Rakka’yı DAEŞ’ten kurtarma bahanesiyle PYD’ye çok sayıda silah sevk edildi, şimdiyse İdlib konusu gündemde.
Burası Suriye’de muhalefetin elinde kalan son ve en önemli en büyük alanlardan biri, Rejimin kaderini doğrudan belirleyecek kritik noktalardan da biri aynı zamanda. 24 Temmuz itibariyle de kökü El-Kaide’ye dayanan ve şuan reel konjoktürde tek mutlak güç olan eski adıyla El Nusra (Heyet Tahrir el Şam) tarafından kontrol ediliyor.
Halep’in düşmesiyle yoğun bir nüfus artışı yaşayan İdlib, 2 buçuk milyona yakın sivilin sıkışıp kaldığı ve bütün aktörlerin yer almak istediği bir sahaya dönüşmüş durumda..
24 Ağustos’ta ‘Fırat Kalkanı’nın birinci yılını dolduracağı şu günlerde ABD, Türkiye’nin Afrin’e müdahalesini önleme kaygısıyla İdlib’i merkeze taşıyan, Astana sürecini baltalamaya çalışan, Suriye’nin kuzeyinde bir PKK otonom bölgesi oluşturmaya çabalayan sinsi bir oyun içerisinde..
Diğer taraftan K.Irak referandumundan bahsediyoruz, Musul operasyonu bitti Telafer operasyonu yakın derken bugün itibariyle o da başladı.
Tüm bu gelişmeler Suriye krizinde aktörler arasındaki rekabetin, nüfuz mücadelesinin daha da yoğunlaşacağı bir döneme girildiğinin açık bir göstergesi. Peki yeni dönemde Türkiye; pozisyonunu korumak, kendi ajandasını belirlemek ve askeri hareketliliğini sürdürülebilir hale getirmek adına nasıl bir yol izleyecek..
Telafer’den sonra ne olacak, İran Genelkurmay başkanı Bakıri’nin ziyareti neleri kapsıyor, bu süreçte diplomatik ilişkiler nasıl şekillenecek, Türkiye’yi çevrelemeye yönelik oluşturulan bu sistematik kaosa karşı izlenebilecek yol haritası ve karşılaşılabilecek olası ihtimaller neler? Ulusal güvenliğimizi tehdit eden unsurlarla mücadele ederken aynı zamanda bölgede bir denge siyaseti inşa etmek mümkün mü? Bir dönem gözlerimizi DAEŞ’le kör eden ABD, şimdi de El-Kaide (Nusra) üzerinden mi tezgah kuruyor, Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışıyor? Kısaca bölgede neler oluyor, Güvenlik ve Terör Uzmanı Abdullah Ağar ile sizler için değerlendirdik...

Türkiye Afrin’e müdahale arefesindeyken şimdi İdlib’i konuşuyoruz, ABD DAEŞ’le mücadele bahanesiyle Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD üzerinden kendisine ait bir nüfuz alanı oluşturdu, şimdi de El-Kaide’yi araçsallaştırmaya çalışıyor, güvenlik endişelerine karşı Türkiye’nin açıkça oyalandığı bir süreç söz konusu. Geçtiğimiz hafta ABD’nin DAEŞ’le mücadele özel temsilcisi McGurk de El-Kaide’nin yükselişinden Türkiye’yi sorumlu tutan dolaylı şekilde itham eden bazı ifadelerde bulundu, bu argümanı çürütmek için tıpkı DAEŞ’te olduğu gibi İdlib’te Nusra’yla karşı karşıya gelmek durumunda kalabiliriz  ya da ABD bizi Nusra’ya destek vermekle itham edebilir? Diğer yandan güvenliğimizi tehdit eden terör koridoruna karşı da sessiz kalma lüksümüz de yok zira bizim önceliğimiz PKK/PYD.. Aşağı tükürsen bıyık, yukarı tükürsen sakal ne dersiniz?


ABD’nin bölgede var olan ya da kendisinin dizayn ettiği örgütleri araçsallaştırması ya da kendi hedefleri doğrultusunda kullanması şimdiye ait bir fotoğraf değil. Sadece bunları değil, stratejik ve politik akıl oyunlarıyla ülkeleri ve güçleri de kendi hedef ve menfaatleri doğrultusunda kullanması ya da kullanmaya kalkması da… Bunu her zaman yapmak isteyecektir.
Bizim açımızdan ABD’nin bizimle eşgüdüm içerisinde olmadığı, hatta oynadığı oyunda, bizi pas geçtiği de bir gerçek. Böylece bizim açımızdan sorunun çok büyüdüğü de bir gerçek olarak ortada.
Gerek Deaş, gerek diğer radikal yapılanmalar, gerek PKK-YPG gibi etnik radikalizm üreten örgütler bundan sonraki süreçlerde çok ciddi sorunlar olarak karşımıza çıkacak
 

ABD’nin önceliği İdlib değil de devam eden Rakka operasyonu, bu nedenle ABD’nin İdlib’i Rusya’ya bırakacak bir anlaşma üzerinde çalıştığına, yakın gelecekte Esad’ın Rusya ve İran desteğinde İdlib’e bir operasyon yapma olasılığının daha yüksek olduğuna dair yorumlar da var. Katılır mısınız buna?

