Oğuz Çetinoğlu: Sekülarizm ile laiklik arasında bir ilişki kurulabilir mi?

Ali Rıza Temel: Latince asıllı ‘seküler’ terimi, zaman ve mekân anlamlarını ifâde eder, kısaca ‘dünyevîlik’ diye ifâde edilir. Düşünce sistemi olarak ise insan aklı ve dili üzerindeki dinî ve metafizik denetimin kaldırılması, tabiatüstü tabu ve mukaddeslerin parçalanması, tabiattaki tılsımın bozulması, insan aklının bağımsızlaşması şeklinde ifâde edilir. Kilise ve ruhban sınıfına karşı geliştirilen bu tavır bir bakıma tanrıyı devre dışı bırakmak, insanı hâşa Allah yerine koymaktır. Sekülerizm din dışılığı, laiklik ise devletin dinler ve mezhepler karsısında tarafsızlığını ifâde eder. 

Çetinoğlu: Seküleristler, ateistler ve agnostikler… ayrı kavramların mensupları olmakla birlikte, laiklik kavramının arkasına sığınmakta birleşiyorlar. Laikliğin; ‘inançlarını yaşamak isteyenlere karşı çıkanların sığınağı’ olarak kullanılmasını nasıl yorumlamak gerekir?

Temel: Dindar toplumun reaksiyonundan çekindikleri için dine karşı açıkça cephe alamayanlar laikliği kendilerine kalkan edinerek dolaylı şekilde din düşmanlığı yapmaktadır. Bunlar; açıkça dindar olma faziletine de mertçe dinsiz olma cesâretine de sâhip değildirler. Milletçe tam anlaşılmayan, târifi net olarak yapılmayan yabancı kelimelerin sis perdesi gerisinden milletin değerlerine saldıranlar nâmert bir tavır içerisindedirler.

Çetinoğlu:  Zaman zaman; ‘geldi’, ’geliyor, ‘gelecek’ denilerek ve ‘korkunç’ olduğu iddia edilerek  irtica tehlikesinden söz edilir. İrtica kavramını efradını câmi, ağyarını mâni ve ekseriyetin kabul edebileceği bir târife kavuşturmanız istense, neler söylersiniz?  

Temel:  İrtica kavramı, laiklik taraftarı gibi görünen din aleyhtarlarının Müslümanlara dolaylı yoldan saldırma vasıtasıdır. ‘İslam tehlikesi’ diyemeyenler, ‘irtica tehlikesi’ ifâdesini kullanarak dindarlara saldırmaktadırlar. Merhum Mehmet Âkif de bu saldırıdan rahatsızdır:  

 ‘Kimse söyletmiyor artık bizi bak sen derde 

‘Mürteci’ damgası var şimdi bütün ellerde                                                                                                                  

Geriye dönüş, körü körüne eskiyi taklit, yeniliklere kapalı olma anlamındaki ‘irtica’, âdeta İslamiyet’in simgesi hâline getirilmiş ve etkili bir silah olarak kullanılmış, hâlen de kullanılmaktadır. Halbuki İslamiyet faydalı olan her yeniliğe açık olup taassuba tamamen karşıdır. ‘İki günü eşit olan zarardadır’ diyen bir din irtica ve gerililikle nasıl itham edilebilir? Yeni, yeni olduğu için alınmaz. İyi ise alınır. Eski, eski olduğu için atılmaz. Kötü ise atılır. Biz kökü mâzide olan âtiyiz.  

Çetinoğlu: Kurtuluş Savaşı döneminde ve Cumhuriyetin ilk birkaç yılında İslamî düşünceler saygı görüyordu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet yönetimi, İslamiyet ile arasına mesâfe koydu. Bu mesâfenin toplumumuza sağladığı yararlar ve zararlar konusunda bir değerlendirme yapar mısınız? 

Temel: Çanakkale ve İstiklal savaşları, Mehmetçiğin iman gücü, şehitlik ve gazilik heyecanıyla kazanıldı. İslam’a karşı çıkılarak zafer elde etmek mümkün değildir. Cephede ateist olunmaz derler. Ölüm, iman dışında her şeyin bittiği andır. Hiç kimse boşu boşuna bitip tükenmek istemez. Ölümsüzlük duygusu sâdece imanla kazanılır. 

Başlangıçta İslam’ın gücünden istifâde edilerek savaşlar kazanıldı. Bina yapıldıktan sonra iskeleye lüzum görülmedi. Zaferden sonra dine karşı mesâfe konulması toplumda boşluklar oluşturdu ve bu boşluklar din dışı sahte ve yapmacık oluşumlarla kapatılamadı. Din belli zamanlarda kullanılıp sonra kenara atılan yedek malzeme değil, bilakis hiçbir zaman vazgeçilmez olan aslî bir unsurdur. Yanlış anlaşılıyor ve uygulanıyor diye ortadan kaldırılma cihetine gidilmez. Tıp; nâehil ellerde yanlış uygulanıyorsa, ehil ellere verilir. Fakat tıpsız yaşanmaz.

