Oğuz Çetinoğlu: Muhterem Hocam, Ramazan ayı için ‘On bir Ayın Sultanı’ denilir. Ona bu unvanı kazandıran hangi özellikleridir?

Mehmet Sönmezoğlu: Ramazan’ın gelişiyle birlikte toplumda gözle görülür bir değişiklik meydana gelir. Mü’minler Ramazan’ın mânevî atmosferiyle pek çok ahlâkî meziyetler kazanırlar, kalpleri bütün yaratılmışlara karşı merhamet ve şefkat duygularıyla dolar. İnsanlar birbirlerine karşı daha sevecen, affedici, hoşgörülü ve anlayışlı davranırlar, asayiş olaylarında ciddî mânâda bir azalma olur. Çünkü bu ayda başta oruç olmak üzere îfa edilen ibâdetlerle nefsini terbiye eden ve sabretmeyi öğrenen insanın, kötülük işlememeye karşı direnci, azim ve kararlılığı artar. Hasılı bütün bir toplumda Ramazan-ı Şerif’le gelen huzur ikliminin tesiri hakim olur. Ramazan ayı bize merhamet, diğergamlık, yufka yüreklilik gibi pek çok üstün meziyetler kazandırmaktadır. Zira oruç nefsi terbiye eder, kişiyi bencillikten kurtarır, muhtaç, mahrum ve mağdur kimselerin hallerini anlamayı sağlar, böylece insanı iyilik yapmaya, çevresindekilerle iyi ilişkiler kurmaya sevk eder.

Çetinoğlu: Ramazan ayı insanların mizaç ve alışkanlıklarını da etkiliyor…

Sönmezoğlu: Ramazan mektebinde yetişen bir mü’min, Yüce Yaratıcısı Allah’a karşı saygılı olduğu gibi, O’nun mahlûkatına karşı da saygılı ve hürmetkâr davranır. Zaten mü’min, başkalarıyla ünsiyet kurabilen, başkalarına ülfet ve muhabbet duyabilen insandır. Olgun mü’min, ‘Rakiku’l – kalp’ yâni, yufka yürekli, zarif, ince, hassas, duyarlı daha öz bir ifadeyle engin bir merhamet timsali ve tam bir gönül insanıdır.
Ramazan ayının rahmet ikliminden feyz alarak örnek bir gönül adamı olan Müslüman, içinde yaşadığı topluma karşı daha duyarlı hâle gelir. Birlikte yaşadığı insanların dert ve sıkıntılarını kendine dert edinir, sevinçleriyle sevinir. O, kendini gönüller yapmaya, kırık kalpleri onarmaya adar adeta.

Çetinoğlu: ‘Kâmil insan’ oluyor…

Sönmezoğlu: Gönül almak, gönül yapmak kâmil bir mü’min en temel özelliğidir. O herkesle iyi geçinmeyi, çevresindeki insanlarla samîmi, dostane ilişkiler kurmayı ve gönül yapmayı en önemli bir vazife olarak görür. Nitekim Hz. Peygamber  (s.a.s) bir hadisinde mü’mini ‘kendisi ve başkaları ile iyi geçinen kimse’ olarak tanımlamış ve devamla ‘Başkaları ile iyi geçinmeyen ve kendisi ile geçinilmeyen kişide hayır yoktur’ buyurmuştur. Zira bu özelliklere sâhip bir kişinin başkalarına karşı hayır ve iyilikten başka bir davranış sergilemesi, kalp kırması, gönül incitmesi asla söz konusu olamaz.

Çetinoğlu: ‘Gönül yapmak’ buyurdunuz. Nasıl olacak?

