“Maneviyatım ağır bastı ve yüzüne tekmeyi attım.” Evet bu cümleyi kuran otobüste genç bir kıza, şort giydiği için tekme atan kişi… “Kişi” dedim, hatalıyım. Bir köşe yazarımızın da belirttiği gibi, herhangi bir canlıya benzetmeyeceğim ya da onun için sıfat kullanmayacağım; o canlıya, sıfata ayıp etmiş olmayayım… 
Yukarıda çift tırnak içindeki cümle; mahkeme tarafından serbest kalmasını sağlayan ifadenin bir kısmı aynı zamanda. 
Peki bu durumda!.. Maneviyat, bir tek şahsa ait bir keyfiyet midir? Tabii ki hayır, maneviyat bireylere değil toplumlara mahsustur. 
Maneviyatın kendisi fiziksel olmayan her şeyken, maneviyatını tatmin için fiziksel güç kullanılamaz. Maneviyat fiziksel güç nedir bilmez...
Peki, bu açıklama ile cezadan kurtulabilinir mi? 
Bu kişi belli ki açıklama için birilerinden danışmanlık almış. Lâkin bu açıklama; hem  açıklamayı yapanda hem de “Bu açıklamayı yap” diyendeki manevi muhtaçlığı, fakirliği anlatır. Usulen cezanın katlanması bile icap edebilir. 
Manevi fakirlik (fakr); uzak durulması, kaçınılması gereken bir durumdur. Fakirlik; fiziken yoktan var olduğumuzun farkında olabilmektir. 
Dokunduğumuz her şey yoktan var olmadı mı? Yokken var olabilmeyi kendi kendimize yapmadık. İşte bu sebeple hepimiz muhtacız… İşte bu yüzden; ruhani olan, gönüle hitap eden, görülemeyen, içinde fiziki bir şey bulunmayan, madden yok olan her şey maneviyattır. 
Dünyada varlığımızı sürdürmek için başkalarına muhtacız. Başlangıç noktamız, özümüz yoklukken, fakirlikken; gına (zenginlik), gurur, başkasından üstün olma çabası ile savunmasız genç bir kıza atılan tekme maneviyata bağlanamaz…
Konuyu buraya bağlayıp, kendini aklamaya çalışmasına da müsaade edilemez…
Buna müsaade edildiğinde; hakkaniyet, hukuk, eğitim sistemi sorgulanır. Özünde cehalet yatan bu davranış ve açıklamaların ardından ceza almaması… Yıllarca hapis yatmış ve suçsuz olduğu ortaya çıkmış eğitimli, entelektüel subay, öğretmen, gazetecilerin durumu yürekleri daha da sızlatır. 
“Eğitim illa eğitim” diye bağırdığımız 21’inci yüzyılda; “hukuk cahile bağışlayıcı, eğitimliye cezalandırıcı” algısı oluşmamalı.
Çünkü bu adalet algısı hızla ve her yere sirayet eder.
Bakın Denizli Çivril’li elma üreticimiz ne diyor; “1 bardak çayı 1 TL’den içiyoruz. Emek zahmet ürettiğim 10 kg elmayı satabilirsem, ancak 1 bardak çay içebiliyorum.” Adalet de adalet diye bağırıyor… 
Adalet mülkün temelidir... Mülk, vatandır. Adalet sallanırsa, vatanın temelleri sallanır.
Dünyada, bir yılda yaklaşık 80 milyon ton elma üretiliyor. Bunun yarısını Çin üretiyor. Ardından ABD 4 milyon tonunu, Türkiye 3 milyon tonunu üretiyor.
ABD bu elmaları dış pazarlara  rahatça ve yüksek fiyata satma becerisini gösterebilmiş. Çiftçisinin ve haliyle halkının refahı için gerekli çalışmayı yapmış. Çin 40 milyon ton elma ile 1 milyar dolarlık ihracat yapabilirken, ABD 4 milyon ton elma ile aynı değerdeki ihracatı yapabiliyor.
Biz ise 3 milyon ton elma üretimimiz ile sadece 42 milyon dolarlık ihracat yapabiliyoruz. 
Bu yıl geçen yıldan daha fazla elma ürettik. Elmaların çoğu iç pazara arz ediliyor. Maalesef iç pazarımızın bu kadar elmaya talebi yok. Talep yoksa değer de yok. 
Elma üreticisinin, geçen yıl kilosunu 1,20 TL’den sattığı elmanın fiyatı bu sene 0,10 TL…
Elmanın daha verimli, lezzetli, kaliteli olması eğitim, araştırma, geliştirme ile sağlanabilir. İhracat pazarlarımız çok daha fazla büyüyebilir. ABD ile yaklaşık aynı tonajda elma üretip de, onun sadece %4’ü kadar ihracat yapabilmemiz normal değil. 
Ayrıca halkın gelirinin artması, iş bulup gelir elde edebilmesi de iç tüketimi artırır. Bunlar yapılabilse hiçbir ürünümüz hiç fiyatına satılmaz. Alın terimiz de hiç olmaz.
Bu yapılanmayı tabii ki çiftçi yapamaz. Devletin devrede olması gerekir. Yapılmaz ise yukarıdaki gibi üreticinin isyanı başlar. Elinden bir şey gelmez, kendini tatmin edemez. 
Kendi adaletini, etrafına zarar vermeden sağlamaya çalışır. O elma ağacını söker atar. Alın terinin işe yaramadığı duygusu ile çöker kalır. Bağlanacak bir yardım maaşına bakar. Maddeye fakir olur, farkındalık gider, muhtaçlık kalır…
93 yıl önce Cumhuriyet ilan edildiğinde, topu topu 10 milyon nüfusumuz, birkaç sanayimiz, birkaç sabanımız vardı. Madden fakirdik. Ama yoktan varedildiğini, varlığın öncesinde yokluğun olduğunu bilen büyük bir bilinç ve ruh vardı. 
Bu bilinç kısa sürede ülkeyi toparladı. 10 milyon nüfuslu atalarımız, bizler için yaşam hakkını, kendini feda etti. Çok ağır şartlarda görevini tamamladı. Saban kullanırken traktöre, traktörden sanayiye dürüstçe evrildi. Hammadde dahil, tamamını kendi ürettiği malları dış pazarlara satar oldu. Bizler, yani 80 milyonluk torunlar ne yaptık?.. Bırakın sanayiyi, finansı, kendi vatanımızda geçtiğimiz köprünün parası bile yabancının cebine giriyor. 
Yabancıların, tarihsel bazı gerçekler nedeniyle bizi sevmediği biliyoruz. Cumhuriyet ile yönetilen 93 yılda da çok uğraştılar ama başaramadılar, aşamadılar. 
Bu sebeple Cumhuriyet’imize daha sıkı sarılalım… Çünkü modern düşman yüz yüze, dürüstçe savaşmıyor. Bilek gücü yetersiz. Çok uzaklardan kimyasal ya da ekonomik savaş veriyor. 
Suriye’de yaşananlar ortada, Esad ve ailesi tarafından dikta ve mafya düzeneği ile yönetilen koca ülke paramparça… Cumhuriyete, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve eşitliğe ihtiyacımız var.