Geçtiğimiz günlerde bir mail aldım. Ayten Hanım gelinine yazdırıyor e-postasını. Okuması yazması var elbet de “Gelinim daha iyi toparladı cümleleri” diyor. 22 yıldır Viyana’da yaşıyormuş. Emekli olmuş. Artık Avusturya vatandaşlığını da almış. Fakat o kadar sene geçmesine rağmen halen Viyana’yı sevemediğini yazıyor. Bir yere alışmak için 22 yıl fazlaca yeter diye düşündüm. Durum çok enteresan olunca Ayten Hanım’a telefonda konuşmak istediğimi söyledim. Bir süre sonra beni aradılar ve konuşmaya başladık.

Ayten Hanım yıllar evvel eşiyle beraber Van’dan Viyana’ya göç etmiş. Çok zor günler yaşamış ama şimdi rahatı yerinde. Tek derdi var o da Türkiye’ye dönebilmek. Fakat çocukları geri dönüşe pek taraftar değilmiş. “Onların yüzünden üç ay Türkiye’de üç ay Viyana’da yaşıyorum” diyor. 

“Peki neden temelli dönmüyorsunuz Vatana?” diye sordum. “Madem sevemediniz…” “Çocuklarımı, torunlarımı bırakamıyorum. Daha Türkiye’ye gidişimin ikinci gününde özlemeye başlıyorum” dedi. Ayten Hanım Almanca’yı orta seviyede biliyor. Avusturyalı kadınlarla irtibat halinde kalıp dilini geliştirmeye çalışmış. Telefonda konuştuğum kadarıyla iletişimi oldukça iyi, konuşkan bir kadın. Kendine güveni de yerinde. Ama diyor ki “Bana burası biraz soğuk geliyor. Hava anlamında değil yani. İnsanları soğuk. Biz sıcak kanlı insanlarız. Elbette Almanlar ve Avusturyalılar çok kibarlar. Bir sorun olunca yardım ederler. Ama bizim gibi sarmaş dolaş değiller.” 
“Sarmaş dolaş deyince neyi ifade ediyorsunuz?” dedim. “Yani yakın değiller” diye cevapladı. “Sadece bize değil, kendi içlerinde de çok samimi değiller.” Demek ki bize özel bir şey yapmıyorlar diye düşündüm. Sonra Ayten Hanım’a Türkiye’deki sıcak ilişkilerin zaman zaman nasıl tehlikeli boyutlara ulaştığından bahsettim. Ankara’daki olaylardan sonra toplu taşıma araçlarına binmekten bile tedirgin olduğumuzu söyledim. Biraz şaşırdı… 

Konuşmamız biraz daha devam ettikten sonra kendisine ne kadar şanslı olduğundan bahsetmeye başladım. Bugün birçok Türk genci Avrupa’da okuma ve yaşamanın yollarını ararken çoğu zaman ağır prosedürlerle karşılaşıyor. Bir yüksek lisans ya da Doktora programına başvurmak için bile sayısız belge istenirken son yıllarda bankada belli miktarda paranın da bulunması şartı getirildi. Eğer evlenerek yurt dışına gidiyorsanız yine önünüze  visa prosedürü, dil bilme, iş bulma gibi sorunlar çıkıyor. Avrupa’ya ilk göç edenlerle yeni nesil arasında büyük şans farkı var. Yeni dönemde ne kadar iyi olursanız olun bir takım yaptırımlardan kaçamıyorsunuz. Yani açıkça bizi pek istemiyorlar diyebilirim. Bu yazdıklarımın hepsini Ayten Hanıma anlattım. Tüm bunlara ek olarak Türkiye’de emeklilerin azıcık bir emekli maaşı alabilmek için saatlerce banka kuyruğunda beklediğini söyleyince tamamen ikna oldu.  Madalyonun diğer tarafı da böyle işte… İnsanların zaman zaman ne kadar şanslı olduğunu hatırlamaya ihtiyaçları var.

Mutlu olmak için birçok nedenimiz var. İçinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun mutlaka elimizde bulunan artılara odaklanmamız gerekiyor. Özellikle yurtdışında yaşayanlar, doyduğunuz yere odaklanmaya ve insanca yaşamanın tadını çıkarmaya çalışmalısınız…

Herkese iyi haftalar…