Çetinoğlu:  Türkiye’mizde; ‘dinin siyâsete âlet edilmesi’ veya ‘dinin siyasîleştirilmesi’ tartışmaları da sıkça yapılıyor. Politikacı-inanç ilişkisi hangi seviyede ve çizgiler içerisinde olursa, din siyasete âlet edilmemiş olur? 

Temel: Politikacının, kendisini inanç ve ibâdetten soyutlaması gerekmez. Önceden dindar olan kimsenin politikaya girince dinden uzak kalması düşünülemez. Dindar olmadığı halde menfaat için dindar gözükmek iki yüzlülüktür. Dindarlık istismar ve aldatma aracı olarak asla kullanılamaz. Gerçek dindarlık kişiye kalite kazandırır. Kaliteli bir dindar politikacı olunca da çizgisini istikametini bozmaz. Politik gücünü çıkar sağlama, tarafgirlik, adam kayırma, grupçuluk, cemaatçilik gibi tutumlara âlet etmez. Dindarlığı reklam aracı olarak kullanmaz. Böyle bir tutum sergilenirse din siyasete âlet edilmemiş olur. Dini çıkar için kullanmak dine yapılabilecek en büyük fenâlıktır. Milletin manevî değerlerine saygı esasına dayalı bir siyâset, siyâsetçiye saygı, millete huzur sağlar. 

Zâten milletimizin çoğunluğu, kim siyâset gereği dindar görünüyor, kim samîmi dindar, ayırt etmesini bilir. Bilemeyenleri de uyarır. 

Çetinoğlu: Bu tür davranışlar biraz da kişilik bozukluğunun göstergesidir.’ Diyerek başka bir konuya; ‘İnsan ve İslam ortak kimliği’ konusuna geçebilir miyiz Hocam? 

Temel: Nasıl isterseniz…

Çetinoğlu: Kimlik’ kavramının târifinden başlayalım. Kimlik nedir? 

Temel: Kimlik, kişiyi başkalarından ayıran özellikler toplamıdır. Fert olarak herkes bağımsız bir kimliğe sahip olmakla beraber ayrıca herkesi içine alan ortak kimlikler de vardır.

İnsan olmak bütün beşerin en üst kimliğidir. Cinsiyeti, rengi, dili, ırkı, coğrafyası farklı olsa da herkes insan olma itibariyle bir aile teşkil eder. Şeyh Sadi-i Şirâzî’nin dediği gibi; ‘Âdem’in çocukları bir vücudun organları gibidir.’ Yaradanın birliği, yaradılanların da birliğini ifâde eder. Bu birlik Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade ediliyor; ‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.’ (Nisa: 1) 

Çetinoğlu: Ey insanlar…’ hitabı, İslamiyet’in Arap kavmine has bir din olduğu iddialarını temelden çürütüp yok ediyor. Bu hitap üzerinde neler söylemek istersiniz?

Temel: Âyetin ‘Ey insanlar’ hitabıyla başlaması bütün insanlık ailesini kapsamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vedâ hutbesinde ‘Eyyühen’nâs!” şeklindeki hitabı da aynı gerçeğe işâret etmektedir. Rasûlullah bu hutbede: ‘Rabbiniz bir, babanız bir. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır.’ buyurmuştur. Bir hadisi şeriflerinde de: ‘Yaratıkların hepsi Allah’ın aile fertleri mesâbesindedir. En sevimlileri ise aile fertlerine en faydalı olanlarıdır.’ (Münziri, Istınâu’l-ma’ruf, hadis, nu: 1)

Çetinoğlu: Bir de İslâmî kimliğimiz var…

Temel: Evet. Bu üst kimliğin yanında bir de bizlerin Müslümanlar olarak ümmet kimliğiniz var. Cinsiyet, ırk, dil, renk ve coğrafya farklı olsa da İslam bizim en güçlü âidiyetimizdir. Hiç bir farklılık bu ortak aidiyet ve kimliğimizi zedeleyemez, zedelememelidir. Dillerin, renklerin, kabile ve milletlerin ayrı olması ayrılık ve düşmanlık sebebi değildir. Haddizatında bu farklılıklar zenginlik, tanışma ve kaynaşma vasıtasıdır. Rabbimiz de buna işâret etmektedir. ‘Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Tanışasınız diye sizi kabile ve milletlere ayırdık.’ (Hucurât, 13)

Çetinoğlu: Bu temel prensibe rağmen Müslümanlar gruplara ayrılıp birbiriyle çatışıyor, savaşıyor…

Temel:Müslümanların birlik ve bütünlüğünü zedeleyen unsurların başında ırkçılık gelmektedir. Kişi elbette aslını, neslini, soyunu, sopunu inkâr edecek değildir. Fakat ırkı ön plana çıkarıp İslam’ı geri plana itmek büyük fitnedir. Mezhepçiliği ön plana çıkarmak da aynı şekildedir, târihte ve günümüzde Müslümanlar olarak en büyük zararı ırkçılık ve mezhepçilik yüzünden çektik.

