İktidara uzanan 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının yıldönümüne 3 gün kala yapılan “14 Aralık paralel operasyonu” cemaatçileri hedef alınca, hukuk, demokrasi, özgürlük feryatları yankılanmaya başladı. Elbette biz de hukukun, adaletin, özgürlüğün yanındayız. İnsan için su ve hava kadar önemli olan hukuk ve adaletin, birgün herkese lazım olabileceğine inanıyoruz. Demokrasinin, hukukun, adaletin ve merhametin olmadığı toplumların varacakları yerin ne olacağını biliyor ve görüyoruz. Onun için de bu kavramları çok önemsiyor ve saygı duyuyoruz.
Bugünün mağduru olan dünün kumpasçıları geçmişte yok yere masum insanlar mağdur edilirken neredeyse sevinçten göbek atıyorlardı. Uydurma deliller ve eski pkk.lılı teröristlerden oluşan yalancı gizli tanıklarla ergenekon, balyoz, casusluk gibi davalarda Türk Milletine ve onun içinden çıkmış kahraman Türk Ordusuna kumpas kuruyorlardı. Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyetine ömür boyu sıtkı sadakatle hizmet etmiş asker, akademisyen, gazeteci gibi değişik mesleklere mensup olan masum insanların hayatlarını karartıyorlardı.
“Bir zamanlar cemaatin kumpas kurduğu askerlerin aileleri sokaklarda adalet arıyordu. Şimdi iktidarın hedefindeki cemaatçiler sokaklarda adalet arıyor!..” diye yazmış Sözcü gazetesi haberin başlığında. Boşuna dememişler “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” diye, nereden nereye...
Yine Sözcü gazetesinde Bekir Coşkun “Bu millet, bu ülkeyi hak etmedi...Bu topraklar, bu tarih, bu miras, bu yurt... Üzerinde yaşayanların sevip koruyamadığı yerdir...” diyor ve “çakal sürülerinin üşüştüğü yaralı bir bizon gibi tasvir ettiği Türkiye’mizin parçalanışını izlemekle” suçluyor herkesi, yazısında...Haklı mı haksız mı, takdirlerinize bırakıyorum.
Yaşananlar akla ziyan... Eğer hükümetle cemaat arasında kavga olmasaydı, Erdoğan’ın “ne istediler de vermedik” dediği günlerdeki gibi devam etseydi bugün suçsuzlukları kabul edilen bunca insan halen daha hapislerde sürünüyor olacaktı... Allah’ın sopası yok, ama ilahi adaletin varlığı da bir gerçek.
Demokrasisi gelişmiş Batılı bir ülkede hukuk, ırka, etnik kimliğe, dine, mezhebe, yaşam tarzına göre değil yasalarla belirlenmiş evrensel usullere göre şekillenir. Yani keyfi değil, insani, vicdani, ahlaki ve medenidir.
Düşünün Balyoz davasında kanıt olarak ortaya sürülen 11 ve 17 no.lu CD’lerin sahte olduğu aylarca söylendiği halde, CD’lerin incelenmesine izin vermeyen makemeye şimdi bilirkişi  “sahte raporu veriyor...Geçmişte sanıkların gösterdiği şahitleri bile dinlemiyordu. Buna benzer birçok konuda hukuk katliamı yapılıyordu. Burada herkesin bir vicdan muhasebesi yapmasında fayda var. Çünkü son on yılda hukuka güven çok büyük yara aldı. Uydurma delillerle, hayali suçlarla, kaçma ihtimali olmayan saygın insanları sırf itibarsızlaştırmak amacıyla tutuklu yargılamak, polis fezlekesini iddianameye dönüştürmek, iddianameyi de mahkeme kararına dönüştürmek adalet duygusunu çok sarstı. Şimdi hükümetin paralel yapı dediği cemaatçilere, akla gelen her suçu yüklemek onları cezalandırmaktan çok kasten mağdur edildikleri düşüncesiyle haklılık kazanmalarına sebep olur. Bu ise gerçeklerin ortaya çıkmasına ve suçlarının karambole gitmesiyle sonuçlanır.
Muhtelif cemaat ve tarikatların veya yasadışı yapıların devlet içinde yuvalanması asla kabul edilemez. Bugün bu konuda hükümet tamamen haklıdır. Devletin ilgili ve yetkilileri güçlerini yasalardan alır ve hukuki çerçevede ve yasalara uygun olarak görev yaparlar. Emirleri organik ve hiyerarşik yapı içinde sıralı amirlerinden alırlar. Yaptıkları ve yapamadıklarından (görevi ihmal açısından) kanun karşısında sorumludurlar. Herkes yerini ve haddini bilmeli kendilerince öne sürdükleri bahanelerin arkasına sığınarak toplum mühendisliğine kalkışmamalıdır. "Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler, Meczuplar Memleketi Olamaz. En Doğru, En Hakiki Tarikat, Medeniyet Tarikatıdır...” demişti büyük önder ATATÜRK. Ne kadar haklıymış bir kez daha gördük...