30 Ağustos Zafer Bayramı; 1922 yılında Mustafa Kemal'in başkomutanlığında zaferle sonuçlanan, Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan milli bayramdır. 30 Ağustos Zaferi ülke topraklarının işgalci güçlerden geri alındığı günün başlangıcıdır. Aslında 1683 II. Viyana yenilgisinden bu yana savunma savaşı veren Türk Milleti'nin, saldırı savaşında kazandığı en büyük zaferdir.
İşte bu muhteşem zafere giden, yolun hikayesi kısaca şöyledir:
"25 Ağustos 1922 akşamı Başkomutan, Afyonkarahisar'ın 20 km kadar güneyinde Şuhut kasabasında, bir köy evinin üst katında kurulmuş sofrada, bir petrol lâmbasının sönük ışığı altında, akşam yemeğini yemektedir; taarruz ertesi sabah başlayacaktır. Yaver Muzaffer Bey, kendisine topçu cephane miktarı hakkında bilgi veriyor. Buna göre taarruzdan önce yapılacak toplu ve sürekli topçu ateşi, ancak üç dört saat devam ettirilecektir. Gazi Mustafa Kemal yemeğini bitirdikten sonra, iki tarafın arazi üzerindeki durumlarını gösteren haritayı istiyor; genel durumu bir kere daha inceliyor. Yaverine Döğer mevkii ile Dumlupınar arasındaki mesafeyi ölçtürüyor. Elindeki kalemle bu noktaya birkaç kere vuruyor; ağzından şu cümleler dökülüyor: 
“Döğer, döğer; fakat döğemeyeceklerdir. Buradaki kuvvetleri hareketsiz kalmaya mahkûmdur.” 
Ayağa kalkıyor, Muzaffer Beye:
“Hadi haritaları topla, hareket ediyoruz.” diyor.
Gece yarısı olmuştur; Başkomutan, şimdi Kocatepe'nin eteklerindeki çadırlı ordugâhta, konik bir çadırdadır; gecenin koyu sessizliği içinde, yalnız ordugâhın önünden akan küçük bir dereden hafif su şırıltıları duyuluyor... Başkomutan, bir ara çadıra giren yaverine: 
“Hazır mısınız?” diye soruyor. Olumlu cevap alınca doğruluyor, henüz bozulmamış olan portatif karyolasının üzerinden tabanca kemerini alıp kuşanıyor. Her günkü gibi tıraş olmuştur; eldivenleri elindedir, çadırdan çıkıyor... Ortalık zifirî karanlık... Petrol ve mum fenerlerinin titrek ışıkları altında Kocatepe'ye doğru çıkmaya başlıyor; öne doğru fazla eğilerek yürüyor. Arazi, arızalı olduğu için ağır ağır ilerliyor... Nihayet tepeye çıkmıştır; bütün karanlıkları delen gözleriyle ileriye bakıyor: 
“Allah, Türk milletini ve ordusunu koruyacaktır! Diye mırıldanıyor."
26 Ağustos 1922... Sabahın ilk ışıkları görünmüştür; Başkomutan gözetleme dürbününün başında, düşman tahkimatını seyrederken topçularımız ateşe başlıyor... Bu ateş, tahkimatı yer yer havaya uçurmaktadır...
26 Ağustos günü Türk Ordusu'nun Büyük Taarruz'u, Genelkurmay Başkanlığı'nca TBMM'ne bildirildi. Bu haber Meclis'i coşturdu ve heyecanlı gösterilere vesile oldu. 
Nihayet 30 Ağustos... Başkomutan otomobiline biniyor. Şimdi Zafertepe diye anılan yere doğru inme emrini veriyor. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa:
“Paşam ateş hattına iniyorsunuz. Diyor. Cevap veriyor: 
“Siz burada kalınız!”
Yoluna devam ediyor. Düşmanın top ateşi altında bulunan bir yere geliyor; oradan dürbünle düşmanın asıl kuvvetlerinin bulunduğu yerlere doğru ilerlemekte olan piyade birliklerimizin hareketini takip ediyor. Birdenbire eliyle savaş alanını göstererek Yunan Ordusu Başkomutanı'nın ismini söyleyerek bağırıyor: 
“Hacı Anesti, mağrur kumandan! Neredesin, gel de ordularını kurtar!”
