Bilinenin aksine, mektep’lere din ders’lerinin konulması, İmam-Hatip Okullarının açılması, Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak, bir İlâhiyat Fakültesi’nin açılması, 14 Mayıs 1950 sonrası Demokrat Parti İktidarı zamanında değil, 1946 sonrası, CHP’nin, Tek Parti Mütegallibe’nin iktidarlarının son yıllarında olmuştur. 
2. Cihan Harbi sonuçlandıktan sonra, dünya haritası yeniden şekillenmiş, Doğu (Demirperde gerisi) ve Batı (demokrasi, hür teşebbüs, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere, bütün hürriyetler dünyası). 
T.C. Devleti, ya Doğu Bloku’nda yer alacaktı. (Bu takdirde, Sovyet Rusya-Sovyet’ler Birliği’nin kadîm, sıcak denizlere inme hayâli, Vilâyât-i Selâsiye’yi talebi, İstanbul ve Çanakkale Boğaz’larından sınırsız yararlanma talebi, ister istemez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Nato Blok’unda ve hür dünya’nın yanında yer almaya zorluyordu. Böyle olunca, 25 yıldır, sürdürülen Tek Parti Mütegallibe bir idare’nin daha uzun bir müddet devam ettirilemeyeceği âşikardır. 
- 1946 seçimlerinde, Tahsin Banguoğlu gibi kimi genç’ler milletvekili nasbedilmişlerdir. 1946’dan sonra kurulan Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay Kabine’lerinde, Millî Eğitim Bakanlığı yapan Merhûm, Tahsin Banguoğlu ve arkadaşları, “1927’den itibâren günümüze kadar uygulanan katı lâiklik, lâdinî idare, hattâ bütünüyle din düşmanlığı, artık terk edilmelidir. Aralarına katılmaya çalıştığımız Batı dünyasındakine benzer bir rejim’de lâiklik aslâ böylesine bir lâdinî’lik, din düşmanlığı tarzında uygulanmaktadır,” dediler. Öncelikle CHP’si grubunda bir çalışma başlattılar. 
Tek Pati Mütegallibe’de kanunlar, öncelikle, parti grubunda görüşülür, müzâkereler sonucu burada olgunlaştırılır, formalite’nin yerine getirilmesi için TBMM’sine getirilirdi. Çünkü Devlet, Parti Devletiydi. İller’de Devletin vâlileri aynı zamanda, CHP’sinin il başkanı, ilçe’lerdeki ilçebayları da, o ilçe’de CHP’nin ilçe başkanıydı. 
Okullara din ders’lerinin konulması, İmam-Hatip Okullarının açılması ve Ankara Üniversite’sine bağlı olarak, Ankara’da bir İlâhiyat Fakültesi açılması konusu, CHP’si grubunda uzun uzun tartışılmış, grubun kâhir ekseriyeti, “Hani, ‘din terakkîye mâni idi’, bunun için medreseleri kapattık, her kademedeki din eğitimini yasakladık, toplum hayatından dini bütünüyle uzaklaştırmıştık. Şimdi ne oldu da, okullara din dersi konuluyor, İmam-Hatip Okullarının açılmasına izin veriyoruz, Yüksek Dinî Eğitim için İlâhiyat Fakültesi kuruyoruz,” diye şiddetle i’tirazda bulundular. 
Aralarında ba’zıları da, “İmam-Hatip Okullarının açılması, Ankara’da bir İlâhiyat Fakültesi’nin kurulması demek, dini geri getirmek ma’nasını taşımaz. Millî Eğitim Bakanlığı’nın tam kontrolündeki bu okullar’da, lâik görüşlü din adamları yetiştirilerek, dini mihrab’tan, minber’den, kürsüden de yıkmak mümkün hâle gelebilir.” dediler. 
Başta Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu olmak üzere, ba’zı genç milletvekilleri, “Dünya yeni bir evreye girmiştir. Bütün dünya’da din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere, alabildiğine hürriyet’lerin konuşulduğu bir dünya’da, artık siz din eğitimini yasaklayamazsınız,” tarzında konuştular. 
Bu müzâkerelerden sonra, ba’zı milletvekilleri, Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlâhiyât Fakültesi açılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklifi sunmuşlar, müzâkerelerden sonra, nihâyet 04 Haziran 1949 tarih ve 5424 sayılı kanunla Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlâhiyat Fakültesi kurulmuş, fakülte 21 Kasım 1949’da öğretime başlamıştır. 
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi gerçekten de, 1990’lı yılların başlarına kadar, maalesef İslâm Dini’ni, mihrab’tan, minberden, kürsü’den yıkmak üzere eğitim vermiştir. 