İdlib’e karşı ortaya konulacak etkinin hangi bileşenlerle yapılacağına dair öngörüler var, ancak kimin yada kimlerin himayesinde yapılacağına dair net bir gösterge yok. Sadece İdlip, İdlib’e sıkışan Sünni toplum ve bu Sunni toplumun HTŞ üzerinden radikalleşmenin kucağına düşmesi söz konusu.
İdlib’e kim operasyon yaparsa yapsın, sorunun çözülmesi mümkün değil. Öncelikle o bölgenin ve o bölgede yaşayan insanların radikalizmden ve radikalizmi temsil eden örgütlerin tasallutundan kurtarılması gerek. Bu da ancak oradaki ılımlı grupların etkisini göstermesiyle mümkün olabilir.  
 

Bölgede atılacak adımların kendisi kadar zamanlaması da önemli, aksi takdirde bir sürü stratejik denklemle baş etme durumunda kalabiliriz, tıpkı Membiç’te olduğu gibi. Harekete geçtiğimiz takdirde ise Afrin’de, olası bir İdlib operasyonunda, ajandasında ısrar eden ABD ya da güdümündeki PYD ile çatışma noktasına gelirsek şayet nasıl bir tablo çıkar karşımıza?

Türkiye’nin şu ana kadar ortaya koyduğu yada koyabileceği etkilerin başında, bölgeye müdahale eden küresel güçlerle karşı karşıya kalma konusu ana belirleyici etken oldu. Bundan sonra da bu etki, her zaman kendisini göstermek isteyecektir.
Açıkçası Türkiye’de her zaman bunu göz önünde tutacaktır.
Türkiye’nin bölgeye yapacağı her müdahalede küresel güçlerle çatışma ihtimali her zaman var.
Bu biraz da can damarınıza basılmasıyla ilgili bir mesele.
 

Telafer operasyonu başladı, Türkmen bölgesi olması hasebiyle de dengeler oldukça hassas bizim için, operasyonda Şii milislerin de yer alması neredeyse tamamı sünni olan bu bölgede mezhepsel bir katliam yaşanabileceği endişesini de beraberinde getiriyor haliyle, keza yoğun bir göç dalgası da kaçınılmaz. Böyle bir durumda Türkiye nasıl pozisyon alır? İran’ın Irak’taki askeri gücü göz önünde bulundurulursa Bakıri’nin ziyaretiyle operasyonun aynı gün başlaması bir anlam ifade eder mi peki gündeme yansıyanın dışında masada yer alan diğer başlıklar için ne söylenebilir?

Eğer İran ve Türkiye, bölgedeki denklemlerde ortak akıl, ortak hedef, ortak menfaat ve ortak etki üretebilmiş olsalardı, bölge hiçbir zaman bu noktaya gelmezdi. Gerçekçi olmak gerek. Irak ve Suriye bozgunlarının arkasında Türkiye ve İran’ın ayrı eksenlerde olmalarının katkısı çok büyüktür.
Belki bundan sonrası için bir ümit taşıyabiliriz.
Ama hala çok erken.
Mezhebi taassubun, husumetin, kırılganlığın ve düşmanlığın böylesine damga vurduğu, jeopolitik ve jeostratejik rekabetin bu noktaya ulaştığı böylesine bir coğrafyada ve zaman diliminde İran ve Türkiye’nin ortak hareket etmesinin önünde çok engel var.
Ama diğer tarafıyla başka seçenekte yok gibi.
Türkiye ve İran kendi bekalarını ve üniter yapılarını tehdit eden konularda bir araya gelmeyi belki becerebilirler.
Öte yanıyla bölgedeki bozgunun temel nedeni olan mezhebi ve mezhepler içi farklılık ve düşmanlıkların ortadan kalkması için en önemli iki ülke.
Temel sorun burada.
Ve bu sorunu çözmekle, bölgedeki bütün sorunların çözümünün altyapısnı oluşturabilecek pozisyonlar.
İki ülkenin üzerinde çok büyük bir sorumluluk var.
 

