Bir çocuk tanıdım ben. Büyümüş de küçülmüş dedikleri çocuklardandır galiba, büyümüş ama küçülememiş bir yetim çocuk. Yüreğindeki yorgunluk sanki gözlerinden okunuyor. Bir bakışı ile onlarca cümle diziyor ardı ardına. Aynı acıyı siz yaşasaydınız konuşamazdınız. Çünkü küçük acılar konuşur ama büyük acılar hep dilsizdir. İşte bu çocukda dilsizdi. Hiçbir kelime çıkmıyordu ağzından. Ama acılarla boğuşan masum yüzü gözleri her şeyi söylüyordu. Onun için konuşmanın çok da mühim olmadığını, yalnızca bir bakışı ile bana öğretiyor. 
Suriyeli bir çocuk, adı Aişe… Henüz 4 yaşında olmasına rağmen, 40 yıllık acıyı sığdırmış kendi gibi ufacık kalbine. Gözleri göğün mavisi, kendisi toprak gibi… Aişe isminin anlamı Yaşayan, zenginlik ve bolluk gören anlamına geliyor ama bu çocuk ne bolluk görmüş ne de güzel bir hayat yaşayabilmiş.. Oyun oynaması gerek o ufacık bedenin, ip atlaması gerek, saklambaç oynaması gerek, topa vurması gerek ufacık ayakların.. İnsanlıktan nasibini alamamış, makam ve mevki sahiplerinin başlarına yıktığı evini, ufacık elleriyle çadır kentte yeniden yapmaya çalışıyor.
Az ileride birbirleri ile oynayan ufak çocuklar çekiyor dikkatimi sonra. Kahkahalar, çığlıklar, şarkılar ve tekerlemeler… Gerek saklambaç, gerek yakar top; sırada hangi oyun var acaba? Aişe ise, tüm ciddiyeti ile işine yoğunlaşmış, taş taşımaya devam ediyor evine. Bir süre sonra oyun oynayan çocukların topu seke seke bu tarafa doğru geliyor. Haykırmak istediğim ancak hiç bir şey yapamadığım o an işte. Seke seke gelen topa doğru bağırmak geliyor içimden, dur gitme o yöne! Suriyeli Aişe’nin feryadı ile topun o üst üste dizilmiş taşları yerle bir etmesi aynı anda oluyor. Babasına koşuyor Aişe, “Yine yıktılar baba, yine yıktılar” diye feryat ettiğini o an ağlamak hiç de zor değil. Acının konuştuğu dildir ağlamak.
Kızının bu hassasiyeti karşısında kıpkırmızı kesilen baba ne yapsın? Kızını teselli edecek tek bir cümle çıkıyor babanın ağzından. Ne dediğini anlayamadım belki ama gördüm gözlerinde; sabır kızım, bir gün yine sana söz veriyorum yine yaparız. 
Çatışmanın en çetin olduğu bir köyden çekip almış ailesini. Yaşadıkları hakkında konuşmayı pek istemedi ancak buraya kadar nasıl geldiklerini sorduğumda verdiği cevaplar ile titretti beni. Misafirperverliği ile övündüğümüz insanımızdan gördüğü zulüm, yok paraya fırsatçılar tarafından alınan eşyaları, İstanbul’a götüreceğini söyleyip, bambaşka bir yere götüren zalimler, ahlaksız teklifler ile gelenler ve daha neler neler… Birçok şehirde yaşamışlar kısa süre de olsa, bir aydan uzun sürmüş Adıyaman’a gelmeleri. İçinde bulundukları inşaat yıkıntısına gelmeden önce çok ağaç altı, çok mezarlık, çok köprü altı misafir etmiş de onları; buna bile şükür diyorlar. Aişe gibi içine kapanmış dört çocuğu daha var acılarla boğuşan amcanın, ne yapacağını da bilemiyor.
Aişe ve ailesi gibi niceleri yaşamaya çalışıyor Adıyaman sokaklarında. Ankara, İzmir, Bursa, Sakarya, Adana, Mersin, Antep, Maraş ve sayamadığımız onlarca diyar. Savaşın ortasından ailesini kaçırmış onlarca baba ve gönülleri titreten hayatlar. Acılarını gözleriyle anlatan çocuklar. Kim bilir onlar yarının milletvekilleri olacaktı. Kim bilir belki de bizi iyileştirecek doktor. Ne için bu zulüm? Ne için bu savaş? Kim silahlandırıyor bu insanları diye sormaktan kimse çekinmiyor ama bu silahları kim üretiyor diye sormuyor hiç kimse.
Dünya bir araya gelse korkmayacak bu acımasız köpekler, ama ötelerde Aişe gibilerin gözyaşları titretecek belli ki arş-ı âlâyı. Allah affetsin.