Sönmezoğlu: Gönül yapmanın çeşitli yolları vardır. Kimi zaman ihtiyaçlar içinde kıvranan birinin ihtiyacını gidermek için maddî imkânlarımızı seferber etmek, kimi zaman umutsuzluğa kapılan birine moral ve umut telkin etmek, bazen bir yetimin başını okşamak, bazen de kendini yalnız ve çaresiz hisseden birinin hâlini hatırını sormak yahut da dert ve keder girdabında boğulan bir kimseye tatlı bir tebessümle bakmak, güzel bir söz söylemek…
İşte bu örnek olarak verdiğimiz davranışlarla ve daha başka yollarla bir gönül yapmak, bir gönüle girmek pekâlâ mümkündür. Bu konuda hiçbir davranışı küçük görmemelidir. İnsan gönlü en ufak bir iyilikle bile kazanılabilir. Neyin ne kadar etkili ve yararlı olacağını biz bilemeyiz. Çünkü her insanın ihtiyacı, sıkıntısı, beklentisi aynı değildir. Meselâ bazıları için çok pahalı, değerli şeyler vermek değil de aranıp sorulmuş olmak daha anlamlı ve önemli olabilmektedir.

Çetinoğlu: Gönül almak, mâliyeti düşük bir üretim…

Sönmezoğlu: Bu konuda, ‘Hiç olmazsa yarım hurma ile sadaka vererek cehennem ateşinden korununuz’ hadisi konumuza ışık tutmaktadır. Allah Resûlü (s.a.s.) bu ifadeleriyle, hiçbir iyiliği küçük görmememiz gerektiğine, küçük görülen iyiliklerin insanı büyük sıkıntılardan kurtarabileceğine, insana çok şeyler kazandırabileceğine işâret etmişlerdir. Halkımızın arasında yaygın olarak kullanılan  ‘Yarım elma, gönül alma’ deyimi de bu hadisi açıklar niteliktedir. Bu sözle gönül almak isteyen kimse için çeşitli imkânlar ve fırsatlar bulunduğu anlatılmaktadır.

Çetinoğlu: ‘Gönül almak’ yeterli mi?

Sönmezoğlu: Dinimiz gönül yapmak kadar belki daha fazla gönül yıkmamaya, kimseyi incitmemeye de büyük önem vermektedir. Çünkü inancımıza göre kalp (gönül) nazargâh-ı ilâhîdir. Kişi başkalarına sözlü veya fiilî olarak zarar verir ve gönüllerini incitir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslüman’ı, ‘elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği insan’ olarak târif ederek Müslüman’ın kalp kırıcı, gönül yıkıcı olamayacağını beyan etmiştir. Kur’an’da, İsrâ Sûresi 53. Âyette; ‘Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar’  buyrularak kötü sözün insanî ilişkilere zarar verdiğine dikkat çekilmiştir.
Hz. Ömer (r.a.)’e atfedilen ‘Ey Kâbe seni yıksam, yeniden yapabilirim, ama kırılan bir kalbi asla…’ şeklindeki ifâde, İslâm’ın insana ve nazargâh-ı ilâhî olan insan gönlüne verdiği değeri ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Hz. Mevlânâ da, ‘Gönül yıkmak ahmakların işidir, zira akıllı kişi, bir insanı incittiğinde aslında Allah’ı incittiğini bilir’ der. Yine Hz. Mevlânâ şöyle söyler: ‘Bir defa kalp kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür. Zira Kâbe’yi Hz. İbrahim yapmış, gönlü ise Hz. Allah yaratmıştır.’

Çetinoğlu: Yunus Emre’nin de bu mevzuda sözleri var…

Sönmezoğlu:  Hak aşığı Yunus Emre insan gönlünün incitilmemesi konusuna çokça değinmiştir. Şiirlerinde şöyle söyler Yunus:
Gönül Çalab`ın tahtı, Çalab gönüle baktı.                                                                                                                  İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil                                                                                              Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.
Bir örnek de Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden verelim:
Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,                                                                                                Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!
Yeryüzünün bir yerlerinde kalbi kırık, gönlü yaralı, dertli, bîçâre, mazlum ve mağdur din kardeşlerimiz olduğu müddetçe -üstelik onların yürekler dağlayan acıklı halleri her gün gözlerimizin önüne serildiği halde- bizlerin mutlu ve huzurlu olamayacağımızın idrâkinde olmalıyız. Birbirimizin derdiyle dertlenmemiz gerektiğini, elimizdeki imkânları kardeşlerimizle paylaşmak mecburiyetinde olduğumuzu, kanayan yaraları sarmamızın, kırılan kalpleri onarmamızın İslâmî ve insanî görevimiz olduğunu unutmamalıyız.

