( İşte o zaman sen sus, birazda ben ağlayacağım…)

‘’ Sırlarımızın gömüldüğü yer kalbimizin içidir, sesleri ise; beynimizde yankılanırlar! Yıllar geçse de, kimi zaman hatırlarız unutulamayanları; kimi zamansa onlar kendilerini hatırlatırlar. Ve bir kez daha karşı, karşıya gelip, baş, başa kaldığımızda onlarla!
 Sorgularız hayatımızı, geçip giden yıllarımızın ardında kalan onca anıları. İşte tam o anda içimizi ince bir sızı kaplar, anlatımı olmayan/olamayan, ipincecik bir sızı. Kimisi bizi sımsıcacık ısıtan, kimisi ise hatırlandıkça kanımızı donduran…’’

Ya sonrası?

 An gelir, insan kendiyle hesaplaşır, pek çok şeyi aynı anda düşünür; pek çok şeyi sorgular! Ömrümüzden geçen onca şeyleri ama vicdanımızın sesiyle, dürüstçe ve içimizden süzülen duyguların feryadıyla…
 İnsan denilen varlık nedir ki? Doğuşundan, ölümüne kadar geçen süreçte; o süreç mi ona yol verir, yol gösterir? Yoksa o mu bu sürece yol gösterip, yaşadıklarıyla o yolu şekillendirir!
 Bizim geçen yıllara kattığımız değer nedir? Ya da o değerler manzumesi mi bize yaşanacak yıllarımızı verir?
 Bilemeyiz ki! Doğuşumuz sonrasında bizi bekleyen yaşam nedir? Hayatımız nasıl şekillenecektir?
 Neye kader denecek? Kaderimizi hangi olaylar belirleyip, bu kadere kimler, nasıl hükmedecektir? Aslında bu sorular yumağına verilen cevaplardır bizi, biz yapan.
 O cevaplar ki, hayatımızın gerçekleridir…
 İlk nefesi ana rahmine düştüğümüzde alır, son nefesimizi yanımızda ise; hayat arkadaşımızın,  çocuklarımızın kucağında, ya da dost ve arkadaşlarımızın yanında,  ya da bir başımıza veririz!
 O bilinmez sona, asla hükmedemeyiz…
 İlk ve son nefes arasında geçen zamana; sayısını bilemeyeceğimiz, bilinmeyen nice yıllar sığar.  Alınıp verilen her nefes, hayatın canlılığını taşır.
 O canlılıktır ki, adına sağlık deriz. Her ayrılışın, her vedanın sonuna; ‘sağlıklı günler’ cümleciğini ekleriz…
 İlk nefesle başlar hayatı tanımak ve sonrasında ki ‘hayat mücadelesine’ hazırlanmak… Öylesine çabuk geçer ki yıllar! Önce çocukluğun, sonrasında ise gençliğin kalır ardında.
 Eğer şanslı isen, her iki yaşam dönemin güzelliklerle doludur. Annen, baban ve tüm sevdiklerin bu süreçte hep senin yanında, desteğinde olur.
 Kimimiz ise bu desteği, bu şansı bulamayız ardımızda! Çünkü o desteği verecek olan sevdiklerimiz, en yakınlarımız hiç beklemediğimiz bir anda ayrılınca aramızdan; ne yazık ki, birlikte yaşayacağımız o güzel günlere erken veda ederiz…
 Kimilerimiz kendini aile ortamının uzağında bir hayatının içinde bulur! Artık hayatın gerçekleri, kimi zaman annesi, kimi zamansa babası olur.
 Böylesine bir yaşamın içinde kalan çoğu gecelerde bakışını, bakışlarını gecenin zifirine çevirirsin. Yalnızlığın en büyük dostun, hayallerin ise; bu dostluğa anlam katan arkadaşlarındır artık!
 Gökyüzü kimi zaman ışıl, ışıl; kimi zamansa kopkoyu siyahî bir yapıdadır. Tam karşındaki bu hasret manzarasına bakarken derinden, derine; iç geçirdiğin onca özlemin yarattığı düşler ülkesinde!
 İşte tam o anda parıldayan yıldızlar birer, birer kaybolur; hasretliklerin kapılarıysa birer, birer üstüne kapanır, özlemlerinle birlikte yok olur…
 Hayaller dünyasından,  döndüğümüzde gerçekler mekânına…
 Yılların yorgunluğu, onca ıssız ve yalnız gecelerinin asudeliği ile yaşanmış, ya da yaşatılmış ne varsa o koskocaman anılar yumağında kalmıştır ardında.
 Herkesin bir kusuru vardır, kimimiz ruhunda, kimimiz ise; sırtında taşır!
 Önemli olan vicdanımızın sesini duymak, onu yalnız bırakmamaktır…
 Ve veda zamanı geldiğinde tüm sevdiklerimize, yaşanmışlıkları ve yaşatılmışlıklarıyla ardımızda kalan bu yalan dünyaya…

 İşte o an gelir;  ‘’Zaman Geçmişi Sorgular.’’
 Gönül susar, göz görmez. Tüm düşlerin sonlanmış, ardında sadece gerçekler kalmıştır,
 Yüce Yaratana verilecek cevapların sesi duyulacaktır artık…
 
   ‘’ Eğer bir gün, büyük bir derdin olursa; benim büyük bir derdim var deme! Derdine dönüp, benim büyük bir Rabbim var de…’’
                                               
                                        ‘’ Baki kalan bu kubbede hoş bir sada…’’