“Altın Elbiseli Adam”ın bulunduğu Esik (Issık, Issyk) Kurganı Kazakistan’ın Almatı kentinin 50 Km. yakınındaki Issık Kasabası’ndadır. Kazıyı, 1969 yılında, Kazak Bilimler Akademisi’nin Tarih, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nden Prof. Dr. Kemal A. Akışef ve B.N. Begmuhammed adlı iki Kazak arkeolog yönetmiştir..

"Altın Elbiseli Adam"ın bulunduğu kurganın yüksekliği 6 metre, çapı da 60 metreydi. Çam kütüklerinden yapılmış mezar odası dikdörtgen şeklindeydi.  Batı duvarı boyunca 10 adet küçük masa konulmuş olan mezar odasının zeminine altın varaklarla süslenmiş bir hasır serilmişti.  Başında  150 altın parçadan oluşan başlığı, altın varaklarla bezenmiş elbisesi, belinde kılıcı ve kamasıyla ve altın varaklarla bezenmiş çizmesiyle "Altın Elbiseli Adam" bu özenle dokunmuş hasır üzerinde yatıyordu.

İnsanlık tarihi açısından, Issık (Esik) Kurgan’dan çıkarılan altın ve gümüş buluntular, 20. Yüzyılın başlarında bulunan Mısır firavunu Tutankamon’un mezarından çıkarılanlar kadar değerlidir. Türk tarihi açısından, Esik Kurgan’dan çıkarılan buluntular arasındaki en önemli parça, üzerinde Ön-Türk alfabesi ile yazılmış 26 harften oluşan bir yazı bulunan gümüş çanaktır. Yapılan incelemeler sonucunda kurgandan çıkan eserler MÖ. 5.-4. yüzyıllara tarihlenmiştir. Gümüş çanak üzerindeki yazı, MÖ. 5. Yüzyılda, Heredot’un İskit, İranlıların Saka dedikleri eski Türk boylarında yazının oldukça gelişmiş olduğunu ortaya koymaktadır.

Orhun Abidelerinden bin yıl öncesine tarihlenen ve yazılı Türk  tarihini çok daha eski tarihlere götüren  bu buluş karşısında  Batılı tarihçiler suskun kalmayı tercih etmişlerdir.

“KHAN UYA ÜÇ OTUZU YOK BOLDI”

“Altın Elbiseli Adam” İskit/Saka prensidir. Mezarında bulunan ve Türk tarihinin en eski yazılı belgelerinden biri olan gümüş çanak üzerindeki yazı, (Kazak Profesörü Olcas Süleyman’ın okumasına göre) “Altın Elbiseli Adam”ın bir “Khan Uya”, yani hakan oğlu olduğunu ve “Üç Otuzı” (23) yaşında hayatını kaybettiğini söylemektedir. Kazak araştırmacı yazar Prof. Dr. Olcas Süleyman “Altın Elbiseli Adam”ın çanağındaki 25 yüzyıllık yazıyı şöyle okumuştur:

"Khan Uya üç otuzı (da) yok boltı. Utugsi tozıltı. ”

(Hakan oğlu 23 yaşında yok oldu, halkın adı sanı da yok oldu)

Başlık, kaftan, gömlek, pantolon ve çizmelerden oluşan İskit/Saka prensinin elbisesi, stilize kabartma motifli dörtbin altın parça ile bezelidir. "Altın Elbiseli Adam"ın başlığı bile başlı başına bir sanat şaheseridir. Alın kısmında 'Güneş Tanrısı'nı sembolize eden kanatlı at motifleri bulunan başlık,150 parça altın kabartma at, kuş, leopar motifleriyle bezenmiştir.

Pantolonun iç ve dış kısımlarıyla gömleğin yaka ve kolları, üzerlerinde kabartma hayvan figürleri bulunan altın plakalarla bezelidir. Prensin belinde, üzerinde kuşbaşı motifleri bulunan altın plakalardan oluşan bir kemer bulunmaktadır. Prensin parmaklarındaki iki altın yüzüğün birinde, on tüylü erkek başı figürü vardır.