Çetinoğlu: İslam’ın ortak kimliği’ kavramı hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Temel:İslam ortak kimliğine dair çarpıcı bir tavır ve örnek sunalım:

Ashab-ı kiramdan Selmân-ı Fârisi’yi bilmeyen yoktur. 

Çetinoğlu: Siz yine de bir hatırlatma yapar mısınız? 

Temel: Selmân-ı Fârisi, İran asıllı olup zengin ve itibarlı bir aileye mensuptur. Mecûsi dinine mensuptu. Mecusi ateşgedesinde mukeddes ateşin sönmemesini sağlamakla görevli iken yeni bir din arayışına girdi. Ailesinin şiddetli muhalefetine rağmen Hıristiyanlığı benimsedi. Önce savaş, ardından Musul, Nusaybin ve bilahare Ammuriye’ye gitti. Kendisiyle tanıştığı papaz ölüm döşeğinde iken ona, pek yakında Arap yarımadasında İbrahim peygamberin hanif dinine mensup bir peygamberin gönderileceğini haber verdi. O peygamberin bâzı alametlerini bildirdi. Kendisini çölden geçirmeleri için Arap tüccarlarla anlaştı. Fakat kervan Vâdilkura mevkiine varınca anlaştığı tüccar onu bir Yahudi’ye köle olarak sattı. O da Selman’ı Medineli bir Yahudi’ye sattı. Selman Medine’de iken Hz. Peygamber (s.a.v.) geldiğini duyunca Kuba’ya gitti ve Rasulullahda, haber verilen peygamberlik alametlerini gördü ve Müslüman oldu. Kölelikten kurtulması için efendisiyle sözleşme yaptı. Hürriyeti karşılığında üçyüz hurma fidanı dikecek ve kırk ukiyye ödeyecekti. Ashabın yardımı ve bizzat Hz. Peygamberin nezaretinde 300 hurma fidanı dikildi ve beytülmalden kırk ukıyye ödenerek âzat edilmesini sağlandı. Ebu’d-Derdâ ile kardeş yapıldı. Hendek ve ondan sonraki savaşlara katıldı. Hendek kazılmasını da o teklif etti. Hz. Ömer kendisine maaş bağladı. Fakat Selman bu parayı sadaka olarak dağıttı, geçimini hurma lifleriyle ördüğü hasırları satarak temin etti. Hz. Ömer tarafından Medain valiliğine tâyin edildi. Valiyken de mütevazı yaşadı. Vali olduğunu bilmeyenler onu hamal sanarak yük taşıttılar. O ise durumunu açık etmedi. Dünyalık olarak bir yolcu gibi sadece bir deve yükü kadar servete sahip olunmasına inandı ve öyle yaşadı.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim. Şimdi İslam ortak kimliğine dair çarpıcı bir tavır ve örnek hâdiseyi lütfeder misiniz?

Temel: Bizim onunla ilgili asıl belirtmek istediğimiz husus tam anlamıyla İslam’la bütünleşmiş olmasıdır. Bu yüzden kendisini ‘İslam oğlu Selman’ diye tanıtmıştır.

Çetinoğlu: Bu isimlendirmenin de bir hikâyesi olmalı.

Temel: Evet var. Şöyledir: Selman’ın da bulunduğu bir mecliste ensar ve muhacirler arasında soyların belirtilmesi istenir. Orada bulunanlar uzun uzadıya soylarını sayıp dökmeye başlarlar. Sıra Selman’a gelince: Benim soyumu bilmek mi istiyorsunuz? Hamdolsun Rabbim beni İslam’la şereflendirdi. O yüzden ben ‘İslam oğlu Selman’ım’ dedi. Bu davranışıyla Arap ve Fars olmanın bir anlam ifâde etmediğini, asıl mensubiyetin İslam olduğunu belirtmiş oluyordu. Hz. Ömer soy-sop meselesiyle Selman’ın rencide edildiğini duyunca yanlarına geldi ve şu mesajı verdi:

Kureyş’in çok iyi bildiği gibi babam Hattab câhiliye döneminin en seçkin insanlarından biriydi. Bundan sonra beni babamın adıyla anmayın. Çünkü ben de ‘İslam oğlu Selman’ın kardeşi İslam oğlu Ömer’im’ dedi.

Hz. Ömer, böyle söylerken aslını inkâr etmiş olmuyor, soy sopla övünmek isteyenlere ders vermek istiyordu. Ona göre insan izzet ve şerefi öncelikle mensubu olduğu İslamiyet’ten kaynaklanıyordu.

