18 Mart’ta her yıl kutlanan Şehitler Günü ve Çanakkale Zaferi, bu defa Kahraman Ordumuzun AFRİN ZAFERİ çok daha anlamlı kutlamalara törenlere vesile oldu. Malumları Suriye’de, Hatay’ın doğusu ile Fırat’ın batısı arasına yerleşen ve bölgeyi yıllardır beton kuleler, mevziler ve tünellerle, evleri, sokakları, yolları tahkim edip tuzaklayan PKK, bütün dünyayı da TSK’ne bölgeyi dar edeceğine inandırmış gibi idi. 

Aslında hiç de öyle değildi. Milletçe, artık bu bölgenin PKK’dan temizlenmesi bir milli hedef olarak kabul edilmişti. Ve bu doğrultuda sıkılmış bir yumruk gibi bir araya gelen Türk Milleti adına Harekâtı yürüten TSK’de, dünyanın eğitim, moral ve disiplini en yüksek ordularının en önde olanları arasında idi. 

Harekatın; beklenenden daha az süre içinde, asgari zayiatla ve savaş hukuku çerçevesinde, Muhteşem Çanakkale Zaferi’nin 103ncü yıldönümünde ve Şehitler Günü’nde zafere ulaşması; 2018’in Şehitler Günü ve Çanakkale Zaferi kutlama ve törenlerine yüksek bir anlam ve heyecan kattı. 

Kıvanç kaynağımız, gururumuz Kahraman Ordumuzu yürekten kutluyor başarılarının devamını diliyoruz. Kahraman Şehitlerimize Ulu Tanrı’dan rahmet, yaralı yiğit Mehmetçiklere acil şifalar diliyoruz. 

Çok değerli okurlarım, bu mutlu günleri kutlamak için biz de TESUD İstanbul Teşkilatı olarak 18 Mart’ta Edirnekapı Şehitliği’nde yapılan törenden başka dün de TSK Çamlıca Bakım Merkezinde düzenlenen programa katıldık. TESUD TSM Korosu’nun sunduğu mini konserde günün anlamına uygun eserler icra edildi, Zaferlerimiz kutlandı. 

Böyle günlerde dernek lokalinde, iki yıl önce 20 Mart’ta kaybettiğimiz E.Tbp.Yzb., Kıbrıs Gazisi ve gerçek bir kahraman Dr. Mehmet TOPAKOĞLU; hazırlanan toplantı salonunda bizzat kendi orgu ile marşlar ve kahramanlık türküleri çalar, zaman zaman da söyleşilere katılırdı.  

Ben; Dr. Topakoğlu’nu gene bir hekim arkadaşım, değerli dostum Prof.Dr. Atilla TAÇOY vasıtası ile 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nda tanımış ve de çok sevmiştim. 

Dr.Topakoğlu; GATA’da (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) Ortopedi ihtisası yaparken Kıbrıs Barış Harekatı arifesinde Kayseri’ye Hv.İnd.Tug. 1nci Prş.Tb. olarak atanmıştı. Atanmıştı ama, hiç paraşüt eğitimi almamış, paraşüt bile görmemişti. 

Birliğini doktorsuz bırakmamak için, paraşütün nasıl kuşanılacağını, uçaktan nasıl atlanıp yere nasıl inileceğini sorarak öğrenmiş ve 20 Temmuz sabahı Lefkoşa Kırnı bölgesine paraşütle atlamış, sapasağlam yere inmeyi başararak düşmanın cehennem ateşi altında, yaralanan Mehmetçiklere büyük bir soğukkanlılıkla gerekli tıbbi müdahaleleri de yapmıştı. 

Güneye yolu düştüğü bir günde de, Zeytinlik Köyü’nde gizlenen 11’i komando 24 Rum askerini tek başına teslim almış, bilahare içlerinde yaralı olanlara gerekli ilk yardımı müteakip ilgili makamlara teslim etmiş, ardından da Lefkoşa Kızılay Hastanesi’nde görev alarak yaralı pek çok Mehmetçiği tedavi ederek hayatlarını kurtarmıştı. 

