SEVGÜL EROĞLU

İSTANBUL

Diyarbakır'da Paskalya Bayramı tarihi kilisede kutlandı Diyarbakır'da Paskalya Bayramı tarihi kilisede kutlandı

Biberli Ekmeği, Baklalı Bulgur/ Domatesli Aşı, Künefesi, Adesiye, Arap Kebabı, Aşür, Bahtenis Dolması… Çeşit çeşit enfes yöresel lezzetleriyle …

Yeni Camii, Antakya Şehir Müzesi, Mahremiye Camii, Medeniyetler Evi, Iron Gate, Bakras Kalesi, Aziz Pavlus Ortodoks Kilisesi, Sokullulu Kervansarayı, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi… ve niceleri ile…

Dostlarrrrr

ANTAKYA’ dayımmmm

Cumbalı, her biri ayrı özellikli vurgulu girişleriyle evleri, sokakları buram buram tarih kokan Antakya şüphesiz ki bir sayfaya sığamayacak kadar çeşnili. 

Antakya Uluslararası Film Festivali için bulunduğum şehri yazmadan sizce geçebilir miydim? Gezdiğim kadarıyla, dilim döndüğünce işte  canım memleketimin ünlü kenti…

Efendim;

Antakya ve tabii ki Hatay bölgesi, M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un ordularının İssos kenti civarında yaptığı savaşla Makedon hakimiyetine girmiş olup, Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nikator tarafından M.Ö. 300’lü yıllarda Antakya kenti kurulmuş.

M.Ö. 64 yılında Antakya Roma İmparatorluğuna katılarak, M.S. I. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayılmış. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verilmiş. Antakya M.S. I. yüzyılda Roma ve İskenderiye’den sonra dünyanın üçüncü büyük kenti olmuş. ( Dünyanın aydınlatılan ilk caddesi de Antakya- Kurtuluş Caddesi)

Antakya 638 yılında Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından fethedilmiş olup, uzun süre Haçlı orduları ile Müslüman ordularının mücadelesine ve sık sık el değiştirmiş. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetine girmiş, I. Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında bitiren Mondros Antlaşmasından sonra Kasım 1918’de Fransızlar tarafından işgal edilmiş uzun  uğraşlar sonucunda 2 Eylül 1938’de Hatay Devleti kurulmuş, 29 Haziran 1939’da Hatay Millet Meclisi son toplantısını yaparak kendini feshederek Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almış. 23 Temmuz 1939’da da son Fransız askeri Antakya’yı terk ederek Hatay’ın (Antakya) kurtuluşu gerçekleşmiş.

İşte gezip görebildiklerim…

ST. Pierre Kilisesi

Antakya- Reyhanlı yolu üzerinde şehre iki kilometre uzaklıkta Habib-i Neccar Dağı yakınında yer almakta. Doğal bir mağara olup eklemelerle kiliseye dönüştürülmüş. Kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte; İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Petrusun ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez Hristiyan’ adını aldığına inanılmakta ve St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinmiş. Hristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra mağaraya yapılan eklemeler ile gotik tarzda bir kilise şeklini almış.

Aziz Petrus’un ilk papa olarak kabul edilmesiyle katolik inancının dünyaya yayılmasında bir merkez konumunu alan mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde MS 4 ve 5’inci yüzyıllara ait mozaik kalıntısı var. Ayrıca bir altar, niş içinde mermerden küçük St. Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmakta. 1983 yılında Papa VI.Paul tarafından Hristiyanlar için haç yeri ilan edilince, burada her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesi tarafından ayin düzenlenmekte. Dünya üzerindeki ilk kilise olarak bilinmekteki mağara kilise olarak da bahsedilen kilise aslında bir toplanma yeri olarak yapılmış. Görülmesi gereken bir nokta...

St Simone Manastırı

Antakya-Samandağ yolu ile Asi Irmağı arasında bir dağ üzerinde yer alan St. Simon Manastırı’na Değirmenbaşı Beldesi’nden ulaşılabiliyor. M.S. 6. yüzyılda yapılmış manastır Aknehir Beldesi sınırları içinde 479 metre yüksekliğinde bir tepeye kurulmuş. St. Simone Stilist Manastırı ve eklentileri kısmen kayalar üzerine oyulmuş ve kesme taşlardan yapılmış haç şeklinde bir yapı. 132/160 metre ebatlarında dikdörtgen biçiminde bir alan üzerine yerleşmiş, birbirine paralel iki duvarla çevrilmiş ve üç yönden girişi olmasına rağmen halen ikisi mevcut. 