Hz. Ömer Selman’ı İslam kardeşi saymış, kendisine beytülmalden maaş bağlamış, bilahare Medâin’e vâli tâyin etmiştir. Selman, Ömer tarafından din kardeşi kabul edilmesine ve vâli tâyin edilmesine rağmen gerçek anlamda kardeşlik hukuku gereği, yerine göre Hz. Ömer’i ikaz etmekten de geri durmamıştır.

Rasulullah; Bilal-ı Habeşi’yi, Süheyb-i Rumi’yi, Selman-ı Farisi’yi İslâm kalıbına dökmüş ve onlara yeni bir kimlik kazandırmıştır. Onlar İslâm’ın boyasıyla boyanmışlar ve o boyayı hiç soldurmamışlardır. Çünkü bu boya kökboyası, fıtrat boyasıdır. ‘Allah’ın boyasıyla boyanın. Boyası Allah’ın boyasından daha güzel kim vardır?’ (Bakara, 138) Bu boyadan maksat fıtrattır. Zira başka boyalar kalıcı değildir. Yunus ne güzel demiş:

Boyandım rengine solmazam ayruk

Yandım aşkına ölmezem ayruk

Biz insan olarak dünyaya İslâm fıtratı üzere geldik, asıl kimliğimiz budur. Bu fıtrata uygun yaşamak, renk, şekil ve kimlik değiştirmeden özümüze sâdık yaşamak temel görevimizdir.

Selman-ı Farisi İslam kimliğini öne çıkardığı ve bu kimliğe uygun yaşadığı için başta Rasulullah olarak üzere ‘Selmân-ı pâk’ olarak herkes tarafından sevilmiş; ‘Selman bendendir, ehl-i beytimdendir’ buyuran Peygamberimizin iltifatına mazhar olmuştur.

Çetinoğlu: Düşmanlıklar, haksızlıklar, âdaletsizlikler günümüz insanını perişan ediyor, hayata küstürüyor, geçimsiz ve huysuz yapıyor… 

Temel: Genelde insanlık, özelde Müslümanlık kimliğine sâhip çıkılıp saygı gösterilse yaşanan haksızlık ve düşmanlıklar büyük ölçüde giderilir. Özlenen birlik, dirlik ve dostluk ruhu ihya edilir. Kan ve gözyaşları dindirilir. Bu kuşatıcı kimlik unutulduğu, dallarla ilgilenip kök ve gövde göz ardı edildiği için insanlık ağacı kurumaya yüz tutmuş, beklenen meyveleri veremez olmuştur.

İnsanlık ağacının daima canlı ve verimli olması için kan ve gözyaşıyla değil, sevgi ve merhamet suyuyla her an sulanması gerekir. Cinsiyet, renk, dil, ırk ve bölge ayrımcılığı yapmak köklerden kopmaktır. Kökü kuruyanların yaşama şansı yoktur.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. Bütün Müslümanların sağlık ve huzur içerisinde daha nice Ramazanlara erişmesi niyazına tercüman olacak duanızla sohbetimizi bitirebilir miyiz?

Temel: ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de güzellik ver’ (Bakara: 201) Bu sözlü duamıza fiilî duamızı da eklersek iki cihan saadetine erişeceğimizde şüphe yoktur. Hareket, hayır ve bereket dilekleriyle...

  

ALİ RIZA TEMEL: 

1946 yılında Manisa’nın Demirci ilçesi’nde doğdu. 1967'de Balıkesir İmam-Hatip Okulu'nu, 1971’de İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. 1967-1975 yılları arasında vaizlik yaptı. 1976'da Haseki Eğitim Merkezi'ne kursiyer olarak katıldı. Kurs sonunda aynı merkezde asistan olarak görevlendirildi. 1982-1987 yılları arasında Brüksel İslam Kültür Merkezi’nde Türk temsilcisi olarak görev yaptı. Aynı merkezdeki İslam Enstitüsü'nde Ulumu'l-Kur'an dersleri okuttu. Halen Haseki Eğitim Merkezi'nde Arapça ve tefsir dersleri okutmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yayınlanmış Eserleri:

1- İslam Davası ve Münafıklar, 2- İslam'da Dış Politika ve Diplomasi, 3- İslam 'da ve Batıda İnsan Hak ve Hürriyetleri, 4-Ayet ve Hadisler Işığında Dini ve Sosyal Hayatımız, 5- Mutlu Bir Yuva Nasıl Kurulur? 6- Müslümanların Dünü, Bugünü, Yarını (Tercüme), 7- İslam İktisadının Üstünlüğü (Tercüme), 8- İnsanlara İyilik Hakkında Kırk Hadis (Tercüme), 9- Sağduyu Çağrısı.