Tüm bu gelişmelerin ışığında Türkiye zamanın gerisinde kalmadan, bir oldu bittiye meydan vermeden, kendisine dayatılan gündemin dışına çıkıp ve daha fazla inisiyatif alarak bölgedeki bu kritik süreci nasıl yönetebilir? Türkiye, Rusya, İran ve Rejim arasındaki diyalog zemini bu bağlamda daha fazla önem arz ediyor diyebilir miyiz? Ve en kötü senaryo olarak söz konusu alanda olası bir Rusya & ABD ittifakı ne tür riskleri barındırıyor?

Rusya ve Amerika?
Bir araya gelirler mi?
Onlara ait bir sorun.
Buradaki temel sorun Müslümanlık iddiasındaki toplumların bir araya gelip gelmemesi meselesidir.
Gelemedikleri sürece, Rusya yada ABD, ister bağımsız, ister eş güdüm içinde, isterlerse yerel ittifaklarla kendi yollarını yürüyeceklerdir.
 

Son olarak, siz bir makalenizde mecvut durumun küresel etkisini ele alırken ‘DAEŞ gibi terör örgütlerinin mikrolaşmasından, alana ve geleceğe yayılmasından, Ortadoğu başta olmak üzere küresel radikalleşmeden, insanların ve insanlığın aklı selimi ve muhakemeyi kaybetmesinden, islamofobinin batı toplumunu sarmasından, mezhebi düşmanlık üzerinden ortaya çıkan sünni ve şii radikalizminin evrimleşerek, küresel ve dinler arası bir travmaya-savaşa dönüşme fırsatı yakalamasından’ bahsediyorsunuz. Tek kelimeyle gelinen süreci özetleyen müthiş bir ifade olmuş bu, o yüzden tamamını almak eklemek istedim okuyamayanlar için;
Peki bölge bu denli kontrollü (hatta kontrolden de çıkmış) bir kaos içindeyken ve ABD, günün sonunda nasıl bir Suriye görmek istediği konusunda hala net bir tutum ortaya koymazken, en nihayetinde tüm bu operasyonlar son bulduğunda bölgede DAEŞ sonrası hangi şartlarda nasıl bir haritayla nasıl bir manzarayla baş başa kalırız genel hatlarıyla?

Batı’nın hedefi açık…
Parçalanmış ulus ve üniter devletler.
İslam toplumlarının kırılganlaşması ve süre giden düşmanlıklar.
Kapitalizmin ya da emperyalizmin bu coğrafyaya biçtiği gömlek bu.
Onların yaptığının çok önemi yok aslında.
Önemli olan bizim ne yaptığımız ya da ne yapabileceğimiz.
Ortada kavramsal bir çöküş var. Ve bu kavramsal çöküşten beslenen bir Batı resmi.

Siz kavramsal çöküşü durdurabilir ve kavramsal yükselişe geçebilirseniz, zaten zor olan süreci kendi lehinize çevirebilirsiniz.
Burada en önemli olan şey, Müslümanlık iddiasındaki toplumların, İslam’ı anlamada ve yaşamada ortada koydukları zavallılıktır. Müslümanım diyorsun, gidip canlı putların eteğine yapışıyorsun, onlar da seni kendi hedef ve menfaatleri adına kullanıp, seni sana kırdırıyor. Sen de böylece hem bugününü hem de mahşerini kurtarabileceğine inanıyorsun. Bugünün en acı gerçeğidir; “Birbirlerine cihat ilan edip, birbirlerini katlederken, birbirlerini öldürenlerin kendilerini şehit ilan etmeleri.”
Konuşan putların dinlerine tapmak yerine, vahiy (Kuran) üzerinden Allah’a inanmayı ve tapmayı başarabilmiş olsaydık, bunların hiç biri olmazdı.
Hala büyük bir fırsat var.
Nerede hata yaptığımızı görmenin ve düzeltmenin fırsatı.
Bu mutlak doğruyu görebilir ve gereğini yapabilirsek, tarihin akışı insan ve insanlık lehine değişecektir.
Bu bence üç şeyi doğru okumakla ve gereğini yapmakla ilgilidir.
1- İndirilmiş ayetleri (delilleri) okumak, anlamak, fikir ve düşünce üretmek.
2- Yaratılmış ayetleri (delilleri) yani “mikrodan-makroya” okumak, anlamak ve gereğini yapmak. Ki bilimsel ve teknolojik üstünlük demektir.
3- İnsanı ve insanlığı okumak. (Yapılanı ve yapılacağı medeniyet yani insanlık için yapmak demektir.)
Bu şekilde bir bütüncül yapılanma oluşturamadan, ülkenin ve insanlığın sorunları çözmenin çok da mümkün olabileceğine inanmıyorum.