Sultan Abdülhamit; saltanatı boyunca ülkenin imarı ile birlikte eğitim ve öğretim için de büyük çaba sarf etmiştir. Gerçekten de, onun zamanında yapılan reformlar, Osmanlı’nın son devrinde görülen ve hatta Cumhuriyet idaresine bile temel teşkil edecek çapta fevkalade büyük reformlardır. Kıt kanaat imkânlara ve yumak yumak olmuş amansız şartlara rağmen, Abdülhamit bu konuda, devir itibariyle hem kendisinden hem de devletinden beklenmedik, devasa keşif, proje ve icraatlara imza atmaya muvaffak olmuştu. Bununla yetinmeyip, dünyadaki bilim adamlarının insan yararı için yaptıkları buluş ve icatlarını da desteklemekten geri durmamıştır. Mesela;
Pastör kuduz aşısını keşfedip, 1885’de ilk defa uygulamaya koyduğunda, Osmanlı tahtında Sultan II. Abdülhamit bulunuyordu. Ve gelişmeleri yakından takip ediyordu. Kuduz aşısını bulduktan sonra devlet başkanlarına mektup yazan Pastör, kuracağı enstitü için yardım talep etmişti.  Mesela Rus Çarı, sadece 2 m. boyundaki portresiyle birlikte kuru bir tebrik mektubu yollamakla yetinmişti. Sultan Abdülhamit ise bakteriyoloji alanındaki yeniliklerin yurda getirilmesi ve Pastör Enstitüsü’nün kurulması amacıyla, aşının bulunuşunun hemen ertesi yıl bir heyet oluşturup Fransa’ya göndermişti. İlk mikrobiyologlarımızdan Miralay Dr. Hüseyin Remzi Bey, Zoiros Paşa ve Veteriner Hüseyin Hulki Bey’den oluşan heyet, Paris’e giderek bir müddet Pastör Enstitüsü’nde çalışmış ve tabir yerindeyse staj yapmıştı.
Abdülhamit bununla da kalmamış, heyet aracılığıyla adı geçen Pastör Enstitüsü’ne 10 bin altın ve birinci dereceden Mecidiye Nişanı ve bir madalya hediye etmişti. Sultan Abdülhamit ile Pastör arasındaki ilk temas da böylece sağlanmış olacaktı. Heyet, İstanbul’a döndükten sonra, Abdülhamit’in daha Pastör’ün aşıyı bulduğu yıl harekete geçtiği ve iki yıl içerisinde tamamladığı “Dârü’l-Kelb Tedavihanesi”nde (Köpek-Kuduz- Hastanesi) görev yapmaya başlayacak ve Pastör Enstitüsü’nde gördüklerini Osmanlı Devleti’nde tatbik edeceklerdi.  Abdülhamit ile Pastör arasında şahsi irtibat kurulmuş, 1892’de İstanbul’da baş gösteren “kolera salgını” münasebetiyle de devam etmiş ve daha da gelişmiştir. Osmanlı doktorlarının, ortaya çıkan salgının kolera olup olmadığı hakkında çelişki ve kararsızlık içerisine düşmeleri üzerine Sultan Abdülhamit, Pastör ile iletişim kurarak ondan yardım istemiştir.
Pastör ise, padişahın müracaatına, adamlarının en değerlisi olan Dr. Şantimes’i İstanbul’a göndererek cevap verecekti. Şantimes’in çalışmaları sayesinde, hastalığın kolera olduğu anlaşılmış ve salgın kısa sürede mağlup edilmişti. Verem aşısını ilk o getirdi! Sultan Abdülhamit’in tıp alanındaki gelişmeleri yakından takip etmesi, sadece Pastör ve onun kuduz aşısı ile sınırlı kalmamıştır. Verem mikrobunu ve hemen ardından da ilacını bulan Alman tıpçı Dr. Robert Koch’un kapısını ilk çalanlardan biri yine Abdülhamit Han olmuştur.  Dr. Koch ile Berlin’de görüşmek üzere Osmanlı doktorlarından oluşan bir heyet teşkil etmiştir. Heyette yer alan Hüseyin Hulki Bey’in, “Berlin Hatıraları”ndan öğrendiğimize göre, Osmanlı tıp heyeti, evvela Koch ile uzun bir görüşme gerçekleştirilmiş ve lepra (cüzam) ile tüberküloz (verem) arasındaki ilişki hakkında onun bilgilerine müracaat ederek, bu alandaki yeni çalışmaları hakkında malumat edinmiştir. Osmanlı Heyeti, son olarak Abdülhamit Han’ın gönderdiği, birinci rütbe Osmanlı nişanını Dr. Koch’a takdim etmiştir. Bu ihsana teşekkürle mukabele eden Dr. Koch ise ilacının İstanbul’daki cüzam hastaları üzerinde tecrübe edilmesini ve sonuçlarının kendisine bildirilmesini istemiştir. (İ. Solak II. Abdülhamit Han’ın Yenilikçiliği G. D. 97. Sayı Ocak 2009)
Dünya insanlığının sağlıklı yaşaması  için verdiğin destekten dolayı, sana binlerce teşekkür ediyorum! Ey,  Abdülhamit Han; mekânın cennet olsun.