Saygıdeğer Önce Vatan Gazetesi okurlarım, 2017 yılının ilk ayına girdiğimiz şu günlerde düşündüm, taşındım bu hafta sizler ile tatlı bir konuyu(!) Diabetus Mellutus ‘u yani diyabet’i halk arasında ise şeker diye bilinen hastalığa ait bilgileri paylaşmak istedim. Evet, bu hastalığı kısaca ifade etmek gerekirse, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren önemli bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile göstermektedir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glikozun (şekerin) hücrelerin içine girememesinden kaynaklanmaktadır.. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glikoz pankreasın Langerhans hücreleri tarafından salgılanan insülin hormonunun yardımıyla hücre içine girmekte ve orada yakılarak enerjiye dönüşmektedir Kısaca ifade etmek gerekirse, hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar mevcuttur. Bu kapılar normalde kilitli olup, ancak uygun anahtar varlığında açılabilirler. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glikoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örneğimizi şu şekilde de ifade etmek mümkündür. Diyabet hastalığı, anahtar işlevi gören insülin hormonu yetersizliğine veya insülinin etkilediği reseptörlerin yani hücre kapısındaki kilidin bozukluğuna bağlı olarak gelişmekte ve ortaya çıkmaktadır.

Diyabet hastalığının oluşum nedenlerine göre bir çok tipi olmakla birlikte, genellikle  Tip 1 ve Tip 2 olanları halk arasında daha çok bilinmektedir.

Tip 1 diyabet daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç yani vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan, enjeksiyon yoluyla yani insülin iğnesi olmak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görüldüğü bilimsel literatürler de yer almaktadır.

Tip 2 diyabet ise genellikle erişkinlerde ve kilolu kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç sonucunda glikoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar günümüzde hala tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.

Diyabete bağlı klinik bulgular vücuttaki karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasının bozulmasına bağlıdır. İnsülin eksikliği veya insülin direnci nedeniyle hücrelere giremeyen glikoz belli bir serum düzeyini (180mg/dl) aştığında idrarla atılmaya başlar. Böbreklerden atılan glikoz beraberinde sıvı atılımını da arttırır ve sonuçta, kişide çok sık idrar yapma yani poliüri isteği oluşur.  Kişi, bu durumda poliüri ile kaybolan sıvı kaybını karşılamak için çok su içmeye başlar bu durum da polidipsi olarak isimlendirilir. Organizma, enerji kaynağı olarak glikozu kullanamayınca bir taraftan iştah, yeme arzusu yani Poli faji gerçekleşmektedir. Diğer taraftan ise, yedek enerji depoları olan yağlar ve proteinler yıkılmaya başlar ve bunun sonucunda iştah artmasına rağmen kiloda bir düşüş gerçekleşir. Diyabet hastalığının diğer en önemli belirtileri ise, kısa sürede yorulma, görmede bulanıklık, çeşitli deri enfeksiyonları olarak sıralayabiliriz.

Bu hastalığın teşhisi, çeşitli uluslararası kuruluşların WHO, Amerikan Ulusal Diyabet Veri Gurubu=NDGG belirlediği kriterlere göre konmaktadır. Bu kriterler;

Klasik diyabet bulguları olan bir kişide herhangi bir zamanda ölçülen plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması, en az 8 saatlik aç bir kişide plazma şekerinin 140 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması. Yakın zamanda Amerikan Diyabet Birliği açlık kan şekeri sınırını 126 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olarak belirlemiştir.

 Şeker yükleme testinde (OGTT) 2. saatteki plazma glikoz seviyesinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde seyretmesi olarak sıralanmaktadır.

Bir de halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum ise, normal glikoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. Ancak açlık plazma şekerinin 110 mg/dl'nin üzerinde fakat 126 mg/dl'nin altında olması bozuk glikoz toleransı olarak ifade edilmektedir. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saat sonunda ki plazma glikoz seviyesinin140 mg/dl'nin üzerinde, ancak 200 mg/dl'nin altında olması da bozuk glikoz toleransı olarak bilinmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabet hastalığının bilinen ve yukarıda ifade ettiğimiz semptomları göstermezler. Bu nedenledir ki bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşamlarına çok dikkat etmeli ve hekim önerileri ışığı altında yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilecekleri bir gerçektir. Sağlıklı, mutlu nice güzel günler diliyor, saygılar sunuyorum.