‘’Bahseder gerçi duyanlar, o onulmaz yaradan / Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük / Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.’’ ( Yahya Kemal Beyatlı )

16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak Anayasa Referandumuna günler kala, ardımızda kalan yaşanmışlıklara, tarihi gerçeklere bir kez daha bakmak gerekir.

Çünkü bu gerçekler; 4000 yıllık Türk tarihinin, ata tarihimizin yansımalarını asırlık bir çınar ihtişamıyla temsil eden; Laik, Demokratik Sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin köklerine kazınmıştır, silinmez, değişmez/dönüştürülemez.

Unutulmaması gereken tarihi gerçeklerimizin öne çıkanlarını, şöyle sıralayabiliriz:

29 Ekim 1923’de ilan edilen Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 30 Ekim 1918 mütarekesi ile teslim alınmak istenen milletimizin emperyalist ülkelere vermiş olduğu en çarpıcı cevaptır. Lozan antlaşması ile taçlanan bu cevap, o günden bu yana Türk Milletinin mührünü taşır.

Kimilerinin isimlerini anmaktan özenle kaçındığı, küçümsemeye çalıştığı Büyük Önderimiz Atatürk, en yakın dava arkadaşı İnönü ve onlarla birlikte hürriyete, bağımsızlık sevdasına inanmış diğer yol arkadaşları; cumhuriyetimizin temellerini atmışlardır.

Bu temelin inşasında; Şehitlerimizin kan ve can bedeli, Gazilerimizin fedakârlıkları, milletçe maddi ve manevi özverilerimiz, gücünü sadece Türk Milletinden alan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarının Türk insanına olan güvenci vardır.

Bu meşakkatli süreçte ecdadımız, yaşadığımız coğrafyadaki bu son ata yurdumuzu, adeta bir kan çanağında oluşturmuştur.

94 yıldır dimdik ayakta duran Cumhuriyet Türkiye’si; Atatürk ilke ve inkılâplarıyla kök salmış, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kısa zamanda büyük başarılara imza atılmış, devletimiz uluslararası arenada hak etmiş olduğu saygınlığa kavuşmuştur.

Ardımızda kalan bir asırlık süreci en iyi tarih sayfalarımız anlatır. Bugünlere gelene değin, pek çok badirelere göğüs geren milletimiz; devletine olan sadakati, birlik ve beraberliğimizin gücüyle pek çok sorunu alt etmesini bilmiştir.

Ama ülkemizin ardında kalan 94 yılın son çeyreğine baktığımızda; yaşanan gerçekleri de, yok saymak mümkün müdür?

Türkiye; günümüzün bilinen uygulamalarıyla adeta ‘Laik Cumhuriyet’, ‘Parlamenter Demokratik Sistemle’ yönetilen ülke olma özelliğini kaybetmeyle karşı, karşıyadır.

Demokratikleşme adına ortaya konulan çözüm-açılım paketlerinin, ülkemize neredeyse 43 yıldır kan kusturan P.K.K terör belasını ortadan kaldıracağız denilerek terörist başı İmralı canisiyle başlatılan görüşmelerin; yaşattığı nice acılar, çözüm sürecinin bugün geldiği nokta ortadadır.

Ortadoğu’nun emperyalizmin o acımasız dişlileri arasında öğütüldüğü, Arap Baharıyla devşirildiği, bölge ülkelerinin yaşadığı ‘DEAŞ vahşet’ sürecinden ülkemiz de etkilenmiş; Suriye olayıyla başlayan son gelişmeler nedeniyle, bugün gelinen noktada dış ilişkilerimiz uluslararası yalnızlığa sürüklenmiştir.

Savaştan kaçarak ülkemize sığınan milyonlarca Suriyeliye kucak açan devletimizin, bu süreçte yalnız bırakılışı; bu gerçeğin en net görüntüsüdür.

Ülke ekonomisinin en önemli göstergeleri; enflasyon ve işsizlik oranlarının günümüzde iki sayılı rakamlara ulaşmasını, zaten kıt kanaat geçinen milyonların geçim sıkıntısının giderek artmasını yok saymak mümkün müdür?

Evet; ülkemizde avm’ler, yollar, köprüler, hava limanları yapılmakta; kentsel dönüşüm süreçleriyle gösterişli bloklar yükselmeye devam etmektedir; bu gerçekleri de kimse yadsıyamaz.

Ama bu gelişmeler geçim sıkıntısı çeken milyonlara çare olmamakta, sadece tüketim ekonomisine odaklı yatırımlara hizmet etmektedir. Hala pek çok esnafımız siftah yapmadan kepek kapatmakta, çiftçimizin perişan hali de ortadadır.

Özellikle son dönemde kadınlarımıza reva görülen olumsuz davranışlar, basına yansıyan kadın cinayetlerindeki artışlar, çocuklarımıza yapılan taciz haberleri, bu yaşananların yargı süreçlerindeki gelişmeleri yok sayılabilir mi?

