil…

Kız Güzel Sanatlar okumak istiyor aile diyor ki Memur ol!İşin garanti olsun…

Böyle işte insanların hayatları kaydı. Anne ve babalar en büyük sorumlu.

Benim çocukluğum da kim böyle duruyorsa efendi çocuk oluyordu. Çocuk robot gibi oysa...

Biraz bir şeyleri kurcaladığın da yaramaz, haşarı, ayıp, terlik, tokat, fırça, ceza….

Terlik ekolünden gelen bir nesil olduğumuzu inkar edemeyiz hiç Aret Bey…

A.Vartanyan: Kötü işte… Bakma sen…

Kitabı okuyan bir kızın yorumu benim çok ilgimi çekti. Sonra baktım ki diğer kadınların yorumları da çok benzer. Şöyle yazmıştı: “Gerçekten bana sarıldığını hissettim”

“Günlerdir hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim…” Düşündüm de bu kitabın vaadi bu muydu? Ben sana sarılacağım.. İnsanlar çok mu yalnız hissediyor?

A.Vartanyan: Evet buydu…

Yalnız değilim… Yalnız değilsin… Yalnız değiliz… Aynı gökyüzünün altında farklı yerdeyiz..Azınlık değiliz… Sessiz bir çoğunluk var ve bu sessiz çoğunluğun sesi çok güçlü duyuluyor bu kitap da…

İnsanların  onlara sarılacak, destekleyecek, güven verecek insanlara mı ihtiyacı var? Yapabilirsin, buradasın diyen birine… Onu mu istiyorlar? Fark edilmek mi? Yakın çevre bu motivasyonu sağlamıyor mu yoksa? Yalnız mı hissediyoruz çok ?

A.Vartanyan: Bugün yaşadığımız sokaklar selamsız,sabahsız bandosu gibi.. Metroya bindiğim de ben, herkese Günaydın derim.

Nasılsın? Hayat nasıl gidiyor? diye sorarım… Asansöre bindiğim de hiç tanımadığım insanlarla merhabalaşır, gel sarılalım da derim. Dolayısıyla insanların buna gerçekten çok ihtiyacı var. Robot gibiyiz… Truman show vardır, Jim Carrey’nin meşhur, işte onun gibi yaşıyoruz. İstemediğimiz ilişkiler, tükenmiş evlilikler, saat saat, gün gün, planlı, sevmediğimiz işler.. Ne bekliyoruz hayattan sonra?

Hatay’a gittiniz. Geçtiğimiz hafta büyük bir sevgi seli ile adeta izdiham ile karşılaştınız. Pasta alıp doğum gününüzü kutlayanlar, Nişanlısı ve ya eşi ile gelip orada size coşkuyla sarılan tesettürlü kızlar, bebekleri, çocukları ile bir hatıra fotoğrafı çektirmenizi isteyenler…

“Hatay beni yanıltmadı. Beklediğim gibi karşıladı.’’ Diye bir notla fotoğrafları siz de paylaştınız sosyal medya hesabınızda. Bu durum Hatay’ın genel yapısı ve çok kültürlülüğü ile mi alakalıYoksa Tüm Anadolu’da aynı mı durum?

A.Vartanyan: Ben muhafazakar kesimde de çok seviliyor ve okunuyorum biliyorum …

Ama ben insanları din, renk, ırk, açık  kapalı, zengin fakir diye sınıflandırmam. Benim için insan önce insandır. Cumhurbaşkanı da olsa,başbakan ya da politikacı da fark etmez karşımda ki. Duruşumu tavrımı değiştirmem ona göre.Konya’da şaşırmıştım bir parça. Ama nereye gidersem hiç fark etmiyor…

