Mübadeleyi hep duyarız.
Biliriz ki bu olayla çok sayıda Ortodoks Rum Türkiye’den ayrılmıştır. Yerine de yine çok sayıda Türk gelmiştir.
Arada fark çok aslında: 1.200.000 kişi gidiyor mübadele ile karşı tarafa. Karşılığında gelenlerin sayısı da 480.000
Kabaca bu rakamlar.
Bir başka ayrıntı daha:
Bu göç olayında Yunanistan’daki Batı Trakya Müslümanları ile İstanbul’daki Ortodoks Rumlar istisna tutuldu. Yani göç edilmediler.
Bugün gördüğümüz tablo büyük ölçüde bu kural uyarınca biçim aldı.
Az değil elbette giden ve gelenlerin sayısı.
Hadi tarihi de söyleyelim: Sözleşme 30 Ocak 1923’te imzalandı. Ancak o tarihe kadar yaklaşık 800.000 Ortodoks Rum Türkiye’yi zaten terk etmişti; çünkü kurtuluş savaşının sonunda Türk askeri zafer elde edilince, intikam alacaklarından korkuldu. 
Şimdi tablo genel olarak böyle.
Oysa dikkat edin yakınımızda yöremizde yaşayanların halet-i ruhiyesine. Sorun, neredensin diye; eğer aile yıllar önce mübadele ile gelmişse; “Macırmışız biz! Mübadele ile gelmişiz. Selanik’ten” gibi yanıtlar alçaksınız.
Ancak şunu vurgulayalım:
Bugün Türkiye’de mübadil olmak insanlara bir kimlik yaratmaya başlamıştır. Bu da bana göre çok yerinde ve güzel bir duygudur. Yaşanılan aynı acılar insanları bir duygudaşlıkta birleştirmiştir. Yurt özlemi kadar daha derin bir şey var mı?
Elbette öyle.
Ve onca nüfusun göç edişi öyle sancılı olmuştur ki!
Ortodokslar Büyük Taarruz’dan sonra (26 Ağustos 1922), Başkomutanlık Savaşı’nın kazanılmasıyla İzmir’e doğru akarken, telaş içinde ülkeyi terk edip adalara ve ana kara Yunanistan’a sığınmışlardır.
Yunanistan’a bir yandan kaçkın Ortodokslar’ın, öte yandan kaçkın Yunan askerinin yığılmasıyla oradaki Türkler’e yaşam zehir olmuştur. Katliamlar; ölümler ve kıyımlar, gözyaşları ve yakılan ağıtlar...
İyi ki Türkülerimiz var.
Türkülerimiz zor zamanlarımızdaki sığınaklarımız gibidir. Bizi alır, binlerce yıllık geçmişimizle kucaklaştırır; bir coşku seli olur, duygular akar da akar…
Drama Köprüsü dardır geçilmez,
Soğuktur suyu bre Hasan içilmez;
Anadan geçilir, yardan geçilmez;
At martini bre Hasan dağlar inlesin…
Hem umudu, hem acıyı, hem özlemi, hem şahlanışı bu kadar keskin biçimde ne anlatabilir ki başka!
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver  
Türkler kendilerini bir anda Türkiye’ye atamadılar. Sınırlar kapatılmış ve Yunanistan’dan gemilerin kalkmasına izin verilmemişti. Bunun üzerine Selanik, Hanya, Kandiya, Resmo, Kavala gibi liman şehirlerinde sayıları kırk bine ulaşan yığılmalar oldu. Türkler evlerinden atılıyor ve yerlerine Yunanistan’a sığınmış Anadolu Rumlar’ı yerleştiriliyorlardı. 
Türkler’in elinden yiyecek ürünleri savaş vergisi diye alınıyordu. Evlerin kapısı kırılıyor, içeri giren mülteciler yaka paça Türk aileleri sokaklara atıyor; bu kez de sokağın hükmü yürüyordu. Böylece Türkler limanlara doğru göç ediyor; köyler, kasabalar, şehirler boşalıyor; sağlık, yeme içme sıkıntısı içinde on binlerce kişi derme çatma yaptıkları barakalarda ya da naylon altlarında, yağmur çadır içinde debelenip duruyorlardı. 
Böylece tam bir yıl beklendi.
Türk Hükümeti yeni önlemler alarak, gemiler satın aldı; ardından da gemileri gönderip, göçmenleri liman kentlerinden alıp getirdi ve Türkiye’deki liman kentlerinden Anadolu’ya ve Doğu Trakya illerine çıkardı. 
Tekirdağ, İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin gibi iller göçmenlerin Türkiye’ye ayak bastıkları liman kentleriydi. Yine Karadeniz’de İnebolu, Samsun, Sinop ve Trabzon rıhtımlarından göçmen çıkarıldı.
Sorunlar bir anda çözülebildi mi?
Nasıl çözülebilsin ki?
Hasretlik ölümden bile acıydı.
Yüzlerce yıllık ata yurdu terk edilmiş, Türkler canlarını zor Anadolu’ya atabilmişlerdi. 
Şimdi Türkiye’ye can atabilen Rumelili Fatiha’n çocukları, Anadolu’da bir geçim derdinin içine düşüvermişlerdi.
Bir evler yaptırdım mori Ramizem
Sazdan samandan
Aman aman
Sazdan samandan
İçine girilmez be Ramizem
Tozdan dumandan
Aman aman
Tozdan dumandan