ZERRAB DOSYASININ SIRLARI

Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen, ülkemizi  güney sınırlarımız boyunca kuşatacak bir terör kuşağı oluşturmaya ve Türkiye’yi de bu oluşumu kabul etmeye zorlayan kırk yıllık müttefikimiz ve stratejik ortağımız ABD, Reza Zarrap dosyası üzerinden sürdürdüğü operasyonlarla ne yapmak istiyor?

Firari 17 Aralık savcılarının yardımıyla hazırlandığı anlaşılan Zerrab Dosyası üzerinden sürdürülen saldırılar, 15 Temmuz darbe girişiminin devamı mıdır?

Türkiye’nin hangi konularda ne gibi ödünler vermesi isteniyor?

BM’nin, ABD’nin ve AB’nin yaptırım kararlarına rağmen İran’ın petrol ve doğalgaz ticaretine aracılık eden İranlı genç işadamı Reza Zarrab’ın İran’daki ortağı Babek Zeccani idamla yargılanıyor. Zarraf bir şekilde İran’ın eline geçerse, o da ortağı gibi idamla yargılanabilirdi. ABD istihbaratı ile İstanbul’da görüşen Zarrab, o nedenle Miami “gezisinde” tutuklanmaya razı olmuştu. 

Reza Zarrab’ın, ABD istihbaratı tarafından “ikna edilerek” Miami’ye uçurulması ve tutuklanmasının ardından, yaşanan gelimeler, bu dosyanın Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak amacıyla kullanılacağını gösteriyordu.  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’yi ziyaretinin hemen öncesinde, New York Güney Bölge Savcısı Preet Bharara’nın  iddianamesi çerçevesinde, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan hakkında da tutuklama kararının çıkması, ABD’nin Türkiye’yi hedef alan saldırılarının güçlenerek sürdüreceğinin, Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıştırmaya çalışacağının işareti sayılmalıdır.

Gelinen noktada yanıtı bulunması gereken soru şu: Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen, ülkemizi  güney sınırlarımız boyunca kuşatacak bir terör kuşağı oluşturmaya ve Türkiye’yi de bu oluşumu kabul etmeye zorlayan kırk yıllık müttefikimiz ve stratejik ortağımız ABD, Reza Zarrap dosyası üzerinden sürdürdüğü operasyonlarla ne yapmak istiyor? Türkiye’nin hangi konularda ne gibi ödünler vermesi isteniyor? 

Türkiye, 25 Aralık’ta Irak Kürt Yönetimi Bölgesi’nde yapılacak bağımsızlık referandumu sonuçlarını kabul etmeye mi zorlanıyor? ABD, Türkiye’nin, İngiltere ile birlikte Çin’in Yeni İpekyolu projesine destek vermesinden mi rahatsızlık duyuyor? 

Ve can alıcı soru da şu: Firari 17 Aralık savcılarının yardımıyla hazırlandığı anlaşılan Zerrab Dosyası üzerinden sürdürülen saldırılar, 15 Temmuz darbe girişiminin devamı mıdır?  

Reza Zerrab, ambargoları delerek İran’ın petrol ve doğalgaz ticaretinde para transferine aracılık etmekle suçlanıyordu, ama Zerrab Dosyası İran’la sınırlı değildi. Çünkü, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, kendisiyle yaptığımız söyleşide, o “yasaklı dönemde” yalnızca Türk bankalarının değil, ABD bankalarının da İran’a para transferinde aracılık ettiklerini söylemişti. 

Bazı bakanların yolsuzlukla suçlanmasına, hükümette revizyon yapılmasına neden olan ve17-25 Aralık süreci olarak andığımız zaman diliminde çok hareketli günler yaşamıştık. Sosyal medyada, gazetelerde, televizyonlarda bazı bakanların yolsuzluk yaptıkları, Türkiye’nin yalnızca İran petrollerini değil, Barzani’nin hatta DEAŞ’ın Irak ve Suriye’den çaldıkları petrollerin pazarlanmasına da aracılık ettiği günlerce konuşulmuş, Rusya da yayınladığı uydu görüntüleriyle bu iddialara destek vermişti. 

Dönemin hükümetini hedef alan bu güçlü saldırının ucu Okyanus Ötesi’ne uzanıyor, hatta Wikileaks belgeleriyle, dönemin ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton’ın sosyal medyaya sızan yazışmalarıyla ilişkilendiriliyordu. Özetle Türkiye’ye, ayrıntıları sonraki yıllarda ortaya dökülecek küresel çapta bir operasyon yapılmıştı. Vitrinde bazı bakanların ve banka yöneticilerinin yolsuzluk iddiaları vardı, ama perde gerisindeki aktörün ya da aktörlerin hedefi neydi? Türkiye’nin, İran’ın petrol ticaretine yardımcı olduğu iddiaları neden o tarihte zirve yapmıştı? 