Aret Bey geçmiş yıllar da sizin hakkınızda şöyle bir algı vardı. Ben de böyle düşünenlerdendim… Yakışıklı, genç, çekici bir adam ve beyaz yaka kent kadının okuduğu, takip ettiği, tanışmak istediği belli bir kitleye hitap eden cool bir isim. Ben sanıyordum ki kafası karışık kent kadını Aret Vartanyan’a hayran… Ama öyle değilmiş… Halk, Anadolu sizikucaklamış.. Benimsemiş.. Bağrına basmış… Sizinle röportaj yapacağımı duyurduğum anda tek bir kişi bile olumsuz bir şey söylemedi ve herkes sevgiler gönderdi…

A.Vartanyan: Hayır… Hayır… Ben halk çocuğuyum.. Hayatımı geldiğim yeri hiçbir zaman saklamadım.. İnkar da etmedim… Bir önce ki seçimde dört partiden Millet Vekilliği önerisi ile, teklifi ile geldiler.MHP İstanbul il başkan yardımcılığına kadar… Halk ile benim bütünleşmem yeni bir şey değil. Çıktığım günden beri bu böyle.Ama yansıtılan farklı oldu. Ben Beyoğlu’nun arka sokakların da büyüdüm. Eğitimlerim de kullandığım dil de, konuşmalarım da, ne aristokrat bir dildir, ne A Plus bir dildir, ne plaza dilidir… Halk dilidir… Sokağın dilidir… Bu yüzden her kucaklaşmamız da yıkıldı, Samsun, Konya, Hatay…Bak, Konya şaşırttı beni ,şaşırmadım demiyorum orada..

Ama o sarılmalar, kucaklaşmalar inanılmazdı…

Tabi bunda Alem Fm’de  yaptığım radyo programının da etkisi var. 

“Siz gerçekseniz eğer, insanlar da sizi kucaklıyorlar….’’

Bir sevgi bağı oluşmuş aranızda…

A.Vartanyan: O yüzden ,kitlesel projelere ağırlık vermemin en büyük sebebi… Diyarbakır, Van, Mardin, Urfa’da yapacağım şimdi. O yüzden… Diyarbakır ve Mardin’e ilk kez gideceğim mesela…Oraları da görmüş olacağız…

Çok güzel….

Aret Bey, herkes mutluluğu arıyor. Ben, “mutluluk andır’’ diye düşünürüm . İnsanlar mutluluk konusuna bu kadar takmışken dizilerimiz de, Reality programlarımız da filan sürekli de bir ağlayış bağırış… Haberler de figan…Müzik  ve eğlence adı altında ki programlar da bile hem programı sunan hem de izleyen kişiler acıklı şarkılar söyleyip, ağlıyorlar… Mutsuzluk neden bu kadar hakim?Biz toplum olarak mutsuzluktan mı besleniyoruz?

A.Vartanyan: Güzel tespit…

''İÇERİYİ HALLETMEDEN DIŞARIDA BULABİLECEĞİN HİÇBİR ŞEY YOK...’’

A.Vartanyan: Mutluluk bir seçim… Dışarı da aradığım sürece mutluluğu, mutlu olmak için bir arayışa girdiğim de mutlu olamayacağım… Net!

Çünkü; Mutluluğumu dışarı bağlıyorum o zaman… Mesela beğendiğiniz, hayran olduğunuz biri var. Onunla yemek yiyeceksiniz hafta sonu. İşte o heyecan, sizi bütün bir hafta mutluluğa götürür. Günlerin çok güzel geçer... Hafta sonu onunla yemek yiyeceksin ya…

Ama hafta sonu bir arar gelmiyor...

Yıkılırsın…

Beklenti yani?