"Altın Elbiseli"nin altın kakmalı uzun çelik kılıcı ve üzeri hayvan motifleriyle bezenmiş kısa bir kaması vardır. Eşsiz güzellikte çelik kılıcın orta yeri boydan boya altındır. İki değişik metal karışımı eşya yapımı, günümüz için bile zor olan bir teknolojidir. İskit prensinin kılıcı kırmızı ahşaptan yapılmış bir kın içinde, kaması ise kuş ve at motifleriyle bezeli, yarısı ahşap yarısı deri bir kın içinde bulunuyordu. Prensin sol tarafında bulunan torbanın içinde bronz bir ayna ve kırmızı toz vardı.

GÜMÜŞ ÇANAKTAKİ YAZI ORHUN ABİDELERİNDEN BİN YIL ÖNCESİNE TARİHLENİYOR

"Altın Elbiseli"yle birlikte bulunmuş en önemli parça, üzerinde 26 harften oluşan bir yazı bulunan gümüş çanaktır. Bu gümüş çanak ve üzerindeki yazı, Türk tarihinin olduğu kadar, insanlık tarihinin de karanlıkta kalmış onbinlerce yıllık geçmişini aydınlatacak bir belgedir. Orhun ve Yenisey yazıtları ondört yüzyıllık, "Altın Elbiseli"nin gümüş çanağı ise yirmibeş yüzyıllık bir yazılı belgedir. Gümüş çanaktaki yazı, piktogramlardan seslerin işareti olan harflere uzanan 10-15 bin yıllık sürecin orta dönemlerine tarihlenen çok önemli bir belgedir.
Gümüş çanaktaki yazı, uzmanlar tarafından değişik şekillerde deşifre edilmiş olsa da, Türklerden başka bir kültürle ilişkilendirilememiştir. Gümüş çanaktaki yazı, prensin kemiklerine uygulanan C-14 testine dayanılarak MÖ 5. Yüzyıla, yani Orhun Abidelerinden bin yıl öncesine tarihlenmiştir, ama çanak çok daha eski tarihlerden kalma kutsal bir emanet de olabilir.
Peki, gümüş çanaktaki yazı bize neler anlatıyor; neler diyor bize "Altın Elbiseli Adam"?

“Altın Elbiseli Adam”ın gümüş çanağı üzerindeki 26 harfli yazı, onun kimlik kartıdır. “Altın Elbiseli”, o 26 harflik mesajla, “Ben bir Türk’üm” diye haykırıyor. Çanağın üzerindeki yazıda kullanılan işaretler, henüz tam olarak harflere dönüşmemiş olsa da, yazılı kayalar üzerindeki şekillerin ve Türk  tamgalarının seslerin işareti olan harfe dönüşme sürecinin çok önemli bir aşamasını göstermektedir.

"Altın Elbiseli Adam”, elinde üzeri yazılı gümüş çanağı ile, Kazakistan’ın Tamgalı Say, Kırgızistan’ın Saymalı Taş yaylalarındaki kayalar üzerine nakşedilmiş resimlerden, tamgalardan, seslerin işareti olan harflerle yazılmış Orhun Anıtları’na uzanan binlerce yıllık süreci aydınlatan bir fener gibi durmaktadır.

Bilim adamları, “Resimden piktografa (Eski Mısır'da olduğu gibi harf yerine geçen resimli tek işaret), piktograma (stilize resim), ideograma (doğrudan fikri anlatan işaret), oradan da fonograma (bir harf, hece ya da sesi gösteren işaret), en sonra da seslerin işareti olan harflere geçebilmek için, on-onbeşbin yıllık bir süreç gerekmektedir” diyorlar. Bu bilimsel saptama da gösteriyor ki, Türkistan coğrafyasında insanlığın binlerce yıllık tarihi karanlıktadır ve Türklerden başka bir milletle ilişkilendirilemediği için de, bu süreç bilinçli olarak karanlıkta bırakılmaktadır.

“Altın Elbiseli Adam”ın elbisesi ve eşyalarının yapımında kullanılan altın, gümüş, demir, çelik, deri, tahta eşyalar ve bunları işleme, renklendirme teknikleri, elbisenin ve eşyaların süslenmesinde kullanılan kabartma motifler, mezarın düzenlenme şekli ve üzeri yazılı gümüş çanağı, onun çok köklü bir kültürün mensubu olduğunu göstermektedir. Altın gümüş üretebilen, bu madenleri işleyerek varak, iplik ve çeşitli eşyalar yapabilen, deriyi sepileyebilen, binlerce yıl solmayan boya üretebilen bir uygarlık geliştirmiş, hepsinden önemlisi, seslerin işareti olan harflerle yazı yazabilmiş ve insanlığa yazı yazmayı öğretmiş bir milletin ferdidir “Altın Elbiseli Adam.”