Bu fakülte düz lise çıkışlı öğrenciler aldığı için, Fakülte’ye kaydını yaptıran öğrencilerin ekserisi, bırakınız, Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden okumak, Fâtiha ve İhlâs Sure’lerini bile okumaktan acizdiler. Dört yıllık, (1972-1982) arası beş yıllık, bir lisans eğitimiyle bunlara ne verebilirsiniz? Bu fakülte’den me’zun olanlar, öncelikle orta dereceli okullar Din Bilgisi Öğretmeni olarak ta’yin edildiler. Talepleri halinde, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, İl Müftülüklerine tercîhen ta’yin edilirdiler. 
TRT marksist solun işgali altında bulunduğunda, Türkiye radyo’larında Cum’a günleri göstermelik bir Kur’ân okunur, birkaç âyetlik bir aşir, kısa bir müddet de dinî sohbette bulunulurdu. 
Sohbet’leri, şimdilerde olduğu gibi, Diyânet İşleri mensupları değil, Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üye’leri gerçekleştiriyorlardı... Bunlar, Yüce İslâm Dini’nin bütün emir ve nehiylerini bir tarafa bırakmışlar, İslâm Dini’ni, temizlik ve çalışmaya indirgemişlerdi. Me’murlara ve ücretli çalışan işçilere, mesâi saatlerinde namaz kılmamalarını, oruç tutmamalarını tembih ediyorlardı. “Namaz vakitlerini işyerinden çalıyorsunuz, oruç tutarak vücud bakımından acze düşüyorsunuz, emeğinizi hakkıyla veremediğiniz için aldığınız ücret size haramdır,” gibi saçma sapan konuşmalar yapıyorlardı. 
- Başta, ba’zı İlâhiyat Fakülte’lerindeki Öğretim Üyeleri, Yüce İslâm Dini’nin nasrânî’leştirilmesi (Hıristiyanlaştırılması) için, Hıristiyan misyonerlerle kol kola çalışmışlardır; 
“Hıristiyanlık dünyası, Birinci Milenyum’da, bütün Avrupa’yı, İkinci Milenyum’da bütünüyle Afrika Kıta’sını, Üçüncü Milenyum’da ise, başta Ön Asya Anadolu olmak üzere, Asya Kıt’asını Hıristiyanlıştıracağız,” diyorlardı. 
Bunun için, Ön Asya, Anadolu topraklarındaki Türk İnsanı’nı, Azîz Milleti’mizin fert’lerini Hıristiyanlaştırmak için, Dünya Kilise’ler Birliği tarafından her yıl, 12 milyar dolar tahsis edildiği, bu para’nın, Azîz Milleti’mizin fert’lerini Hıristiyanlaştırmak için çeşitli misyonerlik faaliyet’lerinde harcandığı bilinmektedir. 
Misyoner’ler, daha önceleri, Azîz Milletimizin evladı’nın Hıristiyanlaştırılamsı için doğrudan, cepheden tecâvüz ediyorlardı. 
Her mahalle’de, bir apartman dâiresi kilisesi, bütün adreslere İncil gönderiliyor, gazete ve dergilere ilân veriliyor. Verilen telefon numaralarına telefon edilmesi halinde, gerçek kurtarıcının kim olduğuna daîr geniş bilgi verileceği gibi.... 
Hıristiyan misyoner’ler, kapı kapı dolaşırlar, özellikle, dar gelirli aileleri, apartman katı kiliselere da’vet ediyor, her ay kendilerine belli bir miktarda para ödeneceği, çocuklarının bütün okul ve dershâne masraflarının karşılanacağı vaad ediliyordu. 
Bu vaadlere inanıp belli bir süre parayı alanlar ve haftada bir gün, bu kiliselere devam edenler olmuştur. Fakat, içlerinden ba’zıları, kendilerine sağlanan bu menfaatlerin devamını sağlamak için Hıristiyan olduklarını, İsâ Mesih’e inandıklarını söylemelerine rağmen, papaz’ları ikna edememişlerdir. Yâni hiç birisi tanassur etmemiştir. 
- Misyoner’ler, yüzlerce yıldır, sürdürdükleri klasik propaganda usûlleriyle netice alamadıklarını-alamayacaklarını tesbit ettikleri için, başka yollar’dan netice almak üzere, yeni yeni, taktikler geliştirdiler. 
Kaleyi içten fethetmek üzere, her yıl harcanan milyarlarca doları hiçbir fayda te’min edemedikleri klâsik propaganda yerine, memleketimizde, öncelikle, Müvâzî Hareket başta olmak üzere, Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, İstabul Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden ba’zı öğretim üyelerine, mebzûlen paralar akıttılar. 
Müvâzî Hareket, çok geniş çaplı bir İslâm’ı Hıristiyanlaştırma faaliyetine girişmişken, İlâhiyat Fakültesine mensup, ba’zı hocalara tefsir yazdırdılar. Bu tefsir’lerde, “Yahûdî, Hıristiyan, Mecûsî, her ne inançta olursa olsun, eğer Allah’a, âhiret gününe inanıyorsa, âhirzaman Peygamberi Haz.Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize inanmasa da cennete girecektir,” diye yorumlarda bulundular... 
(Devam edeceğiz.)