A.Vartanyan: Beklenti… Ama birilerine bağladım mutluluğumu…

Okul bitince mutlu olacağım…

Ev alınca mutlu olacağım… İşe girince mutlu olacağım.. Param olunca mutlu olacağım… İyi de hep bir şeylere bağlı senin mutluluğun… Dolayısıyla mutluluk bir seçim… İçerde ne varsa dışarı da onu gördüğümüz için…

Sizin için sokaklar bir mücadele alanıysa öyle görürsünüz. Ben oyun alanı olarak görüyorum… Sizin için Beyoğlu ayyaşların, serserilerin olduğu bir yerse, hep onları görürsünüz… Benim içinse yazarların, çizerlerin ve çok kültürlülüğün simgesidir Beyoğlu. Onları görürüm ben hep…

O yüzden Hayatın içerisinde düşüyorum, kalkıyorum, mücadele ediyorum…

Her duyguyu yaşayacağız… Biz hiç acı çekmek, hiç mutsuz olmak istemiyoruz ya  o yüzden…

Ama hayat böyle bir şey istiyorsan, elde etmek istiyorsan, acı çekeceksin… Yani süreçten zevk almıyoruz, sonuçlara bağlıyoruz her şeyi…

Mutluluk üzerine konuşunca siz, bir tiyatro sanatçımızın bir oyun yazarının şu sözlerini anımsadım… 

“Bir bitimsiz ergenlik…Ters, aksi, ayarsız ve mutsuz…’’

Aret bey…

Şimdi gitmek üzerine konuşalım mı? Herkes gitmekten söz ediyor bu aralar…

Ülkeden gitmek…

Aret Vartanyan: Korkaklık… Çözmek yerine, zorun üzerine gitmek yerine, kaçmayı tercih edersin…

Gittiği yer daha mı kolay olacak?

Aret Vartanyan: Hayır…O bir yanılsama…

Peki ilişkilerde ki gitmek. Bir ilişkiden diğerine gitmek? Yeni olan her şey eskimeye mahkum sonuçta değil mi? O da eskiyecek.

A.Vartanyan: İlişkileri çok konuşmaya gerek yok aslında ben çok konuşuyorum bu konuda. Dünya Aile Birliğine görüş veriyorum bu konuda. Bak! Bir ilişki sana iyi geliyorsa o, iyidir. 

İyi gelmiyorsa iyi değildir…

Uğraşmaya çalışma… Çabalama mı?

A.Vartanyan: Karşımdakini değiştiremem. Ben aradıklarımı buluyor muyum bir ilişkide?

Ona bakarım.Bulmuyorsam eğer mazoşist olmam lazım. Bana iyi gelmeyen bir ilişkiye devam edebilmem için…

Ya sadece sıkılmışsa insan,belki birkaç ay uzak kalınca özleyecek belki pişman olacak?

A.Vartanyan: O zaman şunu yap derim: Birkaç ay ayrı kal, bak bakalım ne oluyor…

Bakın ben bu konuda bir fikir önderiyim diyebilirim ama ben yakında 3.kez evleniyorum. Çok net bir lafım var benim “dostumla dost olmak için evli olmam!” Tutku ve heyecan bittiyse, biz artık kankayız, Sevgili değiliz…

Ama o bitecek Aret bey. Evlilikte biten bir şey o. Arkadaşlık, sevgi, alışkanlığa dönüşüyor ister istemez zamanla…

A.Vartanyan: Hayır…

Kabul etmiyorum! Bu kabullenmek istediğimiz…

Belli bir yaştan sonra geçecek zaten bu duygular, tutkular yanılıyor muyum?

A.Vartanyan: Yatak sporu yapmaya gerek yok! Elini tutarsın… Tutkuyla boynunu koklarsın…

Ben 90 yaşıma da gelsem ,takma dişlerimi bir bardağa da koysam, yine de sevgilimin boynunu koklarım… Ama siz eğer yanınızdaki insanı garanti görür,ona sahip olduğunuzu düşünürseniz, onu benim haline getirirseniz, hiçbir şeyin cazibesi olmaz ki zaten. Benim şu an çok iyi bir ilişkim var. Ama yarın sabah sevgilim gidebilir… Ben de gidebilirim… Garanti yok… O zaman bu gün onu sevip koklayacağım… Her gün yaşayacağım aşkımı yeniden…

Garanti yok derken ölüm gibi dünya hali gibi bir şeyleri kast ediyorsanız tamam garanti yok…

A.Vartanyan: Çok güzel… Ama aldatabilir de insan garanti yok..

