Hz. Muhammed; hakikî tevhîdi yâni, Hakk'ın varlığını, birliğini; delil, bürhan ve belgelerle, tüm mertebe ve basamaklarıyla, en mükemmel ve tam bir şekilde ders verir. Bu gerçeği bizzat ispat edip kanıtlar.

     Hz. Muhammed'in dâvasını bu şekilde ortaya koyması; o tevhîdin, o Allah'ı birlemenin kesinkesliğini göstermesi; aynı zamanda Hz. Muhammed'in peygamber olduğunun da, kat'î bir şekilde ifadesidir.

     Çünkü, madem ki vücûd / varlık dairesinin en büyük hakikati olan tevhîdi / Allah'ın bir olduğu gerçeğini bütün hakikatiyle o zât, yâni Hz. Muhammed ders verir. Elbette tevhîdi ispat eden tüm bürhan, delil ve kanıtlar; dolaylı olarak onun peygamberliğini, görevinin hakkaniyetini ve dâvasının doğruluğunu da kesin şekilde ispat eder.

     Evet, böyle binlerce yüksek hakikati cem eden / bir araya getiren Allah'ın ferdiyet / tek oluş keyfiyet ve Allah'ın vahdaniyetini; hakkıyla keşfedip / açıp ders veren işte böyle bir Risalet / Hz. Muhammed'in peygamberliği; son derece kesin bir surette; o tevhîd / o Allah'ın birliği, o ferdiyetin / o Allah'ın tek oluşunun gereği ve lâzımıdır. Onlar, bunu herhalde isterler.

     İşte o vazifeyi / görevi tam tamına yerine getiren Hz. Muhammed'in mânevî / mânalı şahsiyetinin önem, ulviyet ve yücelik derecesine ve bu kâinatın / evrenin bir güneşi olduğuna şehadet ve tanıklık eden pek çok delil ve sebep var. 

     İslâm âleminin şecere-i kübrası / her tarafa dal budak salmış en  büyük ağacının menşei / esas ve kaynağı, çekirdeği, hayâtı ve dayanak noktası Hz. Muhammed'in mâhiyetidir. İşte böyle bir zâtın mâhiyetinin; olağanüstü istidat ve cihazatıyla, İslâmiyet âleminin mâneviyatını teşkil eden  kudsî / mukaddes kelimelerini, Cenabı Hakkın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemal sıfatlara sahipliğini ifade eden sözlerini yâni tesbihatı / tesbihlerini hatırla.

     İbadetlerindeki; bütün mâna ve anlamlarıyla en evvel hissedip yapmaktan ileri gelen ruhî terakkîlerini düşün. Habibiyetinin / Allah tarafından sevilişinin, Allah'ın sevgisine mazhar  oluş derecesine çıkan  Hz. Muhammed'in kulluğunun velâyetini / Allah'a yakınlık derecesini, ibadet ve kulluğundaki diğerleriyle kıyas edilemeyen ihlasının / içtenliğinin ve mükemmelliğinin sâir velâyetlerden ne kadar yüksek olduğunu anla.

     Bu kâinatın yaratılış maksatlarının en ehemmiyetli sebebi insandır. Sübhanî hitabetlerin / Allah'ın kusursuz ve noksansız konuşmasının en anlayışlı bir muhatabı / kendisine hitap olunanı, söz söylenilen en hayırlı bir kulu yine insandır. Kâinat Hâlikı için, o insanlar içinde en meşhur, en namlı, eserleriyle, icraat ve işleriyle en mükemmel, en muhteşem fert Hz. Muhammed'dir. Bunun içindir ki, Hz. Allah onun şahsını; umum kâinat adına kendine muhatap, hitabına en lâyık kul olarak seçmiştir.

     Sonsuz büyüklük sahibi, eşsiz, benzersiz bir Ferd-i Zülcelal olan Allah; elbette onu sınırsız mükemmelliklerle; sayısız ihsan, bağış ve keremine yani feyzine mazhar kılmış. Onu bu şekilde şereflendirmiştir. Bu gibi birçok hususları var. Bütün bunlar kesin bir surette ispat eder ki, Hz. Muhammed'in manevî / mânalı şahsiyeti; kâinatın manevî bir güneşidir. Ayrıca bu kâinat denilen kevnî / maddesel büyük Kur'an'ın en büyük ayeti / delili ve hakk'ı bâtıl'dan ayıran en büyük ve muazzam kelamî / sözlü kitabı olan, o Furkan-ı A'zam'ın yâni Kur'an'ın, Allah'ın bin bir isminden en büyük ve mânaca diğer isimleri kuşatmış olanı ism-i A'zamı ve Allah'ın tek oluşunu belirten Ferd isminin en büyük tecellisine Hz. Muhammed bir âyine / bir ayna olmuştur.

     Kur'an'da Hz. Peygamber'in kişiliğine en büyük makam verilmiştir. Nitekim: “Lâ İlâhe illallah.” / “Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.” esasına “Muhammedü'r-Resûlullah.” / “Muhammed Allah'ın elçisidir.” esası denk tutulmuştur. Çünkü, Hz. Muhammed'in risaleti / peygamberliği kâinatın en büyük gerçeğidir. Çünkü, Hz. Peygamber; bütün yaratıkların en şereflisidir. Hz. Muhammed'in hakikati tabir edilen genel mânevî kişiliği ve mukaddes makamı; iki cihanı da aydınlatan en parlak bir güneşdir.

     Nitekim, bu harika makama liyakatine dair pek çok hüccet, emare, belirti ve alâmetler; klâsik, dinsel ve İslâmî eserlerde mevcut olup, onlarda lâyıkı veçhile gösterilmiştir.