Çetinoğlu: Ramazan’ın bitişi ile alakalı mesajınızı lütfeder misiniz?

Sönmezoğlu: Bir mübârek Ramazan-ı Şerif ayının daha sonuna geldik. Bu kutlu ayı oruç, terâvih, mukabele, iftar, sahur gibi bu aya mahsus ibâdet ve taatlerle, infak ve ikramlarla olabildiğince değerlendirmeye çalıştık. On bir ayın sultanı Ramazan’a vedâ ettik.
Büyük bir kazanç mevsimi olan bu mübârek ayın kıymetini idrak edememek, onun rahmetinden, mağfiretinden feyz ve bereketinden gereği gibi istifâde edememek ne kadar büyük bir kayıptır. Burada Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, ‘Ramazan’a ulaşıp da kendini affettiremeden bu aya vedâ eden kimseye yazıklar olsun’ mealindeki hadis-i şerifini hatırlamakta yarar var.

Çetinoğlu: Efendim, bu yılın Ramazan ayını gereği gibi değerlendiremeyenler, bu sözleriniz vesilesiyle gelecek yılın Ramazan ayını, ümit edilir ki en iyi şekilde değerlendireceklerdir. İzniniz olursa sohbetimizin ikinci bölümünde Ramazan Bayramı hakkında konuşalım. Sorulara geçmeden önce genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Sönmezoğlu: Rahmet ayı Ramazan’ın ardından sevinç ve mutluluk günü olan Ramazan bayramını kardeşlik duyguları içinde hep birlikte coşku ile kutlamalıyız. Bu bayramı dargınlıkları, kırgınlıkları ortadan kaldırmak; bozulan akraba, komşuluk ve dostluk ilişkilerimizi onarmak; birlik-beraberlik ve kardeşlik bağlarımızı pekiştirmek için büyük bir fırsat olarak görmeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle; daha nice Ramazan-ı Şerif ayına sağlık, âfiyet içerisinde kavuşmak temennisiyle mümin kardeşlerimizin Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor, ülkemiz, İslâm âlemi ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
Ramazan ayında mü’minler kullukta doruk noktaya ulaşmak için olanca gayretlerini sarfettiler. Kısaca, Müslümanlar olarak Ramazanın güzelliklerini ve mânevî zevkini doyasıya yaşadık. Cenâb-ı Hak, bu mânevî güzellikleri bizlere tekrar tekrar yaşamayı nasip etsin.

Çetinoğlu: Amin. Ramazan Bayramı, iki adet dînî bayramlarımızdan birincisi. Hususiyetlerinden bahseder misiniz?

Söylemezoğlu: Din îbayramlarımız, Allahu Teâlâ’nın sâdece mü’minlere has olan birer lütuf ve ihsanıdır. Ramazan Bayramı, Ramazan ayını ibâdet ve iyiliklerle geçiren mü’minlere verilen bir mükâfattır.

Çetinoğlu: Müminler, Ramazan ayını belli kıstaslarla değerlendirdikleri gibi, Ramazan Bayramıne da belli usullerle değerlendirmek fırsatını kullanmalılar. Neler tavsiye edersiniz?