Duygular  değişkendir ama birine çok aşık ise insan aldatmazsınız sanırım? Aşık olunca başkasını düşünemiyor ki insan…

A.Vartanyan: Asla beklemezdim diyor aldatılanların %90’ı. Niye beklemezdin? 

Sana o konuda da katılmıyorum.

Ben kendime göre yorum yaptım. Kadınlar aşık olunca aldatmaz diye düşünüyorum.

A.Vartanyan: O’da yanlış…Kadın çatır çatır aldatıyor ve seks için aldatıyor!

Bir dakika! Uzmanlar hep  kadın duygusal ihtiyaçtan aldatmaya yönelir. Erkek ise cinsellik için derlerdi?

A.Vartanyan: Bunlar bize öğretilmiş bir şeydir.

Bunları konuşuyoruz ama iki ayrı Türkiye var. Feodal bir yapı var Çocuk gelinlerin olduğu bir ülkede kaldı ki kadın ve erkek eşitliği 

A.Vartanyan: Bir ilişkinin hakimi yoktur. Kadın ve erkeğin ayrı hayatları vardır. Hayalleri vardır. Erkek hegemonyasının kadını ezmesidir gerisi. Ne demek bir erkeğin bir kadını ezmesi, taciz etmesi, şiddet uygulaması, hesap sorması, ne giydiğine nereye gittiğine karışması, yasaklaması, izin vermemesi filan…

Feodal düzen farklı Kentler farklı. Eğitim ile mi ilgili? Bir profesör böyle davranmıyordur herhalde kadına? Ben kuaföre gidebilir miyim? diye izin almıyordur herhalde eşi… 

A.Vartanyan: Niye? Profesör dövmüyor mu karısını? Demiyor mu hiç sizce, niye o adamla yemek yiyorsun? Ya da profesör demiyor mu? O etek çok kısa!

Haklısınız… Mutlaka vardır ama yüz tanesinden belki iki ya da üç’ü…

A.Vartanyan: İnan değil… Yüzde bir değil öbür taraf bunu bil… Şimdi anladın mı kadınların neden beni bu kadar sevdiğini… Kadınlar bu yüzden beni seviyor…  Ben kadınlardan yanayım…

Röportaj yaptığım pek çok kişiye aşkı sorarım ben Aret bey bazen çok hoş yanıtlar da alıyorum.

Peki sizce aşk?

A.Vartanyan: Aşk benim için her şey.Yaradan’ın kaynağı aşk… Ama aşk insandan insana mı indirgenecek bir şeydir sadece? Mevlana ve Şems’in ki aşk değil mi? Ya da ben suyu mu aşk ile içemez miyim? Yemeğimi aşk ile yiyemez miyim? Yaradan’a aşkla bağlı değil miyim ben? Biz şeyi istiyoruz.Pembe panjurlu ev, şiir, kumsalda yürüme…Vs… Aşk bu değil ki… Biriyle beraber oluyor ve ölene kadar onunla olacağınıza söz veriyorsunuz işte bu çok saçma geliyor bana…

Ama siz de çok kısa bir süre sonra söz vereceksiniz çok güzel bir kadın gördüm fotoğraflarınız da…

A.Vartanyan: Vermiyorum ben… Hiç vermedik biz… Bu gün ölene kadar seninle beraber olmak istiyorum…. Ama yarını bilemem ki… Yarını bilmiyorum…Niye bu garanti? 

Hayatta hiçbir şeyin garantisi yokken… Niye yarına bu kadar endeksli?

Ben de şunu anlamak istiyorum sıkıldığınız için mi? Yerine bir başkası gelebileceği için mi?

A.Vartanyan: Ben de şunu anlatmak istiyorum: Garanti görmezseniz eğer bitmeyecek zaten… Sahiplenmeyeceksin… Bir de şu örneği veriyorum, cep telefonu alıyoruz değil mi?

