1-16 Temmuz arasında geçen İstanbul Shoping Fast’in genel müdürüne şöyle bir soru soruldu. “Yurt dışına çıkıp x marka için özel günlerde alışveriş yapıyoruz. Acaba dışarıdan insanlar gelip bizden şu markayı alayım diyorlar mı?”

Cevap;

Bunun için markalarımızın nesiller geçirmesi gerek… Daha markaların ilk nesillerindeyiz.

Anlamı basitçe; Daha emekliyoruz! (Tabii baklavalarımız, şekerlemelerimiz için geçerli değil. Modadan bahsediliyor.)

Olsun nesiller de geçer. Önemli olan nesiller geçerken, bir öncekinin hakkını verip üzerine bir şeyler koyabiliyor muyuz? Yoksa her gelen “Bu da ne be” deyip sil baştan yapıyorsa nesillerin yerinde sayması kaçınılmaz.

Nesil deyince, geçen hafta vizyona giren bir filmden bahsedeyim. Akışında sürprizler yaşadığımız, değişik ama günümüzün olası yaşam biçimlerini de içinde barındıran bir film… Hatta bazen, haydaaa tam bir Türk Filmi gibi saçmaladı dediğimiz bir filmdi.

3 Beyaz vardır; Tuz , şeker,un

3 ü bir arada vardır; Kahve, süt tozu, şeker

Bu da 3 nesil.

3 nesil deyince aralarında uçurumlar varmış gibi geliyor insana. İşte o ruh haliyle vah vah diyorsunuz. Ne kadar zor kabullenmek. Nesiller arasında ki olma ihtimali farkların dayanılmaz zorluğu…

I-Ihh… işte öyle değil. Filmde herkes birbirine fark atacak kadar uçlarda yaşam sürüyor.,.

16 yaşında , annesiyle yaşayan ve de erkek olmak için direnen kız çocuğu, babası olarak bildiği adamın gerçekte babası olmayıp asıl babasının onun erkek kardeşinin olduğu, anneannesinin lezbiyen olduğu…

Toplumumuza uymayan bu film senaryosunun  sonu daha da enteresan. Kızın babası bildiği adam, onun yeni karısı, üç çocuğu, amcası bildiği, ki babası çıkan adam, anneannesi ve birlikte yaşadığı kadın ve annesi… Herkes birbirini kabulleniyor ve kocaman bir aile oluyorlar. 

Amerikan filmleri çekilir. Sonra dünya bu senaryoları yaşar. Biz de böyle hoşgörülere mi kayıyoruz bilemedim. Ama daha ikinci evlilikte kabul edilemeyen kocaları vuran adamlarımız, sevgilisi terketti diye kızı öldürüp intihar edenlerimiz, çocuklarını kaçırıp göstermeyen eşler, namus gitti deyip bacılarını öldüren ağabeyler, bana yar olmadı kimse almasın diye kezzap atanlarımız- ki şarkısı bile  “Kimse almasun seni de yine bana kalasun.” varken… sanırım bize daha çok uzak bu senaryolar.

Filmde Oscar ödüllü Susan Sarandon, Naomi Watts ve Elle Fanning’in başrolde… Filmin basın açıklaması şöyle;  

“ Film çok önemli bir karar aşamasında ki bir ailenin hem duygusal hem eğlenceli hikayesine odaklanıyor. Cinsiyet geçiş sürecindeki Ray (Elle Fanning), hayatında en çok desteğe ihtiyaç duyduğu dönemden geçmektedir. Annesi Maggie (Naomi Watts) ve büyükannesi Dolly (Susan Sarandon) bu zorlu süreçte Ray’in yanında yer almakta, ona destek olmaktadır. Fakat aileyi yıllar önce terk etmiş olan biyolojik babanın yasal onayına da ihtiyaç duyulması, işlerin karışmasına yol açar.”

İlgisi çekenler için,  filmin akıcı olduğunu söyleyebilirim. (Ama tüh… dayanamayıp filmi özetledim.) 

Yine de Susan Sarandon’un her zaman ki etkileyici performansı, yıllar önce King Kong’un avucunda yaptığı bıcır bıcır danslarıyla hafızamıza kazınan Naomi Watts keyifle seyredilir.