Önce Vatan Gazetemizin güçlü kalemlerinden sevgili Oben ağbiyi kaybetmenin üzüntüsü içindeyim.
Umudunu yitirmeyen bir çok hasta tanıdım bugüne dek, ama rahmetli Ogün agbinin içinde taşıdığı umut çok başkaydı. Vefat etmeden kısa bir süre önce tedavinin nasıl gittiğini, durumunun nasıl olduğunu sormuştum. Bana, "çok şükür iyiyim" Kemoterapinin yan etkileri çok fazla ama ne yapalım katlanacağız. Hastanede benden daha kötü durumda olanları gördükçe halime şükrediyorum. Demişti. 
Evet. Ne yazık ki koca yürekli Oben abiyi, çağımızın illet hastalığı olan pankreas kanserinden kaybettik.
Oben abiye Allah’tan rahmet, sevdiklerine başsağlığı ve sabır diliyorum.
Her ne kadar bu illet hastalığın adını çok fazla dillendirmek istemesemde, marifetmiş gibi ne yapar eder bir şekilde en hain yüzüyle karşıma dikiliverir. 
Çok yabancısı değilim bu hastalığın.
Önce dedemi, sonrasında amcalarımı ve en son babamı. Akciğer kanserinden kaybettim. 
Bundan beş altı yıl evvel bana "Hangi organın seni daha fazla korkutur?" diye bir soru yöneltmiş olsalardı; hiç düşünmeden vereceğim cevap kalp olurdu. Nedeni ise kalp en hassas organımızdır. Ani ölümleri tetikleyen organların başında geliyor. Kalp krizi yalnız benim değil genel olarak herkesin korkulu rüyasıdır. 
Ben en büyük fobilerimden biri olan kalp krizi ile cebelleştiğim sırada hiç düşünmediğim, hatta tanımadığım bir organımızla acı bir şekilde tanıştım. 
Akciğer di tanıştığım organ. Ne işe yaradığını, vücudumuzun hangi bölgesinde olduğu dışında pek bilgim yoktu. İlk babamın doktorundan duymuştum akciğer kanserini ve akciğerin aslında ak değil, kara sinsi bir yılan olduğunu. 
Babamın hastalığının teşhisi konduğu an, benim yıkılış anım olmuştu. 
Ancak üzülmek, ağlamak sonucu değiştirmeyecekti ve vakit kaybından başka bir işe yaramayacaktı. Bu nedenle kolları sıvayıp işe koyulmam gerekiyordu.
Yaptığım ilk iş, hiç bilmediğim, tanımadığım hastalığı enine boyuna araştırmak oldu. Nasıl meydana gelir, daha çok kimlerde nükseder, nasıl ilerler ve tedavileri nelerdir? Gece gündüz demeden hastalığı inceledim.
Gazete, televizyon ve internet tek arkadaşım, tek dostum olmuşlardı ve bu süre içerisinde her uyandığım sabah da bugün dostlarım bana beklediğim mucize haberi verecekler diyordum. 
Ne yazık ki ben o haberi hiç alamadım. Umuyorum ve diliyorum ki tüm hasta yakınları mucize haberiyle uyanırlar bir gün. 
Öncelikle hastalık nasıl başlamıştı onu araştrmalıydım. Babam 40 yıl boyunca hiç aralıksız günde iki paket sigara içen biriydi. Artı kapalı ve sigara içilen bir ortamda uzun yıllar emek vermişti. Kahvehanesi vardı ve temiz havayı orada bulmak mümkün değildi. 
Neydi hastalığın belirtileri? İkinci işim bunu araştırmak olmuştu. Belirtileri (Öksürük nöbetleri yani sık sık kuru şekilde öksürmek, kanlı balgam, iştahsızlık, aşırı kilo kaybı, nefes darlığı ve son evrelerde kemiklerlerde meydana gelen ağrılar) 
Akciğer kanserinin en önemli özeliği, hastalık için erken bir belirtinin olmaması ve sinsi bir şekilde ilerlemesidir. Bu nedenle bir çok hasta "babam dahil" tedavi için geç kalıyor. 
Yaptığım araştırmaların sonucunda babamın hastalığın son evresinde olduğunu anlamıştım ve yapılacak pek bir şey kalmamıştı. Hastalığın en zor dönemine girmiştik. Sabır bize en çok lazım olan ilaçtı. Sancılı geceler, öksürük nöbetleri ve uykusuz geçen uzun geceler. 
"Erkek adam ağlar mı?" sorusuna insanlar yıllarca cevap ararken ben bire, bir şahit olmuştum. Evet, babam ağlıyordu. Nasıl şiddetli bir ağrıydı ki yıllarını, gururundan ödün vermeden yaşamış olan koca bir adamı bile ağlatabilmişti?
Çok sancısı olduğu bir gece babama sordum. Çocukça bir soruydu benimki biliyorum, ama merak ediyordum. Bir erkeği bile ağlatacak kadar acı çektiren sancıyı bilmek istiyordum. 
Babam sancıyı tarif etmeye çalıştı dili döndüğünce. "İçimde kocaman bir canavar var ve kemiklerimi kemiriyor. Her bir ısırığında bin kez ölüyorum" demişti. Aslında o sorunun cevabı benim için çok önemliydi, aynı sancıları bende yüreğimde hissetmek istiyordum. Babamın çektiği acıyı, onunla beraber yaşamak, onunla aynı anda ağlamak istiyordum. Öylede yaptım. Öyle çok odaklanmıştım ki acıya babam sancılandığı zamanlarda balkona koşuyor, göz pınarlarım kuruyana kadar ağlıyordum. 
Evet, babam akciğerine iyi bakmamıştı. Bu nedenle Akciğer intikamını  en acı şekilde alıyordu babamdan. Son nefesine kadar da acı çektirdi.
Akciğeri ben çok iyi tanıdım. Kindar bir dosttur. Onunla inatlaşmadığın sürece sorun çıkartmaz ve sonuna kadar yanında olur. Ancak en ufak bir hatanı affetmez ve canın bedeninden çıkana kadar seninle uğraşmaya devam eder. 
Ben yaşadıklarımdan bunu öğrendim. Öğrendiğim bir diğer konu ise sağlığımızı ciddiye almayıp, kendimize yeterli özeni göstermeyişimizdir.  
Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım "Kendimizi yok sayıyoruz" başlıklı yazımda da vurgu yapmıştım. 
Biz Türk halkı olarak sağlığımızı düşünmez, doktorlara pek sıcak bakmayız.
Ama artık bazı konularda bilinçlenmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum.
Çok geç olmadan.