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde savaş alanını dolaşıyor. Manzara çok hazindir; binlerce düşman cesedi... Birbirinin üzerine yıkılmış yüzlerce topçu hayvanı... Terk edilmiş toplar; cephaneler... Asil ruhlu Büyük İnsan, üzüntü duyuyor: 
“Bu manzara insanlığı utandırabilir, fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler.” Diyor. Biraz ileride topların arasında yerde bir Yunan bayrağı görüyor; eliyle işaret ederek emrediyor:
“Bir milletin istiklâl alâmetidir. Düşmanın da olsa ona hürmet etmek lâzımdır. Bayrağı yerden kaldırıp topun üzerine koyunuz.”
30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar'da Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir edilmişti. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. 30 Ağustos 1922'nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Ege'ye doğru ilerlemesini uygun buldu. 1 Eylül 1922'de:
"Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir; ileri" emrini verdi. 
Yunanlılar, İzmir'e doğru kaçmaktaydı. Başta Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis olmak üzere çok sayıda esir ele geçirilmişti. Ordumuz bu muharebede, on beş günde büyük mesafeler kat ederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir'e girdi. İzmir'de askerlerimiz coşku içinde karşılandılar ve çiçek yağmuruna tutuldular. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi. Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir'in kurtuluşunu Belkahve'den seyretti. 
Büyük Türk zaferi karşısında endişeye düşen ve o anda da İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nı işgal altında bulunduran İtilaf Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türklerin haklı isteklerini yerine getirmeyi kendi çıkarlarına uygun buldular. Lord Kinross'a göre, İngiltere, ciddi bir krizle karşı karşıya bulunduğunu anlamaya başlıyor. Halk, Türklerle yeni bir savaştan korkuyordu.  
11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması'yla, silahlı çatışma durdurulduğu gibi, Edirne dahil Trakya'nın da Türkiye'ye bırakılacağı ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edildi. Anadolu'da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George, bu gelişmeler üzerine istifa etti.
Büyük Zafer ve İzmir'in kurtarılışı yalnız anavatanda değil, bütün dünyada, İslam ülkelerinde büyük sevinç yaratmıştır. 
*8 Eylül'de Hindistan'da milyonlarca Müslüman, Türk Ordusu'nun zaferi için dua etmiş, Kalkütta'da Müslüman evlerine bayraklar asılmış, camilerde de Türk zaferi için dualar edilmiştir. 
* İran Başbakanı, “Irak Şeyh'ül Meşayihi” Uceymi Paşa, 
 *Libyalı Şeyh Senüsî, 
*Hindistan Hilafet Komitesi Reisi Chotani, 
*Rusya Müslümanlarını temsilen Mehmed Abdullah Kurban Ali,  
*Cezayir'den Emir Halid, 
*Tunus'tan Thimami bin Abdullah,
*Buhara “Hey'et-i ilmiyyesi’ de” birer tebrik telgrafı göndererek Mustafa Kemal Paşa'yı kutlamışlardır. 
*Afgan elçisi Ahmed Han ile Rus elçisi Aralof Türk zaferini hararetle tebrik etmişlerdir. 
*Bundan başka, İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin İzmir'deki konsolos ve amiralleri 10 Eylül 1922'de Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa'yı ziyaret ederek, Türk zaferini tebrik etmişlerdir. 
*Ukrayna Hükümeti ise çok ilginç bir jestte bulunarak, Ankara Hükümeti “Maarif Vekaleti’ne” bütün aksam ve yedek parçasıyla birlikte bir matbaa makinesi hediye etmiştir.
30 Ağustos zaferi, Türk milletinin asla esir edilemeyeceğini; aynı zamanda esaret altında bulunan diğer Müslüman milletlere de ilham kaynağı olmuştur. 30 Ağustos'un gerçek anlamını ve önemini Büyük Zafer'in ikinci yıl dönümünde (30Ağustos 1924) Dumlupınar'ın Çal tepesinde yapılan törende Atatürk'ün verdiği söylevde görürüz:
“... Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada kuvvetlendirildi, ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır.”
Kısacası; 30 Ağustos Zaferi sömürgeci ve işgalci devletlere karşı kazanılan büyük bir zaferdir. Yani 30 Ağustos Zaferi; bilhassa Asya ve Afrika'daki sömürülen milletlerin hürriyet ışığı olmuştur. Zaferimizin 95. yılı kutlu olsun!...