Uzmanların “Altın Elbiseli Adam”ın çanağındaki 26 harflik yazıyı farklı okumaları, gümüş çanaktaki yazının tam okunamadığına ilişkin eleştiriler, Türklerin binlerce yıl önce yıl önce yazı yazabildikleri gerçeğini değiştiremiyor. İnsanlığa yazı yazmayı Türklerin öğrettikleri gerçeğine gölge düşüremiyor.

Batılılar, “Tarih Sümer’le başlar” diyorlar, ama Sümerlerin Türk oldukları gerçeğini gözardı ediyorlar. Şu önemli gerçeği gözden kaçırmayalım, “Sümerler” adlandırması Batılıların yakıştırmasıdır. Sümerler kendilerine Kengerler diyorlardı ve Kengerlerin atayurdu bugünkü Türkmenistan ve Kazakistan coğrafyasıdır. Ne kadar gözardı edilmek istense de tarih Türklerle başlıyor..

BU UYGARLIĞIN SAHİPLERİ KİM?

Resimden piktografa, piktograma, ideograma, fonograma, oradan seslerin işareti harfe uzanan süreci arştırdığımızda, karşımıza, insanlığın kayıp mirası olan çok değerli bir hazine çıkmaktadır.

Peki, Tanrı Dağları'ndan Finlandiya'ya uzanan engin coğrafyada karşımıza çıkan ve onbinlerce yıl önce kayalara kazınmış bu resimleri kimler yapmıştı? Ortak figür ve tamgalarla yapılan bu resimlerde neler anlatıyordu? Bu kültürün doğuş yeri neresiydi?
Batılı bilmadamları bunları uzun yıllar Hint-Avrupa kültürünün ürünü olduğunu savunmuşlar, fakat inandırıcı olamamışlardı. Rus bilim adamlarının Türkistan coğrafyasında yaptığı kapsamlı çalışmaların sonuçları, Türk kültürünü işaret ettiğinden dolayı açıklanmıyordu.
60'lı yıllarda Türkistan kökenli bir mühendisimiz, onbinlerce yıl öncesine tarihlenen kaya resimlerini, Ön Türk uygarlığından kalan buluntular üzerindeki (Batılıların “runik” dedikleri)  yazıları okumayı başardı. Türkistan'da, Kulca'da doğan ve 7 Türk lehçesinin yanı sıra Rusça, Almanca, Yunanca, Latince, İtalyanca ve İngilizce de bilen makine mühendisi Kazım Mirşan, yalnızca kaya resimlerini, Ön Türk yazıtlarını okumakla kalmadı, binlerce yıllık kayıp tarihimizin ve kültürümüzün üzerindeki kalın perdeyi de kaldırıverdi.
Söz konusu olan bizim tarihimiz, bizim kültürümüzdü, ama Kazım Mirşan'ın okumaları Batılılarca onaylanmadığından, bizde de gereken ilgi ve heyecanı yaratamadı. Fakat, mızrak çuvala sığmıyordu; çünkü Prof.Dr. Dimitry V.Vasiliev, Solanbek Yakuboviç, Bayçorov ve ‘eski diller Hint-Avrupa dillerinden başlıyor’ kuramını çürüterek bütün dillerin anasının Türk dili olduğunu ispatlayan Kazak bilim adamı Prof. Dr. Olcas Süleyman gibi araştırmacılar da, Altaylardan Akdeniz’e, İskandinavya’ya uzanan coğrafyadaki buluntular üzerindeki tamgaları, ÖnTürk yazılarını Kazım Mirşan paralelinde okumuşlardı. Bu birbirini doğrulayan çalışmaların sonuçları, onbinlerce yıl önce bir ÖnTürk uygarlığının varlığını ortaya koyuyordu.

