Güneydoğuda ,Adıyaman gibi mahrumiyet bölgesinde beton konutta yaşıyorsanız, lüküs hayattasınız demektir. Zira manzaraya şöyle göz attığınızda , toprak damların arasında bu binalar size Nevyork’ta ki gökdelenler gibi görünür .Velhasıl memur olduğumdan dolayı ev sahiplerinin de kirayı garanti görmelerinin getirisi olarak, betondan yapılmış bir evde yaşıyordum. Evimiz yazın sıcak, kış aylarında soğuk olmasına rağmen , toprak evlerde ki pire, böcek, bilumum haşere ve farelerle savaşmak çilemiz yoktu. 

Ancak o toprak suratlı duvarların kapattığı evlerde ki yazın hoş ve loş serinliğin tadı da bizde yoktu. kışında sıcacık ,nemsiz ve rutubetsiz olurlardı, kısaca onların tuzları kuruydu. Ayrıca bahçeliydiler de, hele o akşam sefaları; incir ağacının altında oturmalar şimdi ki verandaları aratmıyordu. Biz yukardan aşağı ,onlar aşağıdan yukarı birbirimizi hayli bir zaman seyreylerdik ,komşunun tavuğu komşuya kaz görünür misali , yaşamlarımıza uzaktan gıpta eder , keşke ben senin yerinde olsaydım kurgularımızı yutkunurduk. Sivas’ın rüzgarlı yaylasından, güneşin sıcak ovasına gelin olmuştum. Köyden indim şehere misali uyumsuzlukar içindeydim. Şimdiki gibi her evde klima nerdee! ağaların bile yoktu. 

Sıcak bölgelerde yaşayan insanlar her şart altında hayatı kolaylaştırmanın yolunu çok önceki çağlarda keşfetmişler, yazın yaylaya kışın ovaya inmişler fakat biz memurların böyle bir şansımız olamazdı. Gurbetteki mücadelem beni zorlasa bile kırk gün sonrası alışılmışlığını yaşıyordum. Akşamlar esmer yüzünü gösterdiğin de, toprak evler kalın perdelerini kapatırken, ben açardım. Yüksek katta oturmanın avantajlarından biriydi, perdeleri açabilmek. 

Gökyüzünde Ay’la selamlaşır o yıldızlı sonsuzluğu kucaklardım, iyi ki Yazar; Çetin Altan’ın dediği gibi gökyüzü bir avuç değildi ve ben de yüreğimi açıp ruhumu özgür kanatlı güvercinler gibi semaya salabiliyordum. Ay akşamdan süzülüp yavaşça komşuya geçercesine kaybolduğun da, hemen yanı başımızda ki sokak lambası devreye girer beni teselli ederdi..

O günlerde eşim zamanın siyasi görüşüne ters düşmüş ve Malatya iline sürgün edilmişti, Ne tesadüftür ki; aynı akşam penceremize kurşun sıkılmış, camın sol kenarında kocaman bir delikle ve halıda duran boş mermi çekirdeği ile başbaşa kalmıştım .

Çareler araken odamda ki ceviz gardolabı üç kişiyle ittirerek pencereyi de kurşun deliğini de kapatmış ,adeta bir zırh gibi dolaptan duvar örmüştüm. Böylece bu şehirde ki beton evlerin,nasıl betondan zindanlara dönüştüğünü öğrendim.

Artık ne Ay doğacaktı pencereme,nede sokak lambası ben burdayım diyecekti,bundan sonraki akşamlar zifiri karanlık bir odada yatacaktım, savaş günlerindeki karartma gecelerinin uygulamasıydı bir bakıma, ışıksız zindan gibi bir ortamda uyumak, uyuyamamak. 

Gecelerin dört duvar arasına hapsolmuş karanlığından payıma düşenleri yaşıyordum, sabahlara ve aydınlığa ümitli.

Beton yüzlü dört duvar, penceresiz olsun ne çıkar

Camdan girmesin kurşunlar ve gelecek korkular

Bir Mum Yak Karanlıklara Etrafında Yıldızlar 

Hülyalarınla Süsle Gökyüzünü

Kimse Çalamaz Özgürlüğünü.

Açık Tut Perdelerini

Birazdan Ay Doğacak