Bilahare İkinci Harekâttan sonra güneyde, hudutlarımız dışında kaldığı halde Mücahitlerin, Rumları sokmadıkları Akıncılar Köyü’ne Bnb.Şadi ÇETİNKAYA (daha sonra general oldu) ve Prof.Dr. Atilla TAÇOY (THK Gn.Bşk.Öğ. yaptı) ile birlikte araziden ulaşarak, Akıncılar Mücahitlerinin direnme güçlerini ve morallerini artırmışlar, mücahitlerin Türk kesimi ile irtibatlarını tesis etmişlerdi. 

Daha sonraları da, ne açılan bu yola, ne de Akıncılar’a Rumlar giremedi. Böylece bu üç ÇILGIN TÜRK; KKTC topraklarına Larnaka’ya doğru uzantı ile ve Akıncılar Köyünü armağan etmiş katmış oldular. 

Üçü de ebediyete intikal eden bu değerli kahraman dostlarımın isimlerinin Akıncılar’da hiç değilse bir plaketle ebedileştirilmesini, KKTC ilgilileri için bir vefa borcu olarak değerlendiriyor ve bu kahramanların Kıbrıs’taki örnek ve yüksek hizmetleri ile cesaret ve fedakarlıklarının gelecek kuşaklara aktırılmasını arz ve talep ediyorum. 

Değerli okurlarım, 

Kadim ve Kahraman dostum Dr.Mehmet Topakoğlu’nun kızı Buket Hanım; babasının vefatının ardından O’nu uğurladığımız günü, duygu dolu, hisli anlatımı ile kaleme almıştı. Aynen sizlere takdim ediyorum. 

“40 yaşındayım. Hayatımın en zor yazısı bu. Kim için yazdığımı da bilmiyorum. Galiba en çok kendime, bugünleri sonra unutmayım, hep hatırlayım diye. 

GATA’da Onu kaybedeceğimiz kesinleştiğinde bana sakinleştirici bir iğne yapıp yatağa yatırdılar ve ben babamın en son giydiği pijamaya burnumu gömerek uykuya daldım. Uyumayı hiç istemiyordum, çünkü uyuyup uyandığımda verecekleri haberin ne olacağını biliyordum. Ama ilaca direnemedim ve burnumda babamın kokusuyla hayatımın şimdiye kadar ki en acılı uykusuna daldım. Ayılır gibi olduğumda babam gitmişti. 

Babam çok sevilirdi, biliyordum ama bu kadar sevildiğini son 1 haftada öğrendim. Çok esprili, herkesle mutlaka komik bir anısı olan, onu tanıyan herkesin hayatına bir şekilde dokunmuş bir adam olduğunu biliyordum ama ne kadar derine dokunduğunu son 1 haftada öğrendim. 

Çok sevdiğim insanları kaybettiğim oldu, acının ve çaresiz özlemin ne olduğunu biliyorum sanıyordum. Bilmiyormuşum, yeni öğrendim. Aslında ben babamı kaybedene kadar hiçbir şey bilmiyormuşum, hepsini son 1 haftada öğrendim. 

Binbaşılığına birkaç ay kala yüzbaşıyken ordudan istifa eden Kıbrıs gazisi babamın GATA’daki askeri töreninde, bayrağa sarılı tabutunu askerler kaldıracağı sırada “izninizle çocuklar” diyerek 4 generalin kaldırdığını görünce rütbenin apoletle ölçülen bir şey olmadığını öğrendim. 

