Berâ (İbn-i Azip) radiya’llâhu anh’den şöyle rivâyet edilmiştir: Berâ’demiştir ki; Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi işlememizi emretti. Yedi şeyden de bizi nehleydi. 

Resûl-i Ekrem bize, cenaze arkasından gitmeyi, hastayı ziyaret etmeyi, da’vete icâbet eylemeyi, mazlûma yardımı, yemini kabul etmeyi, selâmı karşılamayı, aksırana du’a etmeyi emreyledi. 

Yine Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem bizi; gümüş kap (kullanmak)dan, altın yüzük(takmak)tan, harîr, dibâ, kasıy, istebrak (denilen ipekli kumaş (isti’mâlinden-kullanmak-tan da nehyetti (yasakladı). 

Bu hadis-i şerif rivâyet yollarının çokluğu ile mümtaz olan hadislerden birisidir. Yalnız Buhârî sahihinin on yerinde zikretmiştir. Buradan başka Mezâlim, Libas, Tıp, Edep, Nüzûr, Nikah, İstizan, Eşribe bahisleridir. 

Müslim de Et’ime bahsinde, Tirmizî İstizan, Libâs bahsinde, Nesâî de Cenâiz, Îman, Nüzûr, Ziynet bablarında; İbn-i Mâce de Keffâret, Libâs bâblarında tahrîç etmişlerdir. 

Cenâzeye İttibâ’: Cenazeyi peşisıra ta’kip etmek ve cenaze namazını kıldıktan sonra bu sûretle devam eylemektir. İttibâ’ta’birinin zâhirinden istifade olunan ma’nâ budur. Bu sebeple Hanafî’lere göre cenazeyi ta’kip etmekte efdal olan, cenazenin arkasından gitmektir. Şâfîîlere göre efdal olan, cenazenin ön tarafında gitmektir. Mâlikî’ler arasında: 1) önde gitmek, 2) arkada gitmek, 3) yayalar önde suvâriler (binek vasıtalarında olanlar) arkada gitmek suretiyle üç nev’i içtihad vardır. Bu rivayet ve içtihatlardan muhtar olanı, Hanafîlerle beraber olanı ve cenazenin arkasında ta’kip edilmesidir. Cenazeye iştirak eden kadınların, cenazeyi arkadan ta’kib etmelerinde bütün imamların icmâı vardır. 

Cenaze namazına gelince, Cumhur-u Ulemaya göre, Farz-ı Kifâyedir. Komşuların ve cenazenin ahbabı ve yâranlarının cenazelerine ittibâ’etmeleri de vaciptir. Aliyyü’l-Kârî Mişkât şerhinde, “ehl-i bid’at bu hakdan mahrumdur,” diyor. Yâni bid’at ehli olanların cenazelerini ta’kip uygun olmadığı gibi, akraba, ahbab ve yârân’larının dahi, cenazeye katılmaları vacib olmadığı gibi uygun da değildir. 

HASTAYI ZİYÂRET: Hastayı ziyâret etmek ve onun hâl ve hatırını sormaktır. Hastanın muhtaç olduğu ve ziyaretçinin de istitâati (gücünün yettiği) dahilinde olan yardımda bulunmaktır. Bu yolda hasta ziyâreti sünnettir. Ba’zı ulemâ, vücubuna kâil olmuşlardır. Müslüman olsun, zimmî bir vatandaş olsun, yakın bir komşu veyahut uzak bir hemşehri bulunsun hepsi müsâvidir. Hepsi ziyâret edilebilir. Bu yolda hasta ziyâreti hukûka hürmetkârlık gibi bir vazife-i diniyye ve ahlâkıye olduğundan sevapları ve hayırları müstelzimdir. 

Sahîh-i Müslim’de, Sevbân radiya’llâhu anh’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte: “Bir Müslüman Müslüman kardeşini hasta iken ziyâret ettiğinde hasta başından ayrılana kadar o ziyâretçi cennet bostanında yaşar”, yâni, cennet bostanına müstehak olur,” buyurmuştur. 

Buhârî’de Enes İbn-i Mâlik radiyallahu anh’den rivayet olunan bir hadiste Hazreti Enes demiştir ki: Bir Yahûdî genci (çocuğu), Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e hizmet ederdi. Bir ara hastalandı. Resûl-i Ekrem bunu hastalığında ziyâret etti. Başucunda oturdu. Ve bu çocuğa Müslüman olmasını teklîf etti. O da babasına baktı. Babası: “Oğlum! Ebü’l-Kâsım’e itaat et,” demekle Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem hastanın yanından çıkınca: “Şu genci cehennem azabından kurtaran Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senâlar olsun,” buyurdu. 