Sönmezoğlu: Dînî bayramlarımızın fert ve toplum hayatımızda çok büyük bir değeri vardır. Çünkü bayramlar Müslümanların birbirleriyle yardımlaşmalarını, dayanışmalarını, kaynaşmalarını sağlamaktadır.
Bayramlar birlikte güzeldir. Toplumun bütün fertlerinin birbiriyle kenetlendiği, aynı maksat uğrunda birleştiği, yüreklerde aynı sevinç ve coşkunun hissedildiği müstesna mutluluk günleridir.
Bayramları anne-baba, eş, dosttan ve en yakınlarından uzaklaşıp tâtil yapma vesilesi olarak görmek son derece yanlıştır. Bilakis bayramları uzak-yakın bütün tanıdıklarımızla bir araya gelip görüşme, hatta tanımadığımız insanlarla bile tanışıp kaynaşarak birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi pekiştirme fırsatı olarak görmeliyiz.

Çetinoğlu: Bayramlar, müminlere ‘farz ibâdet’ olarak kabul edilen mükellefiyetler de yüklüyor. Bu konuda okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?

Sönmezoğlu: Bayramlar bir yönüyle de paylaşmaktır. Bundan dolayı bayram sevincini toplumun her yanına yaymaya, zengin-fakir, genç- yaşlı her kesimden insana ulaştırmaya çalışmalıyız. Bu mânâda dînî bir vecibe olan zekât ve fitrelerimizin yanı sıra diğer sadakalarımızla da ihtiyaç sâhibi din kardeşlerimize destek olmaya, yetim ve öksüzlerin başlarını okşamaya, yalnızlık problemi olan kimseleri arayıp sormaya, bayramı hasta yataklarında geçiren hastaları ziyâret etmeye özel bir gayret göstermeliyiz.
Ayrıca dînî bayramlarda başta anne-babalar olmak üzere büyükler ziyâret edilerek elleri öpülmeli, hayır duaları alınmalıdır. Akrabalar, komşular ziyâret edilip bayramları tebrik edilmelidir. Çocuklara bugünlerde daha fazla sevgi ve şefkat gösterilmeli, gönülleri hoş edilerek bayram sevincini doyasıya yaşamaları sağlanmalıdır. Bütün bunların yanında âhirete göç eden yakınlarımızı da unutmamalı, mümkünse kabirlerini ziyâret etmeli, ruhlarına hiç değilse bir Fatiha okunmalıdır.
Yine bayramlarda yapılması gereken en önemli işlerden birisi de dargınlıkların ortadan kaldırılarak birlik ve beraberliğimizi pekiştirmektir. Bayramlar kırılan kalpleri, incinen gönülleri yapmak, bozulan insanî ilişkileri düzeltmek için eşsiz fırsatlardır.
Bilindiği gibi, yüce dinimiz Müslümanların birbirlerine sevgi, saygı ve kardeşlik duyguları beslemelerini, huzur ve güven içerisinde bir ve beraber olarak yaşamalarını istemiştir.  Kur’ân-ı Kerîm’de,  Hucûrât Sûresi 10. Âyette; ‘Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan sakının ki size merhamet edilsin’ buyrulmuştur. Ayette mü’minlerin birbirlerinin kardeşleri oldukları bildirildikten sonra mü’minlere, kardeşler arasında barışı sağlamak, bozulan ilişkileri düzeltmek gibi çok önemli bir sorumluluk yüklenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, ‘En faziletli sadaka dargın olan iki kimsenin arasını bulup barıştırmaktır’ buyurarak dargınlıkları ortadan kaldırmanın önemini vurgulamıştır.

Çetinoğlu: Ramazan ayında gündeme gelen fitre, fidye ve zekât konusunda ve ayrıca sadaka ödemelerinde cömert davranılması tavsiye ediliyor. ‘Cömertlik’ kavramı hakkında neler söylenebilir?