Yolsuzluk iddialarının kamu vicdanını rahatlatacak şekilde aydınlatılmasını elbette isteriz; yolsuzluk hiçbir şekilde savunulacak bir suç değildir. Fakat burada, Reza Zerrab Dosyası üzerinden hedef alınan dönemin bazı bakanları ve banka yöneticileri değil, doğrudan Türkiye’dir. O nedenle, Zerrab Dosyası’nı, ABD penceresinden bakarak değerlendirmeye ve günümüzdeki gelişmelerle ilgili bağlantılarını görmeye çalışıyoruz. 

Zeerab Dosyası bir taraftan İran, Afrika ve Ortadoğu üzerinden ABD’ye, diğer taraftan da, Afganistan, Hindistan ve Orta Asya üzerinden Çin Denizi’ne bağlanıyor. Yani sorun Reza Zerrab’ın hapisten çıkıp çıkmaması değil.. Konu, Reza Zerrab’ın İran ambargosunu nasıl ve kimlerin yardımıyla delmiş olduğu da değildir. Konu, küresel aktörler arasındaki liderlik kavgasının, Reza Zerrab Dosyası üzerinden Türkiye’ye olan yansımalarıdır. ABD ve yandaşlarıyla Çin ve yandaşları arasındaki paylaşım kavgasının dünya barışını tehdit edecek şekilde giderek tırmanmasıdır. Yazılarımızda sürekli vurguladığımız gibi, Çin’in, üç kıtayı ve 65 ülkeyi birbirine bağlayan Yeni İpekyolu projesi hayata geçtiğinde ABD’nin küresel lider sıfatı büyük ölçüde darbe yemiş olacaktır. 

ABD, akıl hocası İngiltere olan Yeni İpekyolu projesini engelleyememiştir. Şimdi, bütün gücüyle Çin’in Yeni İpekyolu’nu kontrol altına almaya çalışıyor. Ortadoğu’da, Afganistan’da, Arakan’da yaşanan katliamları, Avrupa coğrafyasında yaşanan terör olaylarını, Kuzey Kore’nin nükleer başlıklı füzelerle yaptığı havai fişek gösterilerini, Irak’ın kuzeyinde 25 Eylül’de yapılması planlanan bağımsızlık referandumunu Çin’in Yeni İpekyolu penceresinden bakarak değerlendirirsek, gerçekleri daha net görebiliriz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Reza Sarraf dosyasını değerlendirirken yaptığı “Pis kokular geliyor” vurgulaması çok önemli bir uyarıdır. ABD’nin, Yeni Dünya Düzeni ve Bop uygulamaları bağlamında Türkiye’yi hedef alan saldırıların devam edeceğinin işaretidir. Bu bağlamda, 17 Aralık operasyonu sırasında Türkiye’ye gelen CIA’ya bağlı SAD (Special Action Group) ve PAG (Political Action Group) timlerinin 15 Temmuz gecesi de Türkiye’de olduğuna ilişkin iddialar, çok ciddiye alınarak irdelenmesi gereken ayrıntılardır. 

17 Aralık operasyonunda Halkbank Genel Müdürü’nün gözaltına alınmasından 4 gün sonra, 21 Aralık’ta ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarat Müsteşarı Davit Cohen Türkiye gelirken, CIA’nın SAD’ına bağlı ve daha çok politik ve ekonomik operasyonlar, suikastlar düzenlemekle ünlenmiş PAG (Political Action Group) ekibi de kendine eşlik ediyordu. SAD elemanları, CIA’in asker kökenli, konularında uzman olan ve çok gizli operasyonlar gerçekleştiren özel “aktivistleridir”.

PAG de, gerçekleştirdiği politik, psikolojik ve ekonomik operasyonlarla, ilgili devletlere ABD’nin “mesajlarını” iletirler. 

Davit Cohen’in 21 Aralık’ta, Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte Boğaz’da tur atan yatta yaptığı görüşmede, Halkbank operasyonunun ayrıntıları görüşüldü ve Cohen ekibiyle birlikte Amerika’ya döndü. Halkbank Genel Müdürü’nün tutuklanması ve sonrasında yaşanan gelişmeleri birlikte yaşadık; topluma yansıyan ayrıntılarını hatırlıyoruz..

Davit Cohen, 21 Aralık’ta Türkiye’ye geldiğinde, “ABD Hazine Bakanlığı Müşteşarı” ydı, ülkesine dönüşünden kısa bir süre sonra “CIA Başkan Yardımcısı” oluvermişti. Demek ki Cohen, 2010 yılındaki gelişinden çok farklı ve önemli bir operasyon gerçekleştirmişti. Hatırlayanlarınız olacaktır, 2002’de 3 milyar dolar olan ticaret hacminin 2010 yılında 11 milyar dolara yükselmesi üzerine ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Finansal İstihbarat Müsteşarı Davit Cohen Türkiye’ye gelmiş ve ABD’nin İran konusundaki duyarlılığını daha net bir dille seslendirmiş, İran ile ticari ilişkilerimizi bütünüyle kesmemiz gerektiğini söylemişti, ama CIA Başkan Yardımcısı olamamıştı.   