Sahip olduktan sonra çiziliyor, çantanın dibinde bir yerlerde… Her insan beğenilmek, arzulanmak, tutku hissetmek ister. Biri bana derse benim bunlarla işim yok diye, yalan söylüyordur. Ayrı ayrı televizyon seyrettiğimiz,ayrı ayrı yataklarda yattığımız ilişkinin bana anlamını söyler misiniz? Kankayız biz, ev paylaşıyoruzdur bunun anlamı.

Gün içinde pek çok kişiyle konuşup, iletişim kurarken o yüzlercesinden  sadece birine tutuluyor, aşık oluyoruz… Neden?

A.Vartyan: Aşkta hiçbir şey yoktur. Düşünmezsin başlarsın sadece aşka… Boyunu, işini, özelliklerini düşünmeden bunu hissediyorsan, tamam eyvallah… Ama düşünerek hissediyor bu duyguyu çoğunluk.

Mesela: Kaç yaşındasın?

40 olacağım yakında.. 78’liyim Aret bey.

A.Vartanyan: Peki çok genç yirmilerin de bir çocuğa o hisleri hissettin, onunla olur musun?

Bana kişisel olarak soruyorsanız olmam. Çocuk gibi görürüm ben onu çünkü. Ben arkadaşlığa, ortak şeylerden zevk almaya ve kafaların uymasına önem veririm…

A.Vartanyan: Peki senden çok kısa biri ile aşk?

Bilmiyorum… Yani… Hayat tecrübesi, konuşması, davranışları ile öyle bir insan olur ki kapılır gidersin…

A.Vartanyan: Çok açık bir şey söylüyorum… “Aşk”da düşünce olmaz!” Koşullara bağlı toplumun onayladığı şeyler senin söylediklerin…

Çok mu büyük bir tesadüf zengin ailelerin hep zengin ailelerin çocukları ile evlenmesi.

Soyadları büyük ailelerin hep soyadları büyük aileler ile birleşmesi… Tesadüf mü sence?

Şirket evliliği çoğu Aret bey... Tamam aşık olduk, evlendik ama zamanla geçti o aşk… Çocukta oldu. Aile diye bir kavram da var toplumda çocuklar açısından sürdürülmesi uygun olan diye düşünülen…

A.Vartanyan: Aşık olmadığın bir adamdan bir de çocuk yaptıysan hiçbir hayır gelmez o ilişkiden. Mutsuz ve travmatik ailelerin yarattıklarını görüyoruz. Bu mudur aile düzeni toplumu?

Karı koca saygıyı yitirmiş, sevgiyi yitirmiş ama “Aile…”

Bir forma için, küçücük meseleler için birbirini öldüren insanlar var sokaklar da… Ben size şunu söyleyebilirim cinsellik eğer bu gün yaşanması gerektiği gibi yaşansaydı eğer ama ne dejenere ederek, ne tabulaştırarak dünya da ne bu kadar savaş olurdu, ne bu kadar acı, hırs, tüketim olurdu.

Buna inanın…

Ayrılıklar hakkında konuşmak isterim. İnsanlar mutlu olup evlendikleri gibi mutsuz olup boşanabilir de. Fakat ayrılıklar da bir taraf hep düşman oluyor. Neden onca yıl beraber olan iki insan ayrıldıkların da dost kalamıyor? Hastayken ya da zor zamanların da birbirine destek olmuyor? Hastayken diğeri  çorba yapamaz mı? Gönderemez mi çocuklarıyla? Hayattır bu, evet belki aşık da oldu diğer taraf birine, bunu engelleyemedi belki… Neden dostca ayrılmayı bunu kabul etmiyor ne toplum, ne erkek, ne de kadınlar?

A.Vartanyan: Buraya kadar konuştuğumuz her şey yüzünden… Ölümle barışamayan ayrılıkla barışamaz… Ayrılıkla barışamayan da ilişkisini yaşayamaz… Ayrılma korkusuyla yaşayan için biter ilişkiler. Ben 3. Evliliğimi yapıyorum demiştim ya ayrıldığım ilk 2 eşim hayatımda ki en iyi dostlarım.