Apartman görevlimizin, yıllarca evimizde temizliğe yardıma gelen Zeynep teyzenin, market sahibi Kemal abinin geldiğini görünce; mahallenin camcısının, tesisatçı Ahmet ustanın, berber Halim’in dükkanlarını kapatarak cenazeye katıldıklarını görünce öğrendim babamın tahminimden de çok sevildiğini. Gazetede ilanı görüp “aaa, bu bizim doktorumuzdu!” diyerek cenazesine gelen hastalarını görünce öğrendim. 10 sene evvel ayrıldığı hastaneden doktor arkadaşları, hademeler, laboratuvar çalışanları, ameliyat ekibi, yani bir hastanede çalışan kimler varsa onlar gelince öğrendim. Kalpaklarıyla katılan Kıbrıs gazilerini, generalleri, paşaları, eski bir bakanı görünce öğrendim. Liseden, üniversiteden sınıf arkadaşlarını; 10 saatlik yoldan sadece cenazeye katılmak için otobüsle, uçakla günübirlik gelen eş, dost, uzak/yakın akrabayı görünce öğrendim. Evvelsi gün ağlaya ağlaya kapımıza “abla, gerçek mi, gitti mi Mehmet abi?” diye dayanan mahallenin seyyar enginarcısını görünce öğrendim. 

Ben babamı sadece babam olduğu için seviyor değilim, kaybımın derinliği yalnızca babam olmasından değil. 1884 Vakfı’nın başkanlığını yürütürken başlattığı eğitim seferberliği ile İstanbul’daki yüzlerce okula eğitim götürülmesine ön ayak olduğu için seviyorum. Paraşüt eğitimi almamış –hatta hayatında görmemiş- olduğu halde, sırf askerlerin ona en çok o anda ihtiyacı olacağını düşünerek uçakta paraşüt kuşanıp, bir üsteğmenin tarifi üzerine atladığı ve yere iniş esnasında yaralanan askerlerimize ilk müdahaleyi yapıp, onları sırtlayıp ağaç altına götürüp yasladığı için seviyorum. Tek başına silahsız olarak teslim olmalarını sağladığı 24 Rum askerini önce tedavi edip, sonra birliğe teslim ettiği için seviyorum. Savaş esnasında Türk-Rum ayrımı yapmadan, karşısındakini “insan” gördüğü için seviyorum. Ameliyat ettiği çocuklar hastaneden uzun kalacaksa onlara oyuncaklar alıp götürdüğü için seviyorum. Biçerdöverle yaralanan tarla işçisini ameliyat edip, tedavisinin ardından taburcu ederken adamın 3 ay çalışamayacağını hesaplayarak ona 3 aylık geçim ve köyüne dönüş parasını verdiği için seviyorum. Alevilere ilaç satmayan nöbetçi eczaneye gidip “o zaman kimseye satmayacaksın!” deyip eczacı içerdeyken üzerine dükkanın kepengini indirdiği için seviyorum. Sokak hayvanlarını sevip beslediği, tavuk-balık vs. yiyorsak “hepsini yemeyin, üzerinde hayvanlara da bir şeyler bırakın” dediği; dışarda yemek yiyorsa onlara da yemek aldığı, evdeki ceketlerinin cebinde poşetlerde kuru mama çıktığı için seviyorum. Çok okuduğu, bana kitap okuma alışkanlığını annemle birlikte kazandıran kişi olduğu için seviyorum. Korkmadığı, cesur olduğu, asla ve kimseye boyun eğmediği, itaat etmediği, sorguladığı haksızlıklara hiç bir zaman ve hiç bir ortamda sessiz kalmadığı için seviyorum. Onunla ilgili şu yazdıklarımın eksiği var, fazlası yok. Yazılması başıma her zaman iş açan, hemen her yerde mutlaka yanlış yazılan ama hayatımdaki en doğru ve onurlu şey senin abimle bana bıraktığın soyadın baba: TOPAKOĞLU. 

Muhteşem Çanakkale ve Afrin Zaferlerini tekrar kutlar, tarih yazan Kahraman Ordumuza üstün başarılar dilerim.