Antakyalı St. Simon’ un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak tanınmış. Manastır yerleşkesinde 3 kilise, bir vaftizhane, sekizgen bir avlu ile tam ortasında St. Simon’un bir sütunu bulunmakta. Çevresinde sarnıçlar, evler, mutfak, kiler gibi yapı kalıntıları mevcut. Simone burada M.S. 541- 592 yılları arasında ölene kadar yaşar.

St. Simone din eğitimini çok küçük yaşlarda almaya başlamış ve o tarihten sonra kendini tamamen tanrıya adayan küçük bir çocuk. Çok ağır bir din eğitimi aldıktan sonra bu dağa gelip burada yaşamaya başladığı söyleniyor. Yaşının çok küçük olmasına rağmen hastalıklara şifa veriyor olması onu iyice yüceltmiş ve bu yüzden yaşadığı dağa Mucizeler Dağı adı verilmiş. Herkes tarafından duyulup ziyaretçi akınına uğramaya başlamış. 

Tamamen kendi kaderine terk edilmiş bir Antakya simgesi. Hiç bir kazı belirtisi yok. Maalesef St Simon’ dan geriye kalan sadece kalıntılar. Manzarası müthiş. St. Simone yıllar sonra yaşadığı yerin yanında rüzgar türbinlerine komşu olacağını nereden bilebilirdi. Ülkenin her yerinden tarih fışkırıyor diye restorasyona zaman ve mali destek bulunmuyor galiba. Hangi birine yetişelim canım?

Uzun Çarşı

Üstü kapalı adı gibi upuzun bir çarşı. Sağlı sollu yeme içme mekanları, gıda satıcıları, hediyelik eşya satıcıları gibi çeşitli dükkanlara bu tarihi mekanda bulabilirsiniz. Çarşıya çıkan yan yollar da renk renk.

Hıdırbey Musa Ağacı

Rivayete göre, Hz. Hızır ile Hz. Musa Samandağ Sahili'nde buluşup birlikte dağa çıkarlar. Bu ağacın bulunduğu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı toprağa saplar ve eğilip su içer. Tekrar dönüp baktığında oradan su fışkırıp, asanın da yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ab-ı hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yılda gelişerek bugünkü halini aldığına inanılıyor. Ağacın gövde çapı 7,5 metre, çevresi 21 metre, yüksekliği ise 7 metre. Ağacın dalları yaklaşık 1000 metrekarelik alanı kaplamakta. Böylesi muhteşem heybete ve geçmişe  sahip bu çok yaşlı çınar ağacı tabii ki koruma altına alınmış. Çok etkileyici ve görkemli hali çok şey anlatıyor. Efsane bu ya Musa peygamber Milat’tan önce 2000 li yıllarda yaşadığına göre bunun olma olasılığı da oldukça zayıf .Ağacın  yan tarafında şırıl şırıl akan bir dere var. Yöresel ürünlerin satıldığı alanda çay bahçeleri de yerini almış. Keşke çevre düzenleme daha özenli olsaymış.

Koz Kalesi

Antakya Prensliği döneminde yapıldığı sanılan Kursat (Koz) Kalesi Altınözü (Kuseyr)-Antakya yolunda hakim bir tepe üzerinde güvenliği sağlamak üzere Altınözü ilçe merkezi sınırlarında bulunmakta. Tarihiyle ilgili pek bir bilgi yok. Kale, Bizans ve Haçlılar tarafından aktif olarak kullanılmış. Antakya Latin Patriği bu kalede ikamet etmiş. Kale Sultan Baybars tarafından 1268 yılında Memlûk Türk hakimiyetine girmiş sonra önemini tamamen yitirmiş. 1515 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı hakimiyetine girmiş.

Kale muhteşem bir tepede ve çok önemli bir tarihe sahip. Ancak kalıntılar maalesef gün yüzüne çıkmamış. Çok etkilendiğimiz mahaller vardı. Bunlardan biri hamam ve atların eğitidiği ve koştuğu tüneller. Umarım ilk fırsatta burası turizme kazandırılır.

Devam edecek...