İlla ki kanlı bıçaklı olmamız gerekmiyor. Bir de şunu görmemiz lazım; Sevgi ilişki için yetmez.

Ben seni çok severim ama dostum gibi bir arkadaş gibi… Yetmiyor işte bunlar ilişki için o yüzden.

O tutku eksikliği, arzu ve cazibe kaybolduğun da geriye kalan saygı ve arkadaşlıkla nereye kadar gider? Kafamızı kuma gömerek de yaşayabiliriz ama senin sağlıklı bir kocan var ise ve sana ay da bir kez bile dokunmuyor ise o kocanın seni aldattığına emin olabilirsin…

Bu kadar kesin söylüyorum…

Peki evlilik terapistlerine inanıyor musunuz? Bitmiş bir evliliği evlilik terapisti kurtarabilir mi?

A.Vartanyan: İyi olanlar da var,şaklabanlık yapanları da var… Sıkıntı şurada terapiste şöyle gidiyor insanlar. Biz her şeyi denedik bir de terapiste gidelim. Böyle bir şey yok. En mutlu olduğun dönemde gideceksin terapistine.Evlilik terapistine gideceksin ki kötü bir şey olmasın.Kamyon devrildikten sonra gidersen ,terapist seni ancak sağlıklı bir şekilde boşandırır…Yani son çare değildir terapist ama  her ailenin olmalıdır…

Yurt dışı örneği… 

Evlilik güven ve alışkanlık ile ilgili bir şey bence Aret bey… Biz insanların güvene çok ihtiyacı var… 

A.Vartanyan: Yapma! Arkadaşlık, Dostluk o… Ay da bir bile cinselliğin yaşanmadığı Anne’min deyimi ile seninle teşvik i mesaide bulunmayan üstelik sağlık problemi olmadığı halde, böyle bir ilişkin eşin  varsa orada aldatma vardır. Kimse masal anlatmasın bana. Ben öyle bir beraberliğe evlilik diyemem… Gerçekten tutku içinde biri ile beraberken insan, niye terfi edemedim? diye üzülmez…

O halde sizin için sevgi hayatınızın tamamını kaplayan bir güç…

A.Vartanyan:Tamamı o zaten…Neden bu kadar pahalı marka çantalar kullanır insanlar mesela?

Çoğu markasını göstermek için kullanır.Ya da Ferrari’nin olması?

Rahmetli Çetin Altan’ın bir sözü vardır: “Önemli adam mı olacaksın? Değerli adam mı?”

Önemli adam olmak kolay olandır. Paran olur,mevkiin olur… Ama değerli değilsindir.’’

Doğru olan bu çok haklısınız. Harika şeyler söyledikleriniz… Ama işte bir de hayatın gerçekleri var…

A.Vartanyan: O kitabı okuyunca göreceksin hayatın gerçeklerinin bunlar olmadığını.Yarın sabah ölebilir miyim? Evet. Bu mümkün.. Felç olabilir miyim? Evet… Yarın sabah hapishaneye girebilir miyim? Olabilir. Birine bir tokat atarım bir şey olur, ölür... Türkiye karışabilir mi? Karışabilir… Ama 2020 yılında ben nefes alıyorsam yaşam atölyesi 10 milyon kişi… Felç olabilirim,yatağa bağlı kalabilirim… Hiçbir şey önemli değil… İnanç budur. Bana onun için koşullarla kimse gelmesin. Koşullar bir yanılsama. Eğer koşullara bakarsan adım atamazsın. O zaman parası olmayan çocuk, Harward’ da okumayan çocuk, hiçbir zaman global bir şirkette çalışmayı hayal edemeyecek demektir. Hep Koçtan ,Sabancıdan alınacak demektir... Öyle midir?