Ülkemizin gelişimini en iyi anlatan gösterge; geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızın eğitiminde gelmiş olduğu başarı seviyesidir. Ancak ne yazık ki, hepimizce bilinen eğitim sonuçları, hiç de iç açıcı değildir. Adeta her eğitim yılı değişen/dönüştürülen bir eğitim sistemiyle; çağdaşlığa, başarıya nasıl ulaşılacaktır?

Ülkemiz, 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen haince planlanmış, alçakça uygulanmış, FETO denen o salya sümüklü meczubun planladığı bir darbe teşebbüsü yaşamıştır. Devletimizin ele geçirilmesini amaçlayan bu hainliği vatanına, devletine sadakatle bağlı Türk Milleti göğsünü siper ederek önlemiştir.

İnancım odur ki, bu hain kalkışmanın ardında yatan gerçekleri, iç ve dış işbirlikçilerini, bunu yapanların özgeçmişini bağımsız yargı mutlak surette çözecek; bu darbe teşebbüsüne kalkışan alçaklara hak ettikleri cezayı verecektir.

Ülkemiz; özellikle son 15 yılda P.K.K, DEAŞ ve FETÖ gibi terör örgütlerinin türlü saldırılarına, alçakça gerçekleştirdikleri kanlı eylemlerine maruz kalmış; genelde dış destekli bu terör faaliyetlerini önlemek adına pek çok evladımızı şehit vermiş, binlercesi Gazi olmuştur. Yakın tarihimizde yaşanan bu acı gerçek de unutulmamıştır.

94 yıl önce Demokratik, Laik ve Sosyal bir hukuk Devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 29 Ekim 1923’de Osmanlı’nın her yerinden gelen temsilcilerin vermiş olduğu karar ile oluşturulmuştur. Yüce Atatürk’ün tabiriyle yaşadığımız coğrafya, son yurdumuzdur. Bu yurdun bir kuruluş tarihi vardır. Bu tarih, Büyük Türk Milletinin bu topraklarda nasıl var olduğunu anlatır. Bu varlığın içinde Osmanlı da vardır, ondan öncesi de. Ta ki, anayurdumuz Orta Asya’ya kadar…

Laik Türkiye Cumhuriyeti, Sevr’e rağmen bir devlet kurma iradesini gösteren Türk Milletine aittir. ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir.’’ Anayasamızın 66’ncı maddesi de buna amirdir, bu tarihi bir gerçektir.

Devletimizin bir hafızası vardır. Bu hafızanın içerisinde yaşanmış tarihi gerçekler yatar. Günümüzün siyasi söylemleriyle 94 yıllık cumhuriyetimizin son on beş yılı temel alınarak, geride kalan dönemde yapılanları yok saymak; alınan mesafeleri görmezden gelmek, başarıları küçümsemek, özellikle cumhuriyetin ilk on yılında yoktan var edilen o mucizevî başarılarla alay dahi edilerek Cumhuriyet dönemine fetret (kargaşa) tanımlanmasının yapılması; büyük bir haksızlık, tarihi gerçekleri yok saymak demektir.

AİHM‘de insan hakları ihlalleriyle en çok ceza alan ülkeler arasında ilk sıralara yerleşen, dış borcu 400 milyar USD’yi aşan; yaşamımızın neredeyse her alanına müdahale edilen, polis korkusuyla yaşanan, onlar ve bizler denerek toplumun kutuplaşmaya itildiği, saymakla bitmeyecek türlü olumsuzlukların yaşandığı ülkemizde; bu gerçekleri unutmak mümkün müdür?

Bu yaşananların pek çoğunu göstermeyen dile getirmeyen görsel-yazılı basını, yazmayan/yazamayan köşe kalemşorlarını da unutmak mümkün değildir. Ancak, tarihin şaşmaz kalemi yaşanan tüm gerçekleri yazmaktadır.

Ülkemizde acilen çözüm bekleyen milyonların geçim sıkıntısı, işsizlik, dış ilişkilerimizde yaşanan onca olumsuzluk, asayiş ve iç güvenlikte yaşanan sorunlar, eğitimsel, v.d sıkıntılar yaşanmaya devam ederken, 16 Nisan Referandumunda önerilen ‘’Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle’’ bu sıkıntıların çözüme kavuşacak denilmesini, hem de bu sorunların ortaya çıktığı süreci yönetenlerce söylenmesini bir kez daha düşünmek gerekir.

Ülkemizin yönetim biçiminin halk oylamasına sunulduğu bu dönemde, hatırlanması gereken en önemli tarihi gerçek ise şudur:

Vatanımızın her karışının bedeli Türk Milletinin kanı ve canı ile ödenmiştir, hiç kimseye, hiçbir devlete borcu yoktur. Birlik ve beraberliğimiz devletimizin en büyük gücü olup; yaşamı bir asra yaklaşan cumhuriyetimiz, hepimize anamızın ak sütü gibi helaldir.

Bu ülke bir kan çanağının içinde doğmuştur. Bu gerçeğin en çarpıcı görüntüsü Çanakkale’de yatan 250 bin vatan evladıdır.

Şehitliklerimizde Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ıyla, Gürcü’süyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle koyun koyuna yatan ecdadımızın bu görüntüsü; günümüzün Türkiye’sine çok şey anlatmaktadır.