Hasta ziyareti için dost, düşman; bildik, bilmedik herkes İslâm nazarında müsâvidir. Hattâ aramızda ahid bulunan ve bize iltica etmiş birisi-gayrimüslim unsurlar da zimmî vatandaşlar gibi addedilmiştir. Yalnız arada yakınlık ve komşuluk hakkı bulunmayan ve münker ve bid’atlerle ma’lûl ve me’lûf (ülfet halinde) bulunan sefîh’lerin bu haktan müstesnâ olduklarını yine Aliyyü’L-Kârî Mişkât-i Mesâbîh şerhinde bildiriyor. 

Hasta ziyareti hakkında, ba’zıları cennetle müjdelenenler olmak üzere, Ebû Hüreyre, Abdullah İbn-i Ömer, Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh, Ebû Bekr, Ömer İbn-i Hattâb ve Haz.Aişe gibi Kibâr-ı Sahâbe’den, 30’a yakîn sahabenin rivâyetleri ve menkıbeleri vardır. 

İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel Hasta ziyaretinin son derece şefkat ifade eden veciz bir şeklini Ebû Ümâme radiya’llâhu anh’den şöyle rivayet ediyor:  

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz hasta ziyaretine vardığında elini hastanın alnı ve yahut eli üstüne koyup okşayarak ‘nasılsınız’, diye, hal-ü ahvâlinden müvâizişkârâne sorması hasta ziyaretinin tamamlayıcı adabındandır,” buyurmuşlardır. 

Bu hadis-i şerif’in bize ta’lim ettiği büyük hâkîkat şudur ki: Hasta ziyaretinin, hastalığın derecesine, hâl ve vaziyetinin icablarına göre öyle ince noktaları vardır ki, bunlar saymakla bitmez. Bunları hâlinin iktizasına göre ziyaretçinin zekâsı ve ince ruhu arayıp bulmalıdır. Yalnız umûmî ve tamamlayıcı ma’lûmat olarak bir ciheti göstereceğiz ki, hastaya varıldığında, ziyâretçi hastanın elini hürmetle avcu içine alarak, yahut alnını ve yüzünü okşayarak hâl ve hatırını sormalıdır. 

Müslim’in, Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan naklettiği bir eserde, Sa’d İbn-u Ubâde radiya’llâhu anh’in hasta olduğunu işiten Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: “Sa’d İbn-i Ubâde’yi kim ziyâret etmek ister,” diyerek ayağa kalkmıştı. Biz de icâbet edip ayağa kalkmıştık. (Bir de ne göreyim? On küsûr ziyaretçi olduk. Görüyoruz ki, Hâtemü’L-Enbiya, Ashabının gönlünde hasta ziyaretine karşı ne heyecanlı bir aşk ve alâka uyandırmıştır. 

Hâkim’in Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs radiya’llâhu anh’den rivayetine göre, Sa’d Hazretleri: “Bir kerre Mekke’de hastalanmıştım. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem beni ziyârete geldi. Mübârek elini alnıma koydu (ve hâl-ü hatırımı sordu) demiştir. 

Yine Hâkim’in Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan rivâyet ettiği bir hadiste, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: “Sizin biriniz hasta ziyaretine gittiğinde “Yâ Rab! Bu kuluna şifa bahşet, diye du’â etsin” buyurmuştur. 

DA’VETE İCABET: İki suretle olur: 1) Yardım dileyen bir kimsenin bu dileğini yerine getirmeye icabet suretiyle, 2) Düıün, nişan, sünnet merasimi gibi hayırlı bir toplantıya da’vete icabet etmektir. 

Gerek mevzu’u bahsimiz hadis-i şerifte, da’vete icabetin Peygamber emri muktezâsından olması, gerek yine Sahîh-i Buhârî’de, Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayet edilen, “Bir Müslümanı diğer bir Müslüman kardeşi da’vet ettiğinde icâbet etmesi, Müslümanlar arasında mer’î, müşterek haklardan olduğu bildirilmesine göre, ba’zı alimler da’vete icabet edilmesini vaciptir demişlerdir. Ba’zıları da her iki hadisteki emri ve hakka terki mûcib-i ma’siyet veya kerahet olan mendûb ma’nasına hamletmişlerdir. 

Tavzih’te, Nikah da’vetine-velîme’ye icâbet etmek bütün âlimlere göre vâcibtir. Hattâ nâfile oruçlu birisi orucunu bozup düğün yemeğinden yemesi vaciptir, denilmiştir. Fakat Hanafî fukahâsına göre Velîme yemeğine icabet etmek de müstebahdır. 