ÇİĞİM TAŞ'TA YAZININ DOĞUŞU

Kazım Mirşan, Tamgalı Say'daki yazılı kayaların tarihimiz açısından önemini şöyle vurgulamakta:

“Benim tespit edebildiğim kadarı ile, tarihin en eski yazısı burada, Kazakistan''ın Yedisu bölgesindeki Tamgalı Say''daki resimlerdir. İlk yazı bu şekilde başladı. Bu resimler arasında ilk Türk harfleri de var. Taşlara çizilen resimlerin tarihini belirleme imkanı yok. Musabayev 10 bin yıl olarak tahmin ediyor. Bana göre ise bunlar en az 35 bin yıl öncesine ait! Medeniyetimiz Tamgalı Say''da başlamış. (...) Portekiz''de, Fransa''da da var bu tür yazıtlar; hepsi Türkçe. Onların karbon testi yapılabilmiş. 28 bin yıllık oldukları tespit ediliyor. Tamgalı Say'daki resimlerle, yani ‘ilk yazılar'a benzerlikleri var, ama dil bilimi açısından Tamgalı Say'dakilerin daha eski olduğu anlaşılıyor. Buradaki kültürün, Fransa'ya kadar ulaşması için binlerce yıl gerekir, bu itibarla, ‘Tamgali Say’daki kaya resmleri 35 bin yıllıktır’ diyorum. Mısır yazıtları da Türkçe'dir... ‘Altın Ebiseli Adam’la birlikte bulunan gümüş tastaki yazı Türkçe'dir. Başkurdistan'daki Şölgentaş Mağarası'nda 16 bin yıllık Türk damgaları var. Bu tarih, karbon testi ile belirlendi ve kesindir."

Mızrak çuvala sığmıyor, Tanrı Dağları’ndan, Altaylar’dan İskandinav yaylalarıan uzanan engin coğrafyanın kayalarına kazınmış olan tamgalar Türklerin insanlık tarihine nakşettikleri silinmez izlerdir. On-onbeş yıllık bir süreçte bu tamgaların seslerin işareti olan harflere dönüşmesiyle Orhun ve Yenisey alfabeleri doğmuştur. “Altın Elbiseli” Saka prensinin gümüş çanağındaki yazılar, tamgaların harflere dönüşme sürecinde yazılmıştır. Gümüş çanaktaki yazı, bugüne kadar bilinen en eski Türk yazısıdır.

 “ALTIN ELBİSELİ ADAM” NE DİYOR?

Uzmanların “Altın Elbiseli Adam”ın çanağındaki 26 harflik yazıyı farklı okumaları, gümüş çanaktaki yazının tam okunamadığına ilişkin eleştiriler, Türklerin binlerce yıl önce yazı yazabildikleri, altın ve gümüş çıkararak eşya üretebildiği, demire “su verip” çelik yapabildikleri, Lolan Güzeli gibi binlerce yıl dayanabilen mumyalama tekniğini bildikleri, iplik yapıp kumaş dokuyabildikleri, yüzlerce yıl solmayan boyalar üretebildikleri, özetle üstün bir uygarlık yarattıkları gerçeğini değiştirmiyor. İnsanlığa yazı yazmayı Türklerin öğrettikleri gerçeğine gölge düşürmüyor.

Bu noktada şu tarihi gerçeği gözden kaçırmamamız gerekir; Türkçe, Avrupa coğrafyasındaki pek çok dilden önce gelişmiştir. Türk yazısı da, kaya resimlerinden başlayarak, dile paralel bir gelişme göstermiştir.

Fransız dilinin bütünleşmesinin 11.Yüzyıl sonlarında tamamlandığını ve bu yüzyılın en önemli eserinin de Chanson de Roland olduğunu, Alman edebiyatının Minnesang geleneğinin devamı olan Nibelungenlied’in en eski yazılı örneğine ancak 13. Yüzyıl başlarında rastlandığını, İspanyolca’nın şekillenmesinin 13. Yüzyılda, bugünkü İngilizce’nin en erken belgesinin 14. Yüzyılda Chancer ile başladığını, Rus edebiyatının ilk örneklerinin 11-13. yüzyıllarda ortaya çıktığını ve çoğunun da dini eserler çevirisi olduğunu dikkate aldığımızda, “Altın Elbiseli Adam”ın gümüş çanağındaki 25 yüzyıllık yazının önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Türkçe, bütün Batı dillerinden çok önce kimlik kazanmış bir dildir ve dilin gelişimi yazının gelişimiyle paralel yürümüştür.


Kazakistan’da sürdürülen kazılarda yeni yeni “Altın Elbiseli Adam”lar bulundu. “Altın Elbiseli Adam”lar, “Binlerce yıl karanlıkta bırakılan tarihimizi aydınlatmaya geliyoruz” diyorlar..