Davit Cohen sıradan biri değil; CIA Başakan Yardımcısı olarak adını daha sık duyacağız. Davit Cohen ABD’nin yönetim kadroları için eleman yetiştiren, onları devletin en önemli karar organlarına taşıyan Rothschild Ailesinin akrabalarındandır. ABD derin devletinin Rothschild Ailesiyle giriştiği egemenlik mücadelesi, bir yönüyle Türkiye’yi de etkilemektedir, etkileyecektir. 

ABD derin devleti Pentagon, bir taraftan devleti Rothschildların kontrolünden kurtarmaya çalışırken, diğer taraftan karşısına dikilen Çin-İngiltere-Hindistan ve Rothschild cephesiyle mücadele etmektedir. ABD’nin Ortadoğu’daki hedeflerine de, küresel hedeflerine de ulaşabilmesi, Türkiye’nin hangi safta yer alacağına bağlıdır. Burada yalnızca Türkiye’nin değil, Türkiyeyi yanında görmek isteyenlerin gücü önemlidir. Türkiye akıllı bir denge politikası uygulayabildiğinde, safında yer alacağı ülkelerin gücünden de yararlanmış olacaktır. Şu aşamada Türkiye, her ülkenin yanında görmek istediği bir ülkedir. Irak’ın işgali sonrasında ABD’nin Türkiye’yi hedef alan ve dostlukla asla bağdaşmayan girişimleri, Türkiye’yi kontrolü altında tutabilme arzusundan kaynaklanmaktadır. 

BM, ABD ve AB yaptırım kararlarına rağmen, İran’ın petrol ticaretine aracılık eden bakanların, banka müdürlerinin yargılanmamaları “yolsuzlukların aklanması” olarak değerlendirilmişti. Yolsuzluk iddialarının vatandaş vicdanında da aklanmaları önemlidir. Fakat, Bu arada ABD’nin araya girmesi, eski Ekonomi Bakanı ve bazı banka yöneticileri hakkında tutuklama kararı çıkarması, hedefin birkaç siyasetçi ve bürokrat olmadığını, hedefin doğrudan Türkiye olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. ABD’nin Türkiye’nin bakanları ve bazı banka yöneticileri hakkında tutuklama kararı siyasi bir karardır; arkasında küresel aktörler vardır. Bu adımlar, Türkiye’yi dünya kamuoyu önünde yargılamak, konuyu uluslararası arenaya taşımaktır. 

Dikkat! Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın tutuklama kararına uzanan Reza Sarraf davasıyla ilgili en önemli ayrıntı, ilgili mahkemenin davayı “Uluslararası Acil Ekonomik Güçler Yasası”yla ilişkilendirmesi. Bu yasa ABD Başkanı’na, “ulusal güvenliğine ve dış politikasına yönelik sıra dışı ve olağanüstü tehditlerin üstesinden gelme” yetkisi veriyor. 

Türkiye’nin, İran’ın petrol ve doğalgaz alacaklarını dolar dışında bir para birimi ya da altınla tahsil etmesine Halkbank gibi küresel çapta iş gören bankalarıyla aracılık etmesi, Washington tarafından, “İran’a uygulanan yaptırım kararlarının delinmesi” ve “ABD’nin ulusal çıkarlarını hedef alan bir hareket” olarak yorumlandı ve not edildi. 

ABD, Zafer Çağlayanı rüşvet almaktan ya da yolsuzluktan yargılamıyor, BM kararlarını hiçe sayarak ambargoyu delen bir terörist devlet olarak sunulmak isteniyor. Böylece, dünya kamuoyu önünde teröre destek veren devlet ilan edilecek olan Türkiye’nin haklı şikayetleri ciddiye alınmayacak

ABD Hazine Bakanlığı’nın “Terörün Finansmanı ve Finansal Suçlardan Sorumlu Bakan Yardımcısı Daniel Closer başkanlığında bir ekip, Türkiye başta olmak üzere, İran’ın petrol ticaretine aracılık etmekle suçlanan bazı ülkeleri ziyaret etmiş ve bu ülkelerin bankacılık ve finans sektörü temsilcilerine, “Amerika’nın bu konuda ne ölçüde duyarlı ve kararlı olduğunu” anlatmıştı. 

2002’de 3 milyar dolar olan ticaret hacminin 2010 yılında 11 milyar dolara yükselmesi üzerine ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Finansal İstihbarat Müsteşarı Davit Cohen Türkiye’ye gelmiş ve ABD’nin İran konusundaki duyarlılığını daha net bir dille seslendirmişti.  Cohen, İran ile ticari ilişkilerimizi bütünüyle kesmemiz gerektiğini söylüyordu. Çünkü, transferine aracılık ettiğimiz paralar, İran’ın ısrarla sürdürdüğü “nükleer araştırma geliştirme programında” kullanılıyordu.