Peki daha ile az arasında bir denge kurulabilir mi? İnsan oğlu hep bunca daha çok derken?

A.Vartanyan: Tabiki…

Çok arkadaşa da ihtiyacın yok. Kalabalığa da… Biz hayatı zor hale getiriyoruz. İlişki için de aynı şey geçerli. Ne istiyorsun bu ilişkiden? Aradıklarını buluyor musun? Hayat? Nasıl yaşamak istiyorsun? İstediğin gibi yaşıyor musun? Sorun şu, istediğin için harekete geçmek… Çok korkuyorum? Neden? Çünkü harekete geçmek her şeyi sil baştan yapmana sebep olabilir… Her şeyi değiştirmeye de gerek yok… Bir hayatın var… Niye yaşıyorsun? Ruhsuz, heyecansız yaşamanın bir anlamı varmı? İstemediğin bir ilişki de kalmaya,istemediğin bir işte olmaya değer mi?

Yarın sabah doktora gittiğinde doktorun şunu diyebilir: Neden daha önce gelmediniz?

Sadece üç beş ayınız kaldı. O zaman bu gün büyük sorun olarak gördüğümüz her şey ortadan kalkacaktır…

Siz bu örnekleri verince aklıma Woddy Alen’ın şu sözü geldi.

“Hayatta ki en güzel cümle seni seviyorum değildir, tümörünüz iyi huylu çıktıdır…”

A.Vartanyan: Doğru…

Çok teşekkür ederim Aret Vartanyan…

Rica ederim. Ne demek, siz geldiniz buraya kadar. Her zaman….

Söylemek istediğiniz son bir şey var mı?

Herkesin kendi hayatı… Bu senin hayatın.. Gerçekten dünyaya dokunmak, iz bırakmak, iyi insanlar olmak istiyorsak, önce kendimiz olmayı becermek zorundayız… Öbür türlü sevgiyi satın almak için, çevremizdeki insanların ilgisini satın almak için “çır-pı-nı-yo-ruz...” çırpınıyoruz…Seni gerçekten seven sadece sen olduğun için seviyor…’“Ben seni yatalak olduğunda da sevicem… Ben seni şişman da severim…”

Sevgi budur… Koşullara bağlanmaz sevgi…

İnsanlara bakıyorum ya beni aldatırsa, ya beni kandırırsa, ya beni bırakırsa?

Ne olur ya daha çok güçlenirim.. Hata yapmaktan, düşmekten de keyif alın…

Hayat böyle… 

ARET VARTANYAN 

Aret Vartanyan 1978 yılında yoksul ama sevgi dolu çok kültürlü bir aile ortamında  İstanbul Beyoğlu'nda doğdu. Rum asıllı bir Anne ve Ermeni bir babanın oğlu olan İstanbullu sevilen  yazar M.Ü İletişim Fakültesinde Lisans ve Yüksek Lisans eğitimlerini tamamladı.Oxford Üniversitesin de burslu olarak Teoloji ve batı felsefesi üzerine çalışmalarını tamamladı.13 yıl boyunca aralarında  Vodafone ve Doğan on line pazarlamanın da olduğu şirketlerde  Marka yönetimi ve Pazarlama Müdürlüğü pozisyonlarında  kurumsal hayatta yöneticilik yaptı.

2008'de Yaşam Atölyesini kurdu.Televizyon dünyasında dikkat çeken başarılı programlar yaptı. Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından olan Vartanyan'ın romanları da büyük ses getirmiştir.Ve  sinema filmlerine uyarlanarak  senaryo olarak düzenlenmektedir. Üniversiteler de,yurt içi ve yurt dışında kitlesel iletişim ve dönüşüm üzerine konferanslar veren yazar merkezi Levent Loft'da olan kurduğu yaşam atölyesi ve AVCT çatısı altında kitlesel ve kurumsal çalışmalarına devam etmektedir... İnsanız Ayıbı Yok  yazarın 2017 yılında yayınlanmış olan en son  kitabıdır.