ABD’nin yıllar öncesinden planlayıp, adım adım işleyerek uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye’nin hamleleriyle sekteye uğratılmasından rahatsız olduğu malum. Ancak Amerikan planının başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini tehdit ettiğini de unutmamak gerekir!!!

Irak, Afganistan, Libya gibi ülkelerde ve Mısır’da gerçekleştirdikleri planları, Suriye sahnesinde Rusya’nın desteğini alan Esad’ın hesaplanandan daha dirençli çıkmasıyla sıkıntıya girmişti. Ardından IŞİD’e karşı operasyon bahanesiyle Suriye’nin kuzeyinde ABD eliyle oluşturulmaya çalışılan terör koridoruna Türkiye’nin önce “Fırat Kalkanı” şimdi de “Zeytin Dalı” Operasyonuyla dur diyen hamlesi, muhteremleri çok rahatsız etti. Çeşitli uyarılara, diplomatik girişimlere rağmen,  Türkiye’nin beka meselesi olarak gördüğü bu konuda ABD’nin umursamaz tavrı Ankara’yı kendi göbeğini kendisinin kesmeye mecbur etmiştir.  

Resmen teör örgütü olan ve binlerce masum sivil insanın katledilmesinden sorumlu olan PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’ye 5.000 TIR silah, araç, mühimmat ve teçhizat gönderen ABD’nin tavrı kabul edilemez.  Türkiye’nin tepkisine ve verilen sözlere rağmen alay eder gibi, PYD/YPG için yeni yıl bütçesinden 500 milyon dolar paranın ayrıldığı, 14 askeri eğitim kampının kurulduğu, hatta subay yetiştiren bir askeri kolejin bile bulunduğu, daha evvel ağızlarından kaçırıp sonra tevil ettikleri aslen PKK’lı olan militanlardan oluşan “sınır ordusu” kuracakları da biliniyor. YPG’li teröristlere verdiği hava savunma füzeleri ve tanksavar silahlarının bizim  askerimizi hedef aldığı gün gibi ortada.

Çok önemsedikleri “IŞİD’e karşı savaşıyorlar” gerekçesinin ne kadar gerçekçi olduğunu takdirlerinize bırakıyorum... PYD/YPG unsurları sözde savaştıkları IŞİD’çilerin adeta tören geçişiyle uğurlayıp, sağ salim gitmelerine yardım ve yataklık ettikleri televizyonlara yansıdı. Şimdi de bir çok IŞİD militanının PYD saflarında savaştığı konuşuluyor.  Bu terörist unsurlara verdiği binlerce silahın kontrol edilebilme imkanının olmadığı da ortadayken, ABD Dış işleri Bakanının yaptığı ziyaret ve Türkiye'den gelebilecek tepkileri yumuşatmak amacıyla söylenenlerin gerçekçi bir yanı yok.

ABD’nin tavsiyesiyle Ekim 2015’te YPG unsurlarının adını “Suriye Demokratik Güçleri” şeklinde değiştirmesinin sadece göz boyama amaçlı olduğunu herkes biliyor. Sözde SDG ama aslında ABD destekli YPG, Aralık 2015’te Fırat’ın batısına geçerek Türkiye’nin kırmızı çizgisini ihlal etmişti. Bu süreçte Türkiye’nin Fırat kalkanı harekatından rahatsız olan ABD, IŞİD’e karşı Rakka Operasyonunda sözde SDG, (gerçekte PYD)’yi tercih etmiş ve Türkiye’nin PYD bölgesine müdahele etmesini önlemişti.

Ekim 2014’te Irak’lı peşmerge güçlerinin Ayn-el Arap’a (Kobani) müdahele etmek için Türkiye’den geçmesine müsade eden Türkiye, Ekim 2015’teki İncirlik mutabakatında da ABD’nin IŞİD’le mücadelesine açık destek vermişti. Gösterilen bu iyi niyetli ve samimi müttefiklik anlayışına rağmen adeta Türkiye’yi güneyden kuşatma altına almayı amaçlayan ABD planı kabul edilemezdi. Zaten kuzeyde Rusya’nın eski çarlık zamanlarındaki gibi hakimiyet arayışlarını içeren Ukrayna, Kırım ve Kafkasya operasyonlarıyla nüfuzunu arttırma çabası sürerken, İran’ın Şii İslam idealiyle Suriye ve Irak’ta zemin bulan bölge ülkelerine rejim ihracı çabası, doğumuzda Ermenistan’ın kin ve nefretle işlediği Türkiye düşmanlığı, batıda ise Yunanistan’ın bitmek tükenmek bilmeyen oldu-bitti çabaları ve düşmanca tavırları, Kıbrıs’ı Türkiye’nin ayağına pranga olarak takma çabası düşünüldüğünde üzerimizde oynanan oyunu daha iyi görürüz.

Tarihi, sosyal, kültürel, ekonomik bağları ve ordusuyla güçlü bir bölge ülkesi olan Türkiye’nin, bir yandan askeri operasyonlara devam ederken, öte yandan da uzun soluklu plan ve stratejiyle hareket etmesi, ötekileştirme siyaseti yerine, komşu, dost ve müttefik ülkelerle diplomatik ilişkilerini geliştirmesi ve haklılığını dünya kamuoyuna anlatması gerekmektedir. Çünkü terör unsurlarıyla beraber, hasımlarımız ve sözde müttefik bir kısım Batılı çevreler aleyhimizde yoğun bir karalama kampanyası yaparak, haklı davamıza zarar vermeye ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Samimi her Türk vatandaşı, her siyasetçi, asker-sivil bürokrat, işadamı, akademisyen ve aydın yaşananların ülkemizin beka sorunu olduğunu ve varlığımızı tehdit ettiğini göz ardı etmemelidir.