Sönmezoğlu: Kur’an mü’minleri cömertliğe teşvik ederken cimrilikten de sakındırmaktadır. ‘Kim cimrilik eder, kendini Allah’a muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca iletiriz. Cehenneme yuvarlandığı zaman malı ona fayda vermez.’ (Leyl, 92/8-11) âyetlerinde cimriliğin helâk sebebi olduğu açık bir şekilde vurgulanmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, ‘Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!’ buyurarak, az-çok demeden hayır ve hasenat yapmamızı tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) başka bir hadisinde ise, malını cömertçe hayır için harcayanları övmüş ve şöyle buyurmuştur: ‘Ancak iki kişiye gıbta edilir: Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.’
Dikkat edilirse burada Hz. Peygamber (s.a.s.) özenilmesi gereken şeyin mal-mülk sâhibi olmak değil, sâhip olunan servetin Allah yolunda harcanması olduğuna işâret etmektedir. Çünkü malı yerli yerince harcamak, ona sahip olmaktan daha zor bir iştir. Bu nedenle hadis-i şerifte, bu zor işi başarabilenlerin gıpta edilmeye lâyık kimseler olduğu belirtilmiştir.
Cömertlik, hem ferdî hem içtimâî, hem dünyevî hem de uhrevî pek çok fayda sağlayan faziletli bir davranıştır. Allahu Teâlâ cömert kullarını sever, diğer kullarına da sevdirir. Cömertlik kıyamet günü insanı türlü sıkıntılardan kurtarır, onu cehennemden uzaklaştırıp, cennete yakınlaştırır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:  ‘Cömert kişi Allah’a yakın, insanlara yakın ve cehennem ateşinden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzak, insanlardan uzak, cennetten uzak ve cehennem ateşine yakındır. Cömert câhil, ibâdet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.’
Cömertlikte asıl olan, yapılan iyiliğin Allah rızâsı için, gösterişten uzak ve herhangi bir menfaat beklemeden isteyerek ve severek yapılmasıdır. Yoksa çıkar amaçlı ve gösteriş olsun diye gönülsüz olarak iyilik ve yardımda bulunmak kişiyi cömert yapmaz.
Cömertliğin temelinde mal, mülk ve servetin gerçek sâhibinin Allah olduğu; elde bulunan mal ve serveti asıl sâhibinin rızâsı doğrultusunda kullanmak gerektiği inancı yatmaktadır. Bunun yanında cömert insan, Zâriyât sûresi 58. Âyette buyurulduğu gibi; ‘Rızkı verenin Allah olduğuna’ yürekten inanır ve fakirlik endişesine kapılmadan Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden ihtiyaç sâhiplerine cömertçe harcar.
Bu duygular içinde bütün din kardeşlerimizin Ramazan Bayramını kutluyor; bayramın ülkemize ve Filistin başta olmak üzere bütün İslâm âlemine barış, huzur ve mutluluk getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

 
MEHMET SÖNMEZOĞLU:   

01.03.1963 tarihinde Düzce'de doğdu. İlköğrenimini ve İmam-Hatip Lisesi'ni Düzce'de tamamladı. 1984 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Özel olarak Arapça eğitimi aldı.
1984-1987 yılları arasında Düzce Merkez Kur'an Kursu Öğreticiliği ve Yöneticiliği yaptı. Askerlik görevini yedek subay olarak Gelibolu'da îfa etti. 1988-2005 yılları arasında Gemerek, Çilimli, Gölyaka ve Karadeniz Ereğli İlçelerinde İlçe Müftülüğü, 2005-2008 yıllarında Iğdır İl Müftülüğü, 2008-2009 yıllarında Malatya İl Müftülüğü, 2009-2016 yıllarında Kocaeli il müftülüğü göreni ifa etti. Hâlen Ankara İl Müftüsüdür.  
Türkiye genelinde ve mahallî televizyon kanallarında çeşitli programlar yapmaktadır. Mahallî yazılı basın ve internet sitelerinde köşe yazıları yayınlanmaktadır. ‘Nefse ve Nesle Öğütler’ ile ‘Nefsimize ve Neslimize Öğütler’, ‘Kur'an ve Hz. Peygamber’ isimli üç kitabı yayınlanmıştır.
İngilizce ve Arapça bilmektedir.