Taybî de: Bir Müslüman, Müslüman kardeşini ziyâfete veyahut yardıma da’vet ederse icâbet etmek vâcibtir, demiş şu kadar ki, vâkî herhangi bir da’vete icabetin lüzum-u tahakkuku, da’vet edilen ziyâfet mahallinde şer’an yasak olan birşeyin bulunmaması şartı vardır. Bir hususta bütün ehl-i İlim de aynen Taybî gibi düşünmektedir. Da’vet olunduğunuz yerde ısyanı-ma’siyeti müstelzim, ahlâk ve fazilete münâfi şeylerin varlığı halinde, da’vete icabetin ma’siyete vesiyle olacağından şüphe edilmediğine göre, her vesiyle-i ma’siyet ise, ma’siyet derecesinde müstelzim-i vebaldir. 

MAZLÛM’A NUSRET (YARDIM): Hükmü geçen ve kendisine itaat olunan veya fiîlen müessir olabilenlerin bir mazlumu kurtarmasıdır. Bu suretle bir mazlûm’a nusret ve muavenet etmek farzdır. O mazlûm kurtarmasıdır. Bu suretle bir mazlûm’a nusret ve muavenet etmek farzdır.  O mazlum müslim olsun, zimmî olsun, nusret ve muavenet de kavlen (sözlü) veyahut fiî’len olsun eşittir, Kavlen bir mazlum yardım emir ile veyahut şefaat suretiyle olur. Fiîlen yardım, yalnız dil ile değil el ile kahren yardımdır. Tabiî bu yardım kurtarıcını haline ve vaziyetine göre vaziyetinin icabına göre ne yardımcının kendine ve ne de cem’iyyete zarar vermeyecek surette ifâ edilir. Gerek zulmün şenâti ve zâlimin alçaklığı hakkında gerek merd’lik şiarı olan mazluma yardımın fazileti hakkında, gerek Kur’ân-ı Kerim’de ve gerekse nebevî hadislerde pek çok âyetler ve hadisler vardır. 

“Ey kullarım! Zulümkâr olan şu insanlara meyletmeyiniz. Sonra sizi azab-ı İlâhî istilâ eder.” (Hûd Suresi 11/113) 

(Takvâ sahipleri, bu âyeti kerimedeki “Meyletmeyiniz” kavlindeki nehiy, zâlimlerle yalnız düşüp kalkmaktan men’e, ma’tûf olmayıp belki onların yüzlerine bile bakmayınız suretinde daha şümullü bir ma’na’ya müteveccihtir, demişlerdir. 

Sahîh-i Buhârî’de, Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivayet ettiği bir hadis-i Şerifte Haz.Enes diyor ki: 

- Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kerre:

- İster zâlim olsun, ister mazlûm olsun, mü’min kardeşine yardım et, buyurmuştur. Ashabdan bir zat: 

- Yâ Resûla’llâh! Mazlûum olan kimseye nusret ederim, zâlime yardım edilmesini siz muvafık bulur musunuz? dedi. Resûl-i Ekrem:

- Zâlimi de irtikâp etmekte olduğu zulümden men’edersiniz ki, bu da zâlime nusrettir,” buyurdu. 

Sahîh-i Müslim’in de, Câbir İbni Abdullah radiya’llâhu anhüma’dan rivayetine göre de Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Her kişi ister zalim olsun, ister mazlûm olsun, Müslüman kardeşine yardım etmelidir: Din kardeşi zâlim ise irtikâp etmekte bulunduğu zulümden nehyedilmelidir ki, bu zâlim için bir nusrettir. Mazlûm ise esâsen nusrete muhtaç ve müstehakdır. 

Ebû Davud’un Sünen’inde Sehl İbn-i Muâz’ın babası Muâz İbn-i Enes radiya’llâhu anhümâ’dan tahricine göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: “Kim ki bir mü’mini bir münâfıkdan himâye eder, korursa (öyle zannediyorum ki, Peygamberimiz şöyle buyurdu) kıyâmet günü Cenab-ı Hak bu hâmî’nin (koruyanın) vücudunu cehennem ateşinden koruması için bir melek gönderir.” 

İbn-i Hibbân’ın Kitab-ı Tevbîh’inde, İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’dan rivayetine göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: “Cenab-ı Hak: İzzetim ve Celâlim hakkı için eninde de sonunda da şu zâlimden mazlûm’un intikâmını alırım. Yine öyle bir mazlûm’un zulme uğradığını görüp mazlûm’a muavenete gücü yettiği halde yardımı esirgeleyen katı yürekli kimseden de mazlûm’un intikâmını